31 Ocak 2015 Cumartesi

Yüzseksenbirinci gün

Dün küçük çaplı bir tarih yazıldı Kurabiye. Elma ile tanıştın, bugün de havuç eklendi menüye. Kakanı kokluyorum bir değişiklik var mı diye, bugünkü havuç kokuyordu sanki. İlk elmanda ağladım hormonlu bir anne olarak, doğaldır herhalde.

İlaç için teslim olmaya alışkın olduğun için, ek gıda vermemizi garipsemediğini düşünüyoruz. Aç kalmaktan iyidir, veyahut şimdi bunu veriyorlar ama sonra süt verecekler kesin, dediğini düşünüyoruz.

Şakıdın bugün bizimle, ananeyi yolcu ettik, çekik gözlü teyze geldi seni görmeye. Sohbete katıldın, güldün, güldürdün, mevlidin nazarını atlatmış oldun.  Bir daha yok kalabalık teyze gruplara çıkartmak seni, merhaba merhaba bundan sonra. Toplu nazara karşı boncuklarımız yetmiyor yoksa...

Öptük seni türlü kokulu yerlerinden...

28 Ocak 2015 Çarşamba

Yüzyetmişsekizinci gün

Bugün sana mevlit yaptık Kurabiye. Dua etti sana bir sürü ağız, sen dinledin sessizce, kiminle göz göze gelsen gülümsedin. Duan okunurken yüksek sesle, sen mışıl mışıl uyudun. Ben bugün büyümüş olabilirim bak biraz, kucağımda seni taşırken, senin için dua edilsin diye eve hoca çağırıp, yaş ortalaması 50 üzeri olan bir kadın topluluğu ile el açtım yukarılara. Zamansız ölümlerden koru yavrumuzu, dediğinde ağladım. Zamanlısı bile ağır geliyor her türlüsünün, biliyoruz. Benim ananem, babaannem, dedelerim de bu dualarla seni görsün, senden haberdar olsun istedim, onlara seni, sana da onları anlattım.

Neyse, bugün dua günün oldu özetle, çok el elledi seni, çok dudak öptü. Sonra bir güzel yıkadık seni, tatlı uykulara daldın.

Öptüm seni büyüyen her yerlerinden...

26 Ocak 2015 Pazartesi

Yüzyetmişyedinci gün

Ananen geldi Kurabiye. Ve hatta bugün babaannenin doğumgünü. Ananen, babaannen, deden sevdi seni. Senden, benden, babandan bahsedildi uzun uzun. Baban, minik bir çocukken de, askerlerle strateji oyunları oynar, askerlerin yeri değişirse kazara, kıyameti koparırmış. O çocuk büyümüş, gelişen teknolojiyle bilgisayarda strateji oyunları oynadığı gibi, hayatını da benzer bir teknik altyapıyla kazanıyor.

Sana gelelim hop, sen benimle geçirdiğin üç ayda en çok-süt, kaka, gaz sarmalı haricinde tabi- benimle mutfakta yemek yaptın, salonda dans ettin, ve sokak sokak gezdin buraları, esnafla tanıştın. Yani biz senin, şimdilerde sevdiğimiz gezici gurme Anthony Bourdain gibi olacağını hayal ediyoruz, bakalım hayat neler getirecek sana, bize.

Öptüm seni, sen kokan yerlerinden...

23 Ocak 2015 Cuma

Yüzyetmişdördüncü gün

Bugün bir kadın bize gülümsedi, ben iyi bir şeyler diyecek sandım, ben de gülümsedim. N'olur, dedi güneşe çevirmeyin yüzünü, onların ciltleri çok hassas, arkadan gelsin ona güneş, lütfen, dedi. Bozuntuya vermedim, kapadım yüzünü, teşekkür ederiz, dedim. İyi bir anne olabilirim kendime göre Kurabiye, ama mükemmel bir anne değilim, hem bir kitapta okumuştum, mükemmel olmaya çalışmayın, diyordu. Sen de çalışma annem, olur mu. Bırak ikaz etsinler bazen seni, bazen senden çok bilsinler, sana öğretsinler, bazısına he, bazısına ho de, ama beni hep dinle.

Öptüm uyuyan yanaklarından...

22 Ocak 2015 Perşembe

Yüzyetmişüçüncü gün

Bugün deniz ve martı gördün Kurabiye. Yani bence gördün, gözüne güneş girdiği için sıkı sıkı kapamadıysan şayet.

Sonra bugün, bir taksi şöförünün de, minik bebeği olan bir babanın da birkaç saniye içinde nasıl çirkinleşebileceğini gördük, hem de biz taksinin içindeyken. Yani Kurabiyecim, her yan öfkeli insan dolu, sahile kadar yürümek ne kadar akıllıcaysa, dönüşte trafikte taksi yapmak o kadar kötü bir fikirdi ne yazık. Trafiğe gelemiyorsun, bu yanın hem takdir ettiğimiz, hem korktuğumuz bir yanın. Dünkü taksici dayanamadı, atladı lafa zaten, e büyüyünce napıcak, dedi. Bilmiyorum canımın içi. Buralardan uzakta, sakin sessiz minik bir yerde büyümenin bir yolu olsa keşke. Bakalım hayat, bu yolu sunacak mı bize.

Öptüm seni yanaklarından, banyolu koltukaltlarından, bezelye ayak parmaklarından...

20 Ocak 2015 Salı

Yüzyetmişikinci gün

Bugün altkattaki pamuk teyze seni ziyarete geldi. Dünden uğradı bana, müsaitseniz Kurabiye'yi sevmeye geleceğim yarın, dedi. Saatleştik, tamam dedik. Bugün uğradım, eve geldik buyurun arzu ederseniz, dedim. Dün sözleştiğimiz saati hatırlattı, o saatte geleceğim dedi. Kapıyı dün uğradığında da gördüğüm neşeli pijamalarla açtı. Dün özür dilemişti ev haliyle çıktığı için, gülümsemiştim, ben de aynı haldeydim açtığımda. Ama onun benimkinden daha neşeli pijamaları vardı, ikimizin de çok sevdiği pazardan alınma, sıcak tutmalık. Tek başına yaşayan bir kadın olduğunu da düşünürsek, sıcak tutmalık olması en önemli özelliği olsa gerek seçilecek pijamanın. Neden uzattım bu kadar, bugünün kahramanı o çünkü Kurabiye. Senin için ve benim için.

Eve ziyarete tam dediği saatte geldi, son derece şık giyinmiş, kırmızı ruj sürmüştü. Senin benim için özenmişti ananeme benzettiğim tatlı teyze. Çay içtik beraber, masada oturabilir miyiz dedi, öğretmenlikten alışkanlık, masaları çok severim, dedi. Tabii dedim, daha samimi bir ortamda, yıllardır yemekleri birlikte yiyormuşuz gibi oturduk, sohbet etmeye başladık. Sonra sen uyandın, seni aldık, masaya yanımıza getirdik, babanla kahvaltı ederken kurulduğun yere geçtin, bizi dinledin, elimi tuttun.

Arada lafa karıştın, sesini yükselttin, o zaman sana bakarak, senin sorularına cevap vererek devam ettik konuşmaya.

Tam onüç yıl önce kaybettiği eşini ne kadar sevdiğini anlattı bana, ağladı, ben de ağladım, sonra beni ağlattığı için benden özür diledi, ben daha çok ağladım inceliği için. Ağlamak bunca kolay mıydı senden önce de Kurabiye. Onüç yıl önceki kayıp bu kadar canlı duruyor mu gerçekten bir yerlerimizde, ne büyük bir aşkmış diyebildim nasıl bir teselliyse bu. Ayrılanları hiç anlamazdım, artık o kadar kızmıyorum diyebildi bir ara. Biz hiç düşünmedik, çok sevdik birbirimizi, dedi. Ama Allah daha çok sevmiş aldı benden, dedi.

Sonra seni sevdik, ne tatlı dedik, sağını solunu çekiştirip. O kadar içten güldün ki pamuk teyzeye, kırmızılarına, taş olsa erirdi karşında o an. Teyzeyi yolcu ettik sonra, sana sarıldım, salındım seninle içli müzik eşliğinde. Bir daha ağladım. Sana, sen büyüdüğünde sarılıp ağlamanın hiç mümkün olmayacağını düşündüm. Sorsan nedenini de bilmiyordum ağlamamın. Seni bana bastırmak, yanağını yanağıma, kolunu koluma ve öyle kalmak bana yaslı, o anın güzelliği, ellerimde tuttuğum şeyin güzelliği, suskunlaştırdı beni. Hayal edemiyorum büyümüş halini, kafa tutan halini, duygusal anne heyezanlarına "üf anne ya" diyen hallerini, ama olacak herhalde her biri sırayla. Bugünkü sıcaklığını, ben ömür boyu unutmayacağım, yanağının, kolunun, koltukaltının, karnının.

Öptüm seni uyuyan yerlerinden...

19 Ocak 2015 Pazartesi

Yüzyetmişbirinci gün

Yine okurlarımız azalmış Kurabiye. Tabi bu bir yerde iyiye işaret, günlük tam olarak, yani eski günlerdeki işlevini yerine getirecek; kendini zamanı gelince en çok sana okutacak, çok güzel olacak. Ya da ben öyle sanıyorum.

Ben bunları yazarken, dışarıda bir adam "Booozzaaaaaa" diye bağırıyor. Sen boza sevecek misin bakalım. Biz halen kendini birazcık mahalle zanneden bir yerde yaşıyoruz şu an. Hoş yakında taşınacağız, ama çok uzağa gitmeyiz herhalde. Sen ilk bu evi bildin ama hatırlamayacaksın sanırım. Ne diyordum, buralar mahalle sayılır. Seni bile tanıyan-düşünelim bakalım- kapıcı, çiçekçi, fırın, terzi, kasap, tuhafiyeci ve pastaneci var:) Az değilmiş, değil mi.

Bozayı bu ara ben de çok içiyorum, süt yapıyor dedi birileri, dadandım ben de. Seni son götürdüğümüz doktor sanki ufaktan süte doyabileceğini söyledi, ya da ben öyle anladım. Bu durumda benim öncelikle aldığım kilolalardan, sonra fena alıştığım akşam bozası, sabah tahin pekmezi ve atıştırmalık hurmasından kurtulmam gerekecek, ki nasıl olacak bilmiyorum. Süt ayağına iyi yiyordu annecik Kurabiyecik...

Bugün yine çok güzel, taze, dupduru, her yeri ayrı güzel geldin bana, baban da öyle bulmuş, akşam bana soruyordu. Bana mı öyle geliyor, kuzgun anka durumu mu, yoksa çok mu güzel bu çocuk diye. Ondan emin değiliz ama bize on numara geliyorsun Kurabiye. Babama kızardım ben, yani senelerle kızdım dana kadar kız olunca. Sen çok güzelsin derlerdi bana, prenses falan derlerdi. Ben de öyle sanıyormuşum kendimi birazcık sanki. Sonra bir baktım, değilim öyle acayip güzel falan, bakmayan çocuklar çıkıyor hani tek tük. Önce konduramadım, sonra çocukluğuma gittim, ahanda bu babam yüzünden olmuş bunlar hep, dedim. Beni gerçekçi değil, hayalci sevmiş bu insanlar, dedim. Ama bak, aynını biz de sana mı ediyoruz acaba. Belki biz de onlara prenses görünüyorduk, senin bize prens göründüğün gibi. Daha nelerle imtihan olacağız bakalım.

Neyse, asıl diyeceğim bu değildi, yani buna bağlı bir şey daha diyecektim. Sana baktım, tazelendim, sevindim, ağzına, burnuna, gözlerine, ellerine ayrı ayrı. Sonra evden çıkacağım tam, asansörde kendime baktım; saç baş dağınık, bluz uzamış üzerimde, yüz göz kilolardan hafif şişmiş, ha neşeli miyim evet neşeliyim. Ama yaşlanıyorum gibi geldi Kurabiye. Kendime pek bakmıyorum gibi geldi, ha bakar mıydın ki ben yokken, de diyebilirsin tabi. Çok bakımlı bir kadın değildim ama hiç bu kadar az kıyafetle-sık sık yıkasam da hani- bu kadar çok gün geçirdiğim olmamıştı sanırım. Senin tazeliğin bizi de ısıtsın, ışıldatsın, parlatsın olur mu Kurabiye...

Öptük seni, uykuya dalan yanaklarından, göz kapaklarından...

18 Ocak 2015 Pazar

Yüzyetmişinci gün

Bir fotoğrafını buzdolabına yapıştırdım bugün. Sen, sana doğru dönmüş koca koca objektiflere gayet güzel bakıp, gülümsüyorsun Kurabiye.

Yanime sen belki de,
Kamerayı seveceksin,
Belki de iyi bir foturafçı olucaksın dayın gibi.
Ve birilerinin canını pek yakacaksın bazı foturaflarınla...

O güne kadar, kolay gazlar, bol kakalar, huzurlu uykular Kurabiye...

17 Ocak 2015 Cumartesi

Yüzaltmışdokuzuncu gün

Bugün, kendi sokakta kalma rekorunu kırdın Kurabiye. Ve benim uzunca bir süre için, ve babanın. Seninle iftihar ediyoruz oğlumcum. Yani bugün de hasta olmazsan- Allah baba korusun- bu kış hiç hasta olmayacaksın diye düşünüyoruz.

Aslında biraz, arada kızdığım anababalar gibi olduk sanırım bugün. Hava kararmış, biraz soğumuş, biz halen seninle dışarıdayız. Onu da mı yesek, bunu da mı içsek derdindeyiz. Yanımızdakilerin senden birazcık büyük kızları var, birbirimizden cesaret aldık sanırım. O kızcağız ağlayıp, sen uslu durdukça; biz ne şanslı olduğumuzu düşündük, sesli ve sessizce. Hani senin de var kendine göre arızaların ama, görece uslu bir çocuksun sanki Kurabiye. Ne diyoruz bu durumda, Allah dağına göre kar veriyor diyoruz, buraya tam oturuyor tabir.

Geceyi de güzel atlatıp, bana lafımı yedirmedin mi, senden benden güzeli yok Kurabiye...

16 Ocak 2015 Cuma

Yüzaltmışsekizinci gün

Bugün seni yeni bir doktora götürdük. Ve normal olduğunu duyup sevindik yine. Normal olduğunu duymak icin, doktor doktor gezip sonra mutlu oluyoruz Kurabiye. Sen son derece normal olsan bile, biz olmayabiliriz anlayacağın.

Gözünden yaş gelerek ağlıyorsun, arada bunu daha inandırıcı ve etkileyici olmak için mi yapıyorsun bilmiyorum ama, bu konuda anlaştığımızı sanıyordum. Gerçekten canını sıkan, büyük meseleler olmadıkça-yani kaka, süt, gaz gibi aramızda kolaylıkla halledebileceğimiz meseleler dışında meseleler- yaşlı ağlamayacaktın. Sen derin nefes alıp, adeta gerinip yaşlı ağlamaya başlayınca içli içli, benim asabım pek bozuluyor ve bu sabah olduğu gibi, seni kucaklamışken ben de ağlamaya başlıyorum. Senin bir gün büyüyüp, yanımda yiğitliğe bişi sürdürmeyip, benle adam gibi konuşmayıp bırak ağlamayı, gözünü dizini kaçırıp duracağın aklıma geldikçe tuhaflaşıyorum. Önce seni büyütüyorum sonra kendimi yaşlandırıyorum ve zamanlarımız bir şekilde hiç kesişmeyecek gibi geliyor. Alkolsüzlük başıma vurduğu için sapıtıyor da olabilirim bu noktadan sonra, sen yaşıma, post lohusalığıma verirsin.

Seni neden yaptığımızı hiç bilmeyeceksin misal, hiçbirimiz bilmedik çünkü, ya da bunu hiç sormadık, sorgulamadık. Ya da şu anki hallerini hiç hatırlamayacaksın, memede bulduğun huzuru, bir yerin yırtılıyor gibi ağlamanı ve bazen bizim bundan hiçbir şey anlamamamızı. Bugün trafikte kalmışken, bas bas bağırmanı- yeter inmek istiyorum, dedin belki- ve seni bir türlü susturamamızı ama sana hiç kızmadığımızı, gelip geçen arabalara, gelip geçemeyen arabalara küfür salladığımızı bilmeyeceksin.

Bazen seni koluma alıp aynada bakıyorum, bu benim oğlum yani ben bir anneyim, diyorum. Yaklaşık yüz gündür en çok senin yüzünü görüp, hemen her gece rüyamda seni gördüğüm halde- ek gıdaya geçmen yakın olduğu için dün sana kazara zeytin yedirdiğimi gördüm misal, sonra tüh dedim, nasıl yesin bu çocuk zeytin, neden verdin ki, kakasından kimbilir neler çıkacak dedim- aynadaki hale ve kendime dediğime yine de şaşırıyorum çoğu zaman. Selvi Boylum Al Yazmalım filminde dediği gibi, "sevgi neydi, sevgi emekti" dediği gibi, "annelik neydi, bu muydu, bu neydi" diyorum garip garip kendime. Annem de böyle miydi diyorum, kısa saçlarım, siyah bluzum, kendimce afacan bakışlarım, genelde arka fonda çalan sakin bir müzik ile, sen bir çocuktan çok, okunan bir kitap, bir nevi hobi gibi duruyorsun gibi geliyor elimde. Garipsiyorum. Çok mu saçmalıyorum bilmiyorum.

Babana gelelim sonra, akşam işten gelip seni kucaklıyor oğlum deyip. Oğlusun onun, o gelince gülümsüyorsun genelde zaten. Uçak yapıyor seni, bayılıyorsun. Ayakları geriyorsun arkaya, daha uzun süre uçabilmek için, tüm odalara, dolaplara, tabaklara yukarıdan bakıyorsun. Aşağıdan el sallıyorum sana ben de.

Ne mi saçmaladı annen, o da emin değil. Annelerimize, babalarımıza bakıp, sonra da dönüp bize bakıyorum. Baban hapşırdı bugün kalabalık bir yerde, annesi tuttu mendil çıkardı çantasından ona verdi burnunu silsin diye, ki bunu hep yapıyor, çoğu zaman ben de yapıyorum öğrediğim için. Ama o kadın, bunu yıllardır yapıyor, belki de içgüdüsel olarak. Annelik neydi Kurabiye, emek miydi, seni neden yaptık Kurabiye. Bencilce bir arzu ile mi, bir çocuk daha bu dünyaya gelsin diye mi, bir anne bir çocuğu neden yapar Kurabiye, birileri onu çok sevsin diye mi, o birilerini çok sevsin diye mi. Aylar önceki taksicinin dediği gibi, hayatına bir anlam katılsın diye mi yoksa.

Sen ağladıkça daha çok düşünüyorum bunları nedense, bir şeylerden memnun değilsen, bunun en temelden, ta en başından sorumlusu benmişim gibi hissediyorum sanırım özünde. Belki de buralarda olmayı da hiç istemedi ki, zaten ne bilsin ki mercimek kadar beyni fındık kadar kalbi var çocuğun, diyorum. Annelik neydi Kurabiye, babalık neydi...

Gözyaşlı ağlamaya devam edersen, daha neler yumurtlarım bilmiyorum, kendine çeki düzen ver, olur mu Kurabiye...

13 Ocak 2015 Salı

Yüzaltmışbeşinci gün

Aradan koca bir hafta üzerine bir gün geçmiş, iyi mi Kurabiye. Olan biten en belirgin şey, senin birazcık daha büyümen olsa gerek. Heybeye biraz daha ağır geliyorsun, tuhaf yerlerimiz ağrıyor seni taşırken. Bazı çok sevdiğim-gönül bağı kurmak nedense artık- kıyafetlerine giremiyorsun, garip bir hüzün kaplıyor içimi. Artık Kurabiye bunları giyemeyecek diyorum. Saçma, değil mi, oluyor işte saçma şeyler.

Arada ne oldu, Amerika'daki teyzen geldi buralara, seni gördü, kucağına aldı, sardı. Onun upuzun saçları olduğu için, sen ilk defa saç çektin, ki bu önemli bir aşama imiş.

Arada ağladın bölündük tabi, neyse babana verdim seni. Annelerin oluşturduğu gruplar var, seninle ilgili de aklıma takılan bir iki ufak tefek şey var. Okuyorum gruplarda yazılanları, öyle yerlere çekiyorlar ki konuları, hızlı hızlı okusam da afakanlar basıyor yine de. Yok artık, desem de yoksa öyle olabilir mi, sorusu geliyor arkadan. Siz minik bebekler, ciddi panik konususunuz ve çok serin kanlı olmak gerekiyor aslında. Bakalım, forumları okumak yerine sağlam bir doktor bulup onu dinlemek lazım sadece. En iyisi o olacak sanırım.

Bugün yastığında bıraktığın minik oyuğu gördüm yine. O an, yani sen kucağımda süt emerken, öyle minik minik cümleler kurdum kendi kendime. Sonra da ağladım minik minik. Yastıktaki oyuğun fotoğrafını çekip, yıllar sonrası için sana saklamalıyım. Minicik kafan, yer yapıyor yastıkta. Ben varım, yaşıyorum, hatta az önce buradaydım, sıcaklığım hala duruyor diyorsun.

Sonra, ananen sana şarkı yapmış, onu okumuş göndermiş bu sabah. Duygulandırdı beni bazı yerleri, onu da duygulandırmış belli ses tonundan. Sana dinlettim, onun neşeli olduğu yerlerde keyiflendin, gülümsedin. Onun sesinin titrediği yerlerde yüzünün tüm ifadesi değişti, anladın, hüzünlendin birazcık. Yapma ananecik, dedin, anladım. Ben de dedim ona,  Yapmayacak.

Sen bizi dönüştürmeye devam et Kurabiye...

5 Ocak 2015 Pazartesi

Yüzelliyedinci gün

Düşünelim bakalım bugün neler oldu. Dayın burada söylemiştim sanırım. Fotoğraflarını çekti yine, nereden nereye videosu yapıyor bize senin için. Üzülme ama bak, diyor bana. Ne üzüleceğim, diyorum. İlk eve geldiğindeki fotoğraflarda bile minicik geliyorsun şimdi bakınca, hastanedeki yetmiş küsür günü bırak. Ama olaylar sıcak sıcak olurken, insan sandığından, bildiğinden çok daha dirayetli oluyor sanırım. 

Hatırlamaya çalışayım nerelerde ağladım ben; pancar gibi ayaklarını, ayak diye sallanan iki et parçasını ellemem için, dikişli karnımla iki büklüm girdiğim yoğun bakımda; evde ağlamadan süt sağmaya çalışırken, baban o gün çıkarttırdığı nüfus cüzdanının fotoğrafını gönderdiğinde. Hele o an, bağıra bağıra, katıla katıla ağlamıştım, ananen yanıma gelmişti, deden bağırıyordu içeriden kötü bir haber mi geldi, hastaneden, diye. Nüfus cüzdan çıkartmamıza gerek olup olmadığında bile tereddüt ediyorduk yani Kurabiye. Şimdi ağlamanı dert edince, kendimi odunla dövmek istediğim oluyor evet. Aslında, geçtiğimiz yolları kendime hatırlatmak, sana zaman zaman kızgınlaşan, çirkinleşen halimi dizginlemek için de yazıyor olabilirim en çok.

Sonra, bunları hiç yaşamayan -ne güzel ki onlara- anneler, anne adayları var, yirmisekiz haftayı sağlıkla atlatan, bu kabusa uyanmayan nice anneler var. Sonra benim yoğun bakım annesi arkadaşlarım var, uyku apnesiyle uğraşan, gelişme geriliğiyle uğraşan. Anlatabilir misin, anlatamazsın. Yaşamayana anlatamazsın. Onun için, birbirimizi anlıyormuş gibi yapmamız da pek doğru değil çoğu zaman aslında. Birbirimizi anlamıyoruz genelde, anlamak için aynı olmamız gerek. Aynı olmadıkça anlamıyoruz.

Nerelerden geldik buraya, dayının süpriz diye hazırladığı videonun minik bir parçasını görmem üzerine çıktı sanırım hepsi. Her gelişinde bir video çekse, kimbilir daha nelere gebe oluruz hepimiz.

Gelişim notlarına gelirsek, sende bir haller var. Başparmağını keşfettin, buna sevinmeli üzülmeli miyiz emin olamıyorum. Parmağından şapır şupur ses geldiğinde biraz huylanıyorum, meme yerine ona sarılıyorsun, başka tatlar keşfediyorsun gibi geliyor. Biraz okuduk ettik, çok tehlikeli bir şey değil, olabilir, üzerine gitmeyin, diyor. Ama bir kere görülen şeylerin aslında hiç unutulmaması gibi, bir kere olan şeyler de geriye yürümüyor. Yani, baş parmağını keşfettin bir kere, unutacağını pek sanmıyorum. Bakalım neler olacak üstüne.

Geçen gün iki lokma bira içtim dayınla, babanla. İki lokma gerçekten iki lokma aslında ama nefesimi tuttum genişce tabi lokmalar büyüsün diye. Sonra, babaannenin tabiriyle duyduğum suçlulukla sonraki birçok şeyi buna yordum. Gece emmiyorsun gibi geldi, popon bira kokuyor gibi geldi, memelerim bira mayası kokuyor gibi geldi. Yani, yeniden içmem biraz zor olur sanırım.

Bilgisayarı düşürdüğüm için zihnim dağıldı Kurabiye. Ben seni düşürmekten de çok korkuyordum, dayın onu seviyor olacaksın, ondan düşürmeyeceksin merak etme, diye sakinleştirmişti beni. Yoksa çok telefon kırmışlığım ve bilgisayar düşürmüşlüğüm, bardak kırmışlığım var. Ha baban da diyor ki, Kurabiye kucaktayken düşeceksen, sırtüstü düş. Oldu, diyorum ben de. Ayarlarım kesin, taşları, topları berime kor, ona göre düşerim.

Sen kendine iyi bak emi Kurabiye. Öptük seni banyolu kokundan...

3 Ocak 2015 Cumartesi

Yüzellibeşinci gün

Bugün önemli birkaç şey oldu. Öncelikle geçtiğimiz aylarda aldığım ve seni içine sokup haline güldüğümüz tulumu giydirdim bugün sana. İlk giydirdiğimizde bir korkuluğa benziyordun hafif, tulumun kolları, bacakları seni bir tur sarabilecek büyüklükteydi. Ve bugün gördük ki, tam sana göre olmuş tulum.

Bir diğeri, boynunu hafiften tutabildiğini gördüm seni kollarımda tutup, sana dans ettirirken müzikle. Bu sana belki küçük ama bize çok büyük adımlar dağıttı beni hafif. Zaman bu kadar çabuk geçiyor olamazdı, bu kadar çabuk büyüyorsan, biz de bu hızla yaşlanıyorsak, senin çok zamanlarını göremeyecek olmak düştü birden aklıma, saçımın tamamen beyazladığı. Geçenlerde dayın da demişti aynını, senin büyümen, bizim yaşlandığımızı gösteriyor ufaktan bize. Önünde açılan dünya, bize hafiften hadi ablacım, abicim yer açın biraz, diyor gibi. Tuhaf değil mi. Daha sen de belki baba, belki dede olacaksın.

Babanın üzerinde tırmanmaya başladın sonra ufaktan. Emeklemenin modern bir versiyonu gibi. Avuçlara sığan ayaklarınla destek alıp yukarılara atıyorsun kendini, gidemediğinde minik öfke nöbetlerine giriyorsun, memeyi tutamadığında girdiğin nöbetler gibi. Arada sesleniyoruz sana, asabi misin oğlum sen, ne tuhaf, halbuki ne annen ne baban hiç asabi değil, deyip gülüyoruz sonra. Armut dibi olmasın huyun suyun, olur mu. Anadan babadan siniri alma. Unutma, anadan insani, sosyal yönleri, babadan teknik yönleri alacaksın. Tersi, tersi bir doğa felaketi, çok hektar bir ormanın yanıp kül olması gibi adeta.

Komik bir foturafını etiket yaptık babanla. Bastırıp sana saklayacağım bu halini. İleride çok ileride, kravatlı böyle ciddi bir adam olursan bir doğumgününde ofisini bu foturafın büyük haliyle basıp sana süpriz yapabiliriz. Unutulmaz bir anı olur herkese.

Saçımı kestirdim bugün ben, fön de çektirdim. Seni hiç doğurmamış gibi oldum, sonra evde koluma taktım seni, çok yakıştın bu halime de. Ve hatta diğer kolum boş kaldı, dedim buraya da bir tane lazım. Sen takkeli hacı amcaydın bugün babanın tabiriyle. Ben Nikita'nın yandan hafif yemişi, takıldık yanyana.

Dayı geldi Ankara'dan. Büyümüş gördü seni üç dört günde. Bazen durup durup aniden hop büyüyorsun. O dönemlerden biridir belki.

A, harika haftanda uçak olmayı sevdiğini okuduk. Tabiri doğru mu anladık, emin değiliz. Ama seni çeşitli şekillerde uçak yapıyoruz, daha da yaparız herhal üç beş şekil. Eğleniyoruz anlayacağın seninle Kurabiye. Sen de eğleniyorsundur umarım.

Huzurlu uykuların, kolay gazların, bol kakaların olsun annem....

1 Ocak 2015 Perşembe

Yüzelliüçüncü gün

Güzel saçlı teyzen bana yılbaşı hediyesi olarak çok cici bir defter almıştı. Bir yıllık, yazı defteri. Her güne bembeyaz sayfa ayırmışlar, en güzel şekil bu olmuş. İşte o defterin başında doğa takvimi varmış. Bugün, yarın ve öbürgün fırtına günüymüş Kurabiye. Tabi sen şimdi anlamıyorsun, çünkü senin odan yirmibeş derece. Dışarıda, kapalı olan yerlerin bile çok üşüyor halbuki bugün.

Pazara gitti anne. Yarısı gelen pazarcılardan sebze meyve aldı. Aslında elden gelse hepsinden almak istedim bu soğukta kalkıp geldikleri için. Mandalinacı abi gelmemiş misal, limoncu amca söyledi. Başka yerden aldım mandalini, karşının taksisiyim dedim. Artık sana mı, bana mı lazım bilmiyorum da, bu kış çok mandalin yedi anne Kurabiye. Sana süt oluyordur herhalde, değil mi...

Babanın göğsünde uyumaya başladın kollarını yanlara açıp. Uyumadan bile öylece yatıyorsun kucağında. Ona da benziyorsun zaten en çok, Artık bi kucağın daha var uyumalık garanti yani; benim açımdan bakarsak, seni daha huzur içinde bırakabilir miyim acaba kendisine artık, ne dersin?

Sana yine ciciler geldi dün, seni giydirip süsleyip foturafladık yine. Birazcık eğlendik yani kızmazsan. Bu yıl senin yılın, bu yılbaşı senin yılbaşın. O yüzden çok tatlıydın akşam da. Misafirlere tüm şirin halinle baktın, her kucağa gittin, her foturafa baktın, süt içtin, uyudun, uyandın. Bugün de bizim gibi akşamdan kalmacılık oynadın. Biz yatıp yuvarlandıkça sen de yattın yuvarlandın. Hayat, güzel bir şey olabilir mi Kurabiye? Olabilir, hatta yarın çok daha güzel olabilir.

Öptüm seni banyolu yanaklarından...