30 Ağustos 2015 Pazar

Artıyirmisekizinci gün

Aslında dün yazacaktım, ne çok aslında diyorum sana. Al sana yine devrik. Kafa bile yordum bunun üzerine ben, bir deli bir kuyuya taş attı, ben oturdum baktım ardından, neden neden, dedim. Şöyle karar verdim, tam olarak neyi nasıl diyeceğimi, ne dersem ne olacağını, daha cümleye başlamadan, ağzımı açmadan kestiremiyorum. İşyerinde çok sık tecrübe ettiğimiz ve hastası olduğum "kervan yolda düzülür" tabirinin kelimelere dökülmüş hali, benim devrik cümlelerim oluyor. Bak cümle devrik olmadığı zaman, bu kadar uzun oluyor, ne gerek var. Varsın devrilsin be Kurabiye.

Konumuza dönelim, aslında dün yazacaktım. Çünkü dün çok güzel, çok özel bir gündü. Bugün de çok güzel oldu üstüne, ama yine de dünden başlayacağım.

Dün bizim evlilik yıldönümümüzdü Kurabiye. Sen bu eve hancı olmadan önce geçen dokuz yılın kapanışıydı, güzel tesadüfler çok güzel bir güne yol verdiler üçümüz için. Evlendiğimiz otelde kaldık bir kere, ki ben çok seviyorum orayı. ilk gördüğümden beri hastasıyım da denebilir. Ve bize, evlendiğimizde kaldığımız odayı vermişler; minik bir farkla, içeride mini mini bir bebek yatağı var bu defa. Onlarca şey düşündüm odaya girince, aynılığını farkedince. Babanın, şaraptan sağlam bir yudum alıp "Allah utandırmasın" diyerek alnımdan öpüp, elimi sıkı sıkı tutup bizi salona indirişi var o geceden mesela.

Düğünün olduğu salona indik sonra sabah, sen uyuyordun, dürtmek istedim, yapamadım. Bir daha gideceğiz mecburen. Gözlerim doldu salonda, kadın işte, ağlasın dursun. Aslında çok mütevazı bir otelde, küçük bile sayılabilecek bir salonda olan biten her şey bana on numara görünmüştü o gece. Orası kocaman, o düğün de her düğünden daha güzel gibi, pasta niyetine gelen dondurmalı helva her şeyden daha tatlı gibi. Ben en güzel gelin, baban en güzel damat, dayın en tatlı dayı gibi. Tüm makyajım "evet" derken akmamış gibi, "hayatta akmaz" dedikleri rimel gözümün içine girmemiş gibi. Düğünün çok güzel olduğunu, konukların hiçbirinin kapanışa kadar, biz onlara "hadi artık" diyene kadar gitmemesinden biliyorum. Oradan rahatlayabiliriz.

Halbuki neler oldu sonraki dokuz yılda dedim kendi kendime, ne kavgalar ettik durduk babanla. Ben birazcık hırçınım, o da hafif inatçı. Ama sen bu minimini huylarımızı alma emi tatlım. Ölümler oldu sonra, terasta otuturken geldi gözümün önüne. Terasta kol kola çektirdiğimiz foturaflar. Gelin halimi gören ama anne halimi göremeyen ananem, babaannem, dedem geldi aklıma.

Neyse Kurabiye, ben böyle duygusal şeyler düşünürken, sen hep uyuyordun işte annem. Neden mi, gece yine uyumadın çünkü, yer yadırgadın, bize de yadırgattın gül gibi gelin damat odamızı. Neyse, yazdık deftere, alacaklıyız senden.

Ertesi gün çok güzel gezdik, Eminönü gördük, Sultanahmet gördük, Köprü altında bira içtik, köprüyü geçtik senlen, Karaköy gördük. Her yerlerde gezdik, dolandık. Bizim pestilimiz çıktı, sen "yine yapalım, yine yapalım" deyip duruyordun. Senin şu henüz yürümemen, tahtında gidip gelmen, yorulmana mani, malesef anlamam zaman aldı benim. Bir de cici bohça aldım sana, tam falcı bacı oluyorum bohçama seni taktığımda. Kah bohçada, kah arabanda, kah vapur koltuğunda, kah baba kucağında, takıldın da takıldın Kurabiye. Eminönü'yü ben çok seviyorum, sanırım sen de çok sevdin. E baban da sevecek artık n'apsın.

Bir de sakızcı amca var bilmen gereken, arkadaşlarının kırkbeş kağıda sattığı arap bacı sakızlarını onsekiz paraya satan. O amcayı iyi belleyip, her bayram gitmen lazım senin. Biz elden ayaktan kesilirsek, tüm sakızlarımızı, çikolatalarımızı oradan almalısın bize.

Öptüm seni çığlık atan minik boynundan...


27 Ağustos 2015 Perşembe

Artıyirmibeşinci gün

Düne not düşmem gerek, aslında foturaf çekip onu koymalıydım ki, anlamı olsun. Dün akşam birlikte parka gittik. Akşamüstü çorbası içtin, beni çok sevindirdin.

Ama asıl mevzu ya da foturafa konu olay, bu değil takdir edersin ki. Yemek senin elinin kiri, her gün kaç kere yaptığın şey. Tabi elimden akşam üstü çorbası içtiğinde, yandan geçen kızlara ağzının suyu akarak bakarken, aynı zaman büyük açıp "versene şu çorbayı" dediğin için, ekstra mutluyum, ayrı.

Mevzumuz şu, dün seninle dönme dolapçı amcayı gördük. 2 Lira'ya dönme dolaba bindiriyordu çocukları, akşam pazarı deyip 1 Lira'ya indirdi. Gezici bir dönme dolap bu, iyi bak, dedim sana. Bu amca az biraz daha sağ olursa, birazcık daha büyüdüğünde ve buralarda olduğumuzda seni de bindiririz inşallah, dedim.

Tonton bir amca ve hayatında belki ilk ve ne yazık ki son kez taşınabilen dönmedolap gören çocuklar ne kadar şanslı ve özel olduklarını biliyorlar mı acaba, diye düşündüm. Çocuklar bindikten sonra, tonton amca ortadaki kolu çeviriyor ve dönme dolap dönüyor.

Park ortamı çok güzel Kurabiye. Çocuklar ve çocuk anne babaları birbirlerini tanıyor, birbirlerine selam ediyor. Artık seninle günün son yemeği parkta yiyebiliriz gibi geldi bana, ne dersin?

Öptüm seni şimdilik. Ne anladın bu yazıdan, bir dönme dolap var benden içeri, onu bildin. Tonton bir amcanın 1 liraya bindirdiği, ortadaki kolu fır fır çevirip çocukları döndürdüğü ve akşamları çekip evine götürdüğü bir dönme dolap.

Yazı neden diğerlerine göre çok daha renksiz, çünkü işyerinde yazıyorum kimse duymasın. Buranın halleri; anneni çiçekli pantolon, askılı bluz, kakanı elle kontrol edip, yutamadığın lokmanı bir hamle ağzından çekip alıp, senin yerine yutan halden birazcık farklı yapıyor. Buralar beni ağır abla biliyor, ve hatta senden önce çok asık suratlı biliyorlarmış, ama sen çok değiştirmişsin beni. Bunu ayrıca konuşuruz.

Yedim yuttum seni şimdi uzaktan...



22 Ağustos 2015 Cumartesi

Artıyirminci gün

Bugün parka indik seninle. Seni beğenen abiler oldu, sen ne tatlı şeysin, dediler. Ellerindeki aletlerle senin foturaflarını çektiler. Halbuki ben de aylardır ve hatta iki yıldır elime almadığım makinemi almıştım. Seni çekecektim boy boy. Ama benim makinemin mevsimi geçmiş bile Kurabiye. Işığı ayarlasam, saniyeyi ayarlayamadım.

Çocuk kadar hareketli bir şeyi, manual ayarlı makine kadar hassas ve bi yerde yanlış şeyle çekmeye kalkmamak gerekiyormuş. Geldi o kendine abi dediğimiz velet, ay sen ne şekersin du bir çekeyim seni, dedi. Açtı ipad'ini, çot çot çekti seni ben netliktir, ışıktır, saniyedir derken. Dur bir de selfie yapalım birlikte, dedi, ikinizi çekti sana da gösterip koca ekranda... Ben göstersem ne göstercem el kadar makinede, sense koca kafanı gördün ipadde.

Hey gidi Kurabiye annesi seni, dedim. Zamanında bu makineyi alırken de, eski manual makinenden ayrılamamış, filmdir banyodur tutturmuştun, dedim. Şimdi de senin bu yarı profesyonel yandan çarklıyı yandan sollayıvermişler, dedim. Ipad mi o, bize de lazım demek ki dedim, yazdım deftere. Ki bu ipad denen şey, ileride, benim şimdi romantik bir bağ ile tutunduğumu minik not defterleri gibi bir şey olacak sizler için. Kendime maksimum on sene tanıyorum ve diyorum ki, o ve ben bu hızla gidersek şayet, teknoloji beni on sene içinde alt edecek. Ve sana yalvaracağım, gel beni şunlan şurda konuştur, görüştür diye.

Öyle yani annecim, ama bir on yıl en azından, sen benim her şeyi en iyi, en çok ve en doğru bileceğimi sanacaksın. Öyle de olacak yani.

O zaman, nice on yıllara paytak ve iki yarımdan çok, bir yarımdan az ve bir de yarımdan çok çok az dişli çocuk seni...

Yeniyetmelerin,

17 Ağustos 2015 Pazartesi

Artıonbeşinci güne ek


Sen eve gelmeden önce yaptığım iş listesini buldum Kurabiye. Çok komik, bir muhasebe yapma ihtiyacı duydum.

Demişim ki oğlan gelmeden bir Eminönü'ye git, bak o gelince gidemezsin ha. Sonra tik atmışım, demek ki yapmışım. Halbuki senle de iki defa gittik geleli beri,ne güzel.

Adaya git, onlan gidemezsin demişim, gittik halbuki seninlen adaya. Her ne kadar lodosa yakalanmış ve seni o yollara soktuğum için babandan sağlam küfür yemiş olsam da, gitmiştik be annem, çok da eğlenmiş idik.

Blog yaz, demişim ki şor şor yazıyorum halen, demek ki mani değilmişin hiçbişilere sen.

Dişçiye git aman ha demişim, ama yapamamışım, çarpı koymuşum. Halbuki sen eve geldikten sonra duramadığım diş ağrısı yüzünden, kanguruda sen ilen gitmiştik. Hatta sen kucağımdayken tor tor ağzımın içinde çalışmıştı dişci abla, demek ki yine neymiş, Kurabiye hiçbişilere mani değilmiş.

Laser epilasyon yaptır kadın, demişim. Ona başka yol buldum diyeyim hallettim olsun adı:)

Evdeki filmleri izle, kitapları oku demişim, bak onu halen yapamadım. Demek ki neymiş, Kurabiye'yle gezilir tozulur ama evde uslu uslu oturulmazmış. Neden, dedenin dediği ve benim çok sevdiğim gibi, çocuk sokakta büyür çünkü, ondan be annem. Öptüm seni uyanan gözlerinden...


Artıonbeşinci gün

Bugün, senin bana doğru emeklediğini, bana tutunup tırmandığını gördüm. Tırmanıp bacaklarıma sarılarak, dimdik durduğunu da gördüm. Yanime canımcım, artık seni yürürken hayal edebiliyorum, hatta koşarsın bile sanırım sen. Al sene yine devrik cümleler...

Bir de yediay önceden foturaflarını gördüm, o zamanlar da şirin geliyordun gözüme, ama saçsız toparlak kabak kafa bişiymişin tombik yanaklarla. Yani pek de güzel değilmişsin aslında, ama kuzgun anka durumu sözkonusu sanırım. Geçenlerde bir amcan söyledi, çok yakışıklı dimi dedim seni gösterip. Yakışıklı, ama öyle çok değil, dedi kibarca. Ama tabi annesi olduğundan sana olduğundan daha güzel görünüyordur dedi sonra, anne çocuk konusunda profesör kendisi. Kendisi de bir ananın oğlu değilmiş gibi, uzun süre bir kediye babalık etmemiş gibi. Ya da hepsi olduğu için, doğru anlamış hadiseyi.

Yani tatlımcım, sen yediay önce de çok güzeldin, ama şimdi en bi güzelsin. O kadarsın ki, bisikletle bayır çıkarken nefes nefese, "na na dahh" diyorum bağıra bağıra, bu lisan bana çok iyi geliyor. Allah baba razı olsun senden, ellerin, dillerin dert görmesin. Şarkıların çok, sevenlerin bol, yiyip içtiklerin çeşitli, gezip gördüklerin rengarenk olsun.

Öptük seni zor uyuyan yanaklarından...



16 Ağustos 2015 Pazar

Artıondördüncü gün

Bu haftasonu birkaç ay büyüdün Kurabiye. Ya bu arada, anana devrik cümle kurma, okuması zor oluyor diyorlar amma, ben edemiyorum başka türlü. Sen de sevmezsen, yüzüme tükürürsün. Ama sen hele bi büyü, bi oku, bi erkeklen, o zaman bakarız. O zamana kadar, ben bildiğim gibi devam edeceğim sanırım. Baban da destekliyor beni, kim tutar bundan sonra...

Neden mi büyüdün, çünkü Marmaray diye yüzyılın icadı olan bişiye bindin, ve hatta biz de seninle ilk defa bindik. Ben öyle kurttan börtü böcekten, karanlıktan ondan bundan korkmasam da, benzerlerine NewYorklarda hohoyt binmiş olsam da, bildiğin suyun altında giden, oldukça altında giden ve gülyüzlü memleketimde yapılan her şey en az bir kez arızalanırken, ve henüz Marmaray'ın meşhur arızasını duymamışken, pek içinde olmak istemiyordum. Ama bindik işte ezcümle. Ve sana bakarken, seni gül, ağlama diye eğlerken, sana bak bak, na na dahhh derken, hop dedi ki spiker "Üsküdar'dasınız gençler"... Göz açıp kapayana kadar geçmişiz denizler altında. Benim korkularım da, kendi çapında geniş hayal dünyam da almış cevabını. Marmaray'dan balinalar ve yunuslar görünmediği gibi, tavanından sular da girmiyormuş içeri. Tek yön vapur pek zevkli olsa da, yüzyılın icadı bir saatlik yolu beş dakikaya indiriyormuş. Ha kesseler yine oyumu vermem onlara, ama Marmaray güzel bir şey olabilirmiş annecim. Kimbilir senin zamanında neler neler olacak, ben mi ben hayal edemiyorum. Zaten teknolojik hiçbir şeyi hayal etmeyeyim ben.

Neden mi öyle dedim, bana yeni telefon verdiler kullanayım diye, almaz olaydım dememe oldukça az zaman kaldı. Teknolojiye yatkınlığım dillere destanken, alışkanlıklarım konusunda sabit fikirliliğim de meşhurdur. Şimdi marka zikredemeyecegim ancak herkesin ölüp bittiği bir telefonu, ben oldukça sık ve yüksek sesle küfrederek kullanıyorum şu ara, onun yapmasını istediğim şeyleri bağırarak söylüyorum kendisine, henüz anlamıyor. Bulacağız bir orta yol sanırım. Hah yine devrik gitti bak cümle. Sevdiğim bir söz vardı, onun gibi oldu. Anlamadı, anlamıyor, anlamayacak diyordu o söz. O hesap. Olmadı, olmuyor, olmayacak.

Bir diğer yenilik, en son sen karnımdayken gittiğimiz bir deniz kıyısına gittik bugün. Sen yine çocuklar gibi, yani tam sen gibiler gibi çıldırdın suda. Baban ayaklarını şapır şapır vurdukça keyiflendin, benimle kumlarda oturdun, benim popom kum oldu, senin de avuçların. Daldın çıktın, daldın çıktın neredeyse. Yüzüne su geldikçe, tuzlarını emdin yudum yudum. Büyüyünce diyeceksin ki, bu köprü daha yapılmadan, ben yüzdüm be koçum altında. Tarih olacak şeylere tanıklık ettin bugün sen.

Bir dişin daha geliyor sanırım, o diş de hayırlısıyla gelirse Cağ Kebabı günlerimizde, utanarak sana verdiğimiz salatalık sapı yerine, şiş et vermeyi hayal ediyor, gözlerinden öpüyoruz.

Yeni yetmelerin,

14 Ağustos 2015 Cuma

Artıonikinci gün

Elim ermemiş yine Kurabiye. Halbuki sen artık, hoppidik yaparak, koltuğa tutunuyor ve ayağa kalkıyorsun. Yaptığına sen de seviniyorsun, bak n'aptm ben, der gibi bize dönüp bakıyorsun.

Seni görenler çok beğeniyor. Ne kadar güleryüzlü, diyorlar. Aah alsam gelicek, diyorlar. Gelir tabi, diyorum. Biz onu kucaktan kucağa gezsin; evi, etrafı hep hoş sohbetlerle kalabalık olsun diye doğurduk, çağırdık.

Daha da ne yazayım bilemedim annem bugün, utanmasan hop hop yürüyeceksin, az kaldı sanırım o günlerimize. Aynada sana bakıyorum, bildiğin sarı ya da hadi lop yumurta sarısı saçlı bir çocuk, kocaman gözlü, yuvarlak yüzlü, güldü mü kocaman gülen. Hadi gülmesinin ucunun kenarı belki benziyordur da, geri kalan hiç bir yerin benzemiyor be annem bana. Bugün kucağımda daha bir alıcı gözle baktım sana, bir sana bir ikimizi gösteren aynaya. Sonra sana sordum, "oğlum ben senin emanetçin miyim gerçekten? Desene bana bir?", ses vermedin, dudaklarını büzüp o meşhur üç numaralı gülüşünle güldün, olmayan bıyıkların altından.

Kendine benze en iyisi sen. Baban diyor ki, bana çok benziyor. Ben bir sana, bir ona bakıyorum o zaman. Bu çocuk bunca yakışıklı, hadi bakınca babasına da çok benziyor kabul, e kadın neden bu çocuk kadar yakışıklı görmemişin, ya da görmedin sanıyorsun bu adamı, diyor diyor bulamıyorum cevabını. Sen ne güzel şeymişsin diyorum bazen, önce sana bakıp, hakketten onunla benzer yanlarınızı farkedip. Yani şimdi, iyi bir şey mi dedim, kötü bir şey mi dedim, bilmiyorum. Sen anladın umarım.

Seni, banyolu ense kökünden öptüm bugün, geceler uzun, günler neşeli, avuçiçi kadar olan yürek huzurlu, kulaklar çın çın çınlayan gülüşün ve meşhur şarkın "na na na dah!" ile dolsun.

Yeniyetme annen,

9 Ağustos 2015 Pazar

Artıyedinci gün

Bugün bu yazıya vesile olan, sebep olan artık ne dersen adına, anılara, köşe başlarına söz vereceğim azıcık.

Bugün bir CD kendini bana aldırdı, hem sen de oralardaydın olaylar olurken. Sen yol ortasında var gücünle "nanana dah!" diye bağırdıktan üç beş dakika sonraydı. Her görenin sana hayran olduğu günlerden biriydi. Elini tutan, gözünü alamıyordu senden. Hani şu masallardaki, beyaz atlı, sarı saçlı, etli butlu prenslerin yeryüzüne düşmüş hali gibisin kimi zaman, bazı günler, canın istediğinde. Ha o mu, evet benim oğlum demek istettiren cinsten. Alıp, karnıma göğsüme bastırmak isteyeceğim türden. Büzüp, aynı zamanda gülümsettiğin dudaklarını içmek isteten aileden.

Neyse laf çok uzamış. Halbuki bizim olay anına ve olay mahaline dönmemiz gerek. Emrah Serbes diye bir abin var buralarda, o olsa eminim çok daha şık bağlardı lafı. Şarkıyı başa sardım, artık daha havamdayım, olanı olduğu gibi anlatabilirim.

Çok sevdiğim bir şarkı çalıyordu bambaşka bir sesten. Ben senin nanana dah şarkına eşlik ederek, her şeyin evet bildiğin her şeyin on numara olduğunu düşünerek dükkana girmiştim ki, şarkıyı duydum. Yıllar öncemden gelen, apartman boşluğuna bakan odamda dinleyip, yeterince ağlıyor muyum, diye elime aynayı alıp baktığım gecelerden bir şarkı. Yıldız Tilbe diye de bir abla var buralarda şimdilik Kurabiye, ve ben onu çok seviyorum, severdim, sevdim, seveceğim, Ve hatta insanlar ikiye bile ayrılabilir aslında; Yıldız Tilbe'yi sevenler ve Yıldız Tilbe'yi sevmeyenler. Sevmeyenleri sevebilirsin, onların içinde de iyi insanlar olabilir çünkü. Ama sevenlere anlatabilirsin, anlayacaklardır.

Eskilerden bir şarkıyı söyleyen gençten ve delişmence bir abla idi çalan. Ki dayın bana ilk CD'sini taaa uzaklardan göndermişti ben senlen ev hapsimin ilk aylarındayken. Çok hoşuma gitti bu şarkıyı yeni CDsine alması, dükkanın bangır bangır bunu çalması. Sen o anda arabandaydın, ama ben sanırım birazcık andan, senden, oradan kopmuştum. Kaçar mı senden, bastın yaygarayı gözlerini benden ayırmadan. N'oluyoruz dedin, o çocuk kim söyle, bile demiş olabilirsin, halbuki sorsan ben bile hatırlamıyorum kimdi neydi, varsa yoksa apartman boşluğuna bakan bir oda var aklımda, bir de delidolu bir kadın sesi patlayan duvarlarda.

Seni kucağıma aldım, sakinleştirdim, buradayım dedim. Sonra sana şarkıyı söylemeye başladım fona eşlik edip. Ruhum isterse gezinirim dipsiz uçurumlarda, aşk düzlükte yaşanıyor, düzlük tek aşkta, dedim. Dinledin, seni kendime bastırdıkça dinledin, sakinledin. Ben yine çok mutlu oldum o zaman. O şarkı orada çaldığı için, sen kucağımda olduğun için, sana sevdiğim bir şarkıyı söylediğim için, ve sen beni ben sana sevdiğim bir şeyleri anlatırken dinlediğin için. Aldık tabi CDyi çıkarken.

Bir güzellik, bir keşif daha var bugünden. Yeni pusete geçtin, artık ayaklarını sallayıp, etrafa bakabiliyorsun dolaşırken. Birkaçtır bızıklıyorsun pusette, kemer sıkıyor dedik, terliyor dedik, dedik de dedik. Ama bugün anladık ki, bizi görmüyorsun artık, yola dönüksün çünkü. Etrafı napıyım anam babam yoksa demişin, anlamamışız. Yemişim öyle yataklı arabayı, anamı görmeyince, ona bakıp nanana dahhhh diye bağıramadıkça, demişin görmemişiz. Biz eşekiz, sen adam et bizi.

Öptük seni banyolu, ve başparmak ayrı gezegen ayak uçlarından...



8 Ağustos 2015 Cumartesi

Artıaltıncı gün

Bugünün senin açından en önemli yanını açıklıyorum Kurabiye:

Sen bugün, hayatında ilk kez pipetle meyve suyu içtin annem! Her şeyi keşfetmen, öyle ani, öyle kendiliğinden ve öyle çarçabuk oluyor ki afallıyor insan.

Karnın açtı ve arabaya binmiştik, o an ememeyecektin ya da çorba filan içemeyecektin. Ben de nefsime yenik düşüp, rejimi börek üstü tropikal meyve suyu karışımıyla delmek üzereydim. Pipete uzandın, ben de yardım ettim sana. İzledim sonra, direktifler verdim duyuyormuşsun gibi, biraz daha, biraz daha çek dedim. Azıcık oynadın, sonra pipet içinde sana doğru gelen kivi çekirdeklerini gördüm. Ben bile heyecanlandım. Devam et Kurabiye, gör bak çok şaşırıcan, dedim sana. Bir çektin, bir bıraktın, sonra bir daha güçlü güçlü çektin. Sen ki süt gelmez artık, denen memelerden süt getiren adamsın, pipet yolundan meyve suyu mu çekemicen, diye düşündüm, kendimi rahatlattım. Hop çekiverdin sonra tabi. Miden ananas, kivi, hindistancevizi ile tanıştı.

Senden biz aslında çok korkuyoruz Kurabiye, sen çok ama çok güçlü bir yerden bitmesin annecim.

Yedik içtik seni banyolu ensenden...

7 Ağustos 2015 Cuma

Artıbeşinci gün

Yıl devirdiğin için bundan sonraki günler artıbirlerle gidecek, ha iki yaşı da devirirsin ben ve günlük o günleri görür mü dersen, bilemem. Onu o zaman düşünürüz. Biliyorsun ki ya da bileceksin ki, zaten uzun vadede hepimiz ölüyüz, o zaman günümüze bakalım. Falan filan oğlum, ağlamanla bölünen gecelerimiz çok olsun ne diyeyim.

Baban sana koştu ki ben yazını bitirebileyim. Rejim niyetiyle çıktığımız yoldan, kokoreç, midye dolma, midye tava, çöp şiş, kazandibi ve supangle ile döner gibi olduğumuz için, üzerine içtiğimiz yağ yakıcı çaydan beklentimiz yüksek. Senin de beklentilerin hep yüksek olsun, emi oğlum. Olmayacağı varsa bile, sen iste biraz. Sen ki, göle maya çalan bir hocanın memleketindensin, olacak o kadar.

Bugün, sen bir salıncağa enlemesine oturdun, güzelce yerleştin. Ben seni düz oturtmuştum halbuki, öyle keyiflendin ki, gülümsedin, mırıldandın, sağa sola döndün, Sonra baktın yanlamasına sığıyorsun, öylecene oturuverdin. Beni neden mi duygulandırdı, çünkü gün gelecek Kurabiye, oraya popon bile sığmayacak. Ve o günler aslında sandığımızdan çok daha çabuk gelecek, ve bana öyle geldi ki bu foturaf, senin kare aslarından biri olacak, dönüp dönüp bakmak, hatırlamak, şaşırmak, duygulanmak isteyeceğin, geçen yıllarda dayının yaptığı gibi "doğumgünü partimin afişi için şöyle minik bir foturafım yok mu yahu?" dediğinde eline şak diye vereceğimiz cinsten bişi gibi. Zamanın nasıl acımasızca geçtiğini senin de yüzüne vuracakmış gibi.

Sen şimdilerde, bir salıncağa yanlamasına sığıyorsun Kurabiye. Tüm park bir memleket oluyor o yüzden sana. Ben karşında yere oturuyorum, senin sesin yükseldikçe ben de yükseltiyorum, şarkına eşlik ediyorum. Yağmur taneleri üzerimize düşerken, bağıra bağıra sana, camdan bakan Arap kızının hikayesini söylüyorum. Çünkü gülümsüyorsun o zaman, her bir yan bir çift gülen göz oluyor başka bir deyişle. Huzurun yansıyor dört yana, yanımda mutlu halin asılı kalsın istiyorum anı defterinde.

Çekip gidicen yoksa uzaklara, dedenin deyimiyle. Başından kabul ettik onu biz zaten. Ama şu kollarımı arar halin, kucağıma ardılan zırıltılı gözbebeklerin, insanı nasıl denir, çok tatmin ediyor Kurabiye. Ben birileri için çok değerliyim dedirtiyor, ben birileri için çok ama çok lazımım, önemliyim dedirtiyor. Çok güzelim demek ki, bile dedirtiyor. İlişki memeden ibaret olsa da, tüm bir yolu, yokuş rüzgar demeden, kucağımda geçirmen, bacaklarını göbeğime iliştirmen, meme buralarda olsun da yerimizi bilelim, gerekirse evde emeriz demen, insanı ve o insanın hayatını güzel hissettiriyor.

Ve sen bunları hissettirirken, o salıncağa yanlamasına sığıyorsun. Unutma bu günleri olur mu, sen salıncağa yanlamasına sığarken, sana bağırarak şarkı söylenmesini, karşında dans edilmesini, salıncakta sallanmasını, balıklara bakmasını, kucakta gezmesini, yüzüne üflenmesini,  ılık suyla seni yıkamamızı, "uyumadı gitti bacaksız..." dememizi, dedenin seni kaleye götüreceğini söylemesini, babanın dilini çıkarıp blublublu yapmasını çok seviyorsun.

O salıncak da bilsin, sen de bil bunları emi.


Öptüm seni zor dalan uykuna arkadaş göz kapaklarından...

2 Ağustos 2015 Pazar

Üçyüzaltmışbeşinci gün

Bugün doğumgünün olduğuna göre, günlükte bazı günleri yanlış hesap etmiş olmalıyım, ve hatta bugün üçyüzaltmışaltıncı gün bile olabilir ama daha da çok kurcalamayacağım.

Bugün bir yaşına bastın, ya da onu geçtin bir sonrakinde geziniyorsun Kurabiye. Bugün daha bir başka sesler çıkardın, adettenmiş, pastandan tattın. Biralı annenin sütünden hafif naralar atarak tattın, güldürdün bizi.

Ananen, babaannen, dedelerin sevdi sardı seni. Yeni oyuncaklarla oynadın, sana bakan herkeslere o meşhur gülücüklerinden dağıttın.

Göreceklerin gördüklerinden hep daha güzel olsun Kurabiye. Allah baba hep iyi insanlarla karşılaştırsın, gönlün, bahtın hep açık olsun. Ne zaman bize ihtiyaç duyarsan, yanında, bir adım arkanda olmak nasip olsun.

Öptük seni banyolu ayaklarından...

Ananen dedi ki bugün bana, her şey olacağına varır. Eğer öyleyse Kurabiye, her şey güzel olsun senin için. Düştün mü kalkmasını bilmek nasip olsun hep dediğim gibi. Beni öp bir daha doğur beni, dediği gibi şairin, beni hep bir daha büyüt Kurabiye.

Elinde hep yeni yetme annen sardı seni isilikli diz kapak arkalarından usulca...