19 Ekim 2014 Pazar

Yetmişdokuzuncu gün

Bugün dayının gelip, seni evde gördüğü ilk günün akşamı Kurabiye. Nasıl bulduysa, kuzey ülkelerinden tam sana göre tulum bulmuş, yünden hem de. Bir de çorap bulmuş ki sorma, nasıl şirin oldun içinde, hafif çizme gibi durdular tulumunun üzerinde.

Biberonu ya da zaman zaman beni ellerinle tutuyormuşsun gibi geliyor bana, yanılıyor olmalıyım sanırım ama belki de büyümüş küçülmüşsündür, belli mi olur.

Odanı yaptık bugün senin. Yatağını her gece ve her sabah odadan odaya taşıma eziyeti -hem sana hem bize- sona erdi bir başka deyişle. Şirin bir yer oldu odan. Olay uzun kollu body ve kuzey çorabıymış sanırım, ya da odanı sevdin. Alt değiştirmelerde bile ağlamadın bugün neredeyse.

Baban gibi asabi bir damarın olmasından endişe ediyorum. Gazın istediğin kadar çıkmadığında, süt istediğin kadar gelmediğinde, öfkeleniyorsun, başını ordan oraya atıyorsun, sinirden hızlı hızlı nefes alıyorsun gibi geliyor bana. Yatıştırmaya çalışıyorum, duygularınızı hisseder bebekler diyorlar diye, ben sakin şeyler düşünmeye çalışıyorum o an, kuşlar böcekler, otlarda inekler falan. Fayda ediyor mu, tamamen diyemem. Ama dedim ya, devir benim öğrenme, alışma devrim, zaman alacak, zamana yayılacak bunlar hep.

Anneler duygulanıyormuş bizi okurken, ben de duygulanıyorum çoğu zaman yazarken. Çoğuna tanıdık geliyormuş dediklerim, "anlıyorum ve geçecek"leri duyuyorum sık sık. Geçecekse bile, sonradan hatırlayabilmek, anlayabilmek için yazmak iyi geliyor bana.

Tuluma tam geldiğine göre, büyüyorsun dimi Kurabiye, yarın doktor kontrolün var, tartıya koyacağız seni, bakalım neler çıkacak falında.

Huzurlu uykuların olsun Kurabiye...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder