5 Eylül 2016 Pazartesi

Sayamadım günleri yazısı

Kaçtır yazacağım sana, beceremiyorum. Olan biten her şey öyle tuhaf, öyle kendi seyrinde, hızında olup bitiyor, dönüşüyor ki neye ne diyeceğimi şaşırıyorum çoğu zaman.

Aynaya bakmasam, hep sana baksam, kendimi çok eski bir zamanımda sanabilirim, ki oluyor sık sık. Aynada tokat gibi çarpıyor yüzüme uçurumumuz. Ne bana benziyorsun bir parça bile, ne de benim yaşım senin yaşına yakın. "Bizden geçti" replikleri ne kadar komik ve güdük de dursa henüz üzerimizde, bir on yıl altım ve üstümden duyar oldum bu lafı artık. Oralara geliyoruz birazından demek ki...

Bana bu yazıyı yazma cesareti, arzusu, inadı veren ise şu aşağıdaki foturaf.
Bu, kendini bu kadar bildiğin ve aheste dolandığın ilk vapur/motor seyahatin olabilir. İlk deniz simidin, martı simidin olduğu kesin. Kendi başına bunca rahat oturuşun, gelene geçene bakışın, olanın bitenin bu kadar içinde ve dışında oluşun. Bu kareyi çekerken de, bu kareye bakarken de gıcıkladı her defasında içimi. Ve arkaya bak bu şarkıyı/şiiri açtım yazabilmek için.

"Garipliğine yan, yan yürek yan, gitti giden giden..."

Neden, onu gerçekten bilmiyorum. Sana nasıl bir gelecek bırakıp, seni nasıl bir ortama sürüklediğimizi hiç kestiremiyoruz. Fena halde endişeliyiz birçoklarımız gibi. Yemek yememen en büyük problemimken bazen, daha büyükleriyle nasıl baş edebilirim tahmin edemiyorum. Ve sen iki gündür öyle güzel, öyle içli bakarak yiyorsun ki ne versem, o bakış içimde bir yerleri deliyor gözgöze geldiğimizde. Türlü mesaj okuyorum çünkü içinde.

Sağımda solumda patlayan sivilcelerden sezmiş gibisin. Bu kadın bu aralar, bişilere takmış kafasını, sıkmış canını. benlik mevzular da olabilir içinde demişin. Ve tamam bak yiyorum, nolur asma yüzünü diyorsun yerken. Doyduğunda, en naif halinle "mama bitti" diyorsun bana, anlamamı bekliyorsun. Anlamıyorum çoğu zaman, nolur bitir, bitecek o tabak veyahut türlü başka rezillik diyorum. Halbuki sen onca iyi niyetin ve netliğinle bir yol bulmaya çalışıyorsun gözlerimin içine bakıp, "mama bitti" diyorsun soru işareti tonlamasıyla. Ben yine hayvanlığım, o ilk günlerimdeki yeni yetmeliğim altında eziliyorum o zaman.

Bugün seni uyutmaya çalışırken, kollarını kaşıdın, nen var dediğimde, "sinek ısırdı" dedi, ah canım nasıl ısırmış seni dediğimde, kollarını tutup tutup lokmalar koparıp ağzına götürdün, uzun uzun anlattın bunu ve ben ayıp lambayı açmayı geç farkettim. Kıpkırmızıydı kolların, o Allahın sevdiği hayvan diyeyim hadi, seni oracıkta ısırıyordu sen bana en yalın, en net halinle durumu anlatırken. Ve ben yine anlamamaya yatmıştım o yatağa.

Dün öğlen, kapıyı çekip çıktık hep beraber. Sen asansörde kıyameti kopardın, anlamadık ne dediğini, kamyon istiyorsun sandık, araba diyorsun dedik. Susmadın, dönelim alalım bari arabasını sevinsin çocuk dedik, anahtar yok, belki kapıdadır dedik can havliyle döndük eve seninle. Anahtar kapının üzerindeydi ve sen orada unuttuğumuzu görüp, türlü ses tonunla anahtar demeye çalışıyordun biz şaşkınlara. Göz yaşlarınla kapıya geldiğimizde, anahtarı görüp rahatlayan annene, "onu çıkar" dedin ve anahtarı almamızla rahatladın, düşün önüme abuşlar, artık gidebiliriz dedin uzun yolumuza.

O uzun yol, minik ve sevimli ailemize, bu motoru, sonra Eminönü'yü, Tahtakale'yi, çimenlerinde yuvarlandığın Gülhane'yi ve Topkapı'yı, sokaklarında dolandığın Sultanahmet'i getirdi.

Çok güzelsin Kurabiye, öyle böyle değilsin. Kıracaklar dalını, yakacaklar canını, ve oturmak istediğin minik sandalyeyi altından çekmeye çalışan zalimlerden çok olacak annem. Ve malesef ki sana "ver onu bana" demesini öğretmem gerekecek, dedenin zamanında bana dediği ve anlam veremediğim gibi, "vurana sen de vur" demem gerekecek sana. Bugün çocuk alanında sandalyeni çekip alan, yarın kadar çocuğun başını okşamanı da, olayı çözmem başka deyişle sana yardım etmem için bana bakıp, elimi tutmanı da unutmayacağım.

O sandalyeyi o çocuğun elinden senin alman gerekecek Kurabiye. Bu bana çok ağır, çok acı ve çok anlamsız gelen şeyleri sana malesef öğretmemiz gerekecek. Seni severken sana vuran küçük sarışın çocuğu, gözünde yaşlarla kafasından sevmeni de unutamıyorum hiç. Hepiniz, hepimiz sevmeyi bilerek doğuyoruz gibime geliyor. Sonra her şey o tuhaf park terörü ile başlıyor, gerisi de geliyor malesef.

Anneler babalar gizli gizli benim çocuğum hakkını yedirtmez, lokmasını alır diyor gibi geliyor nedense. Çocuğun önce yükselmesine izin verip sonra "a çocuğum çok ayıp, ver onu geri" ler falan bana hep biraz caz geliyor ne demekse o. Sen bilmiyorsun vurmasını işte henüz, birinin elinden oyuncağı almasını da, birinin altından sandalyesini almasını da. Ortalık senin gibilerle dolu olsa ve hiç öğrenmeseniz, öğrenmesek olmuyor mu. Bir şeyler bir şeylere hep "daha" olmak zorunda mı derken Umay Umay "Düşmedim Daha" diyor arkada. Vardır bir hikmeti.

Sen motorun o beyaz koltuğunda, elinde simit parçasıyla uzaklara bakarken, o denize yönelmiş halinle kal bir yerlerde hep olur mu. Bir yarının orada öylece kalması için de ki anne dağları yarsın, yarsın annecim.