7 Ekim 2014 Salı

Altmışyedinci gün

Güzel başlayan, zor biten bir gün oldu Kurabiyecik. Bunları buraya yazmamın yine kendimce tek sebebi, ileride okuyup gülümseyebilmek. Yoksa şu an çok uzak hissediyorum gülümsemekten, az sonra anlatacaklarımı düşününce.

Dayın bilir, benim çocukken, kapı kilidini açamayan ve aynı zamanda bisiklete de binemeyen bir halim vardır. Becerememe, kıvıramama hissim ne zaman tavan yapsa bu aptalca anıyı hatırlarım. Yıl kaç dersen emin değilim, bisiklet kapı ve Kastamonu dersek ilkokula başlamış olmalıyım, en fazla ikinci sınıf olabilirim. Ama o dağılma, darma duman olma, kendini hiçbir işe yaramaz hissetme halini her başarısızlıkta çok net hatırlarım. Ananen bisikletimi iterdi, o bıraktı mı düşerdim hep. Elime anahtar verirdi sonra, o kilitte döndüremezdim bir türlü.

Bir de Adana'da ortaokuldaki beden derslerinde akrobatik hareketlerden sözlü olurduk. Parende atabilmek, köprü yapabilmek falan gerekirdi herkesin içinde. O mindere "başarabilirsin, başarabilirsin" diye çıkıp, çıt çıkmayan salonda kıvıramadıkça kızaran yüzümle "başaramadın, başaramadın" sesim çınlardı kulaklarımda. Bir de bu anıyı hatırladım bu gece dönüşümlü.

Yumuşatarak anlatmış gibi oldum olan biteni.

Bugün seni adam gibi emziremediğim gibi, korktum, üzüldüm, panikledim. Hemşire tekrar tekrar söyledi, hisseder sizi, dedi. Sakin olun, dedi. O dedikçe sen baktın uzun uzun bana, memeyi tuttun tuttun bıraktın, ben yine kopartıp atmak istedim o memeleri. Sen ememedikten sonra bana neye yarar demek istedim. Daha çok küçük, bu haller çok normal deseler de, ter bastı her yanımı. Süt dolu, ama sana veremiyorum, içim şişti şişti taştı. Zavallı hemşire de çabaladı benimle uzun uzun. Senin beslenme saatin gecikti, biberona döndük sonra daha da geciktirmeyelim diye.

Yalnız bıraktı sonra biraz bizi. Sen bi ara biberonu itip öksürdün, sonra aniden sustun. O sustuğun, hiç kıpırdamadığın an ben neler neler düşündüm, nereden nereye savruldum da sonra çaresizlikle "hemşire çağırır mısınız lütfen" diye seslendim. Evde hemşire olacakmış gibi, o an gitmiyor gözümün önünden. Nefes alıp almadığını nasıl yoklayacağımı bile bilemediğim an, elimi iğne deliği kadar olan burun deliklerine götürüp yoklamam. Sonra hemşirenin gelişi, yüzünü gıdıklayışı ve kıpırdanman. Bir şey yok, merak etmeyin, deyişi. Sonra bildiğim her şeyi unutmam. Kalan biberon beslemesinde, gaz çıkartmasında ard arda çakılmam. En son seni teslim ederken yüzünü bana çevirip, gözlerinin içinden özür dilemem hepsi için. Ağlamam üzerine bir güzel. Hemşirenin karşısında un ufak olmam, yedi aylığından suçlanmam. "Kucağınıza almak nasip oldu, öyle demeyin" telkini. "Çok sakin, tatlı bir çocuk" telkini.

Korkuyu da hisediyormuşsun Kurabiye. Korkmamayı nasıl başaracağım bilmiyorum. Laciverte çalan gözlerine bakmamız yeter belki de değil mi, zaten fazla güzel olduğun için bizden olmamandan şüpheleniyorum biraz.

Yoldaki annelere baktım sonra dönüşte, hepsi mi geçti bu yoldan, korkudan, panikten, kıvıramamaktan, dedim. Nasıl olacak bunların hepsi dedim. Hemen büyü, utandır beni, emi Kurabiye. İlahi anne, de bana. E öyle ama, diyeyim ben de sana.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder