5 Ekim 2014 Pazar

Altmışbeşinci gün

Bugün yan kuvöz annesinden bayram hediyeni teslim aldık mahçup olarak. Senin sizin hep küçük kalmayacağınızı bildiği için büyük kıyafet almış sana, öyle dedi. O an onun minik kızı için neler hissettiğini düşündüm, senden üç hafta daha küçük olan kız çocuğu için. Neyse, hayırlısıyla çıkarsanız oradan, defalarca anlatsak da pek anlamlı gelmeyecek anılar biriktiriyoruz gibi geliyor bazen size.

Bu arada, biz seninle üç gündür yakından görüşüyoruz. Kucağıma alıyorum seni, öyle masum bakıyorsun ki, beni görüp görmediğinden, tanıyıp tanımadığından emin değilim, ama boncuk gibi gözlerin olduğundan eminim. Bugünkü hemşire ablalar mavi gözlü olacağını söyledi, hiçkimsede yok ki mavi göz dedim, olsun o mavi gözlü olacak, dedi kendinden emin olan. Bakalım, olur musun mavi gözlü, baban yaptırır mı bu durumda o meşhur DNA testini. Kan grubun AB + miş, hiç kimsede yok AB grubu kan. Nevi şahsına münhasır diye bir tabir vardır çok eskilerden, bu da onun gibi, adın gibi ve hatta...

Kucağımdaki halin aptal ediyor hafif beni sonrasında. Gaz çıkartma kısmında pek başarılı bulmuyorum kendimi, ama öğrenirim biraz daha sanırım. Hemşireler yalnız bırakınca ikimizi, hızlıca kokluyorum seni tulumla boynun arasından, ama duyduğum tulumdaki deterjan mı, elimdeki dezenfektan mı, sen misin bilemiyorum. Sana yoruyorum tabi çoğunu. Çıkışta elimi kokluyorum, "Dezenfektan mı bu?" diyorum babana emin olmak için. Olmasa gerek, değil mi.

Seni günde üç kere görmüş oluyorum birkaç gündür. Öğle ve akşam ziyaretlerinden sonra on dakika yakınlaşma. Daha enerjik olmam gerekirken daha yorgunum yalnız. Anlamıyorum tam. Türlü kaygılar biriktiriyorum, üretiyorum. Gelişin yaklaştıkça nasıl olacak, edeceklerim artıyor. Eve bakıyorum, çok büyük, sen miniciksin. Nasıl bakacağız sana burada, diyorum. Saçma işler yapıyorum sonra, gardrop düzeltiyorum, atılacakları ayıklıyorum onuncu kez. Saçlarımı kestirmeliyim ki çocuğun ağzının içine girmesin diyorum ve günlerdir erteliyorum sonra bu işi.

Bir atalet var üzerimde yorgunluğa arkadaş. Korku, tedirginlik, endişe kolkola geliyorlar sanki bize. Sonra seni seslendiriyoruz arada, o iyi geliyor. Bakışlarındaki sukunet inandırıcı kılıyor sözlerini; "sakin, her şeyi öğreteceğim size sırayla, çok yaptılar burada bana, biliyorum artık, beni dinleyin, dinlemesini bilin, adam gibi, yeter. Nasıl altım değiştirilecek, ne zaman besleneceğim, nasıl gazım çıkacak anlatacağım, panik yok. Her şey güzel olacak, gözlerimin içine bakın, yeter" diyorsun. 

Sonra bugün hemşire "ne zaman ağlarsa, meme vereceksiniz" dedi bana. Tarif etmem zor ama korkum bir kat daha arttı desem, teslimiyetin resmi bu işte dedim. Adamın biri günün herhangi bir saatinde, evin herhangi bir yerinde bas bas bağırdığında, elinde ne var ne yok bırakıp, koşup meme vereceksin ağzına, o kadar. Sırası, sekisi, kuralı yok bunun. Ne zaman isterse vereceksin. Ne isterse vereceksin, hayat boyu hep vereceksin. Sonra o çekip gidecek, bir el kızı alacak, o kız bunu üzecek, elinden hiçbir şey gelmeyecek, vesaire vesaire...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder