31 Aralık 2014 Çarşamba

Yüzelliikinci gün

Bugün yılbaşı Kurabiye. Yani yılın başı yarın aslında da, bugün eskisinin ucundan tutup yol verme günü. Sen kucağımda heybedesin şu an, kafana kafana bilgisayar şeysileri gelmesin diye böyle yazmasam iyiydi, ama seni indirmek de istemedim, gelmişken yazmadan geçmek de istemedim.

En son sen içimde yokken aslında pardon sen hastanedeyken attığım göbeklerden attım sen kucağımdayken. Heyt be, dedim. Hayat sen nelere kadirsin, şahitsin, yol verensin dedim. Geçen sene bugün, benim babaannem senin de büyük babaannen yoğun bakımdaydı Kurabiye. Onu son kez bu akşam gördük geçen sene. Yeni yılın ilk gününde de kaybettik onu. Ve bu yıl sen kucağımdasın. Bir yılda neler olup bitmiş görüyor musun. Garip değil mi, çok garip hem de çok Kurabiye.

O yüzden, hep yarın ölecekmiş gibi yaşamamız lazım. Vakit hep dar unutma. Sevdiğini, niyetini, dileğini hep söyle bir çırpıda. Yavaş gel, diyenler olabilir. Annem öyle öğretti, dersin. İçimde tutacağıma dememi söyledi bana, dersin.

Yolun açık, ömrün uzun, günlerin renkli, kalbin hep huzurlu, hep yeni şeylere hevesli, heyecanlı olsun. Yarın hep bir acak ecekle gelsin sana. Benim az yaptığım ne varsa, ya da yapmadığım, tatmadığım; sen gör, tat, dene, at kenara sevmediğini, emi Kurabiye...

Sen, hepimizden "daha" ol emi Kurabiye güzelliklere, iyiliklere.

Kucağımda, kolumda, yanımda nice yılların olsun. Hadi sevenlerin hepsinin olsun ondan, babanın, dayının, babaannenin, ananenin, dedelerinin, foturaflarına vurulan nice teyzelerinin, teyzelerin minik çocuklarının, çocukların minik hayvan dostlarının.

Uykuların rüyalara açılsın güzelim...

29 Aralık 2014 Pazartesi

Yüzellinci gün

Bugün dayın asker oldu Kurabiye, ben de üst solunum yolu enfeksiyonu raporlu. Seni büyütebilmem için hasta olmam gerekiyordu, dayının da devlete para vermesi gerekiyordu. İki sorun aynı gün halloldu bak. Askerlik mi ne demek, o derse seninle çok sonra geleceğiz.

Dayının kucağına verdim bugün ilk defa seni, çok sevmiş, kokun gitmemiş burnundan. Senin büyümen, bizim yaşlandığımızı hatırlatıyormuş en çok. Çünkü sen büyüyorsun günbegün, ama biz büyümüyoruz Kurabiye. Ya yerimizde sayıyoruz, ya da küçülüyoruz, saçlarımız beyazlıyor, dişlerimiz bozuluyor, ama pantolonlarımız kısa, bluzlarımız küçük gelmiyor hiç.

Yine de sen büyü Kurabiye. Biz bir yerler buluruz ilişecek...

28 Aralık 2014 Pazar

Yüzkırkdokuzuncu gün

Bugün dayın geldi kuzeyden. Kuzeyden deyince çok gizemli oluyor, dayın şu an Norveç'te yaşıyor, çalışıyor, büyüyor. Oralardan geldi seni görmeye. Senin, bizim şekilli foturaflarımızı çekti. Senin ayaklarını zaman zaman birazcık üşütmek pahasına çeşitli kreasyonlar giydirdim. Çok ama çok cici oldun foturaflarda Kurabiye.

Sonra dışarı çıktık dayıyla biraz, seni babaya bırakıp. Hesapta zamanı gelince biberondan içecektin sütü, içmemişsin. Kaideli adamsın, o süt memeden içilecek arkadaş, diyorsun. Uyumuşun, kalkmışın, ama yine içmemişin. Kendine has zevk ve tercihlerin olmasına yorarsak güzel, seni emdiğin müddetçe hiç uzun süreli -uzun dediysek iki saatten uzun- bensiz bırakamayacağımı düşünürsek hafif korkutucu bir durum yani.

Sonra ben geldim emzirdim seni, kolumda uyuyacaksın, ya giderse telaşıyla mı, uyusan tadını, keyfini kaçırıcan diye mi bilmiyorum, dalıp dalıp uyandırdın kendini kafanı silkeleyip geriye doğru. Hepsine tamam, dedim. Senin hepsi, al bakalım nasıl istersen, dedim. Foturaflarda bu kadar şirin çıkan bir çocuk, hiç kötü olamaz, dedim. En şekillisini bastırıp odana asmayı düşünüyorum ki; senin ağlama, benim sinir nöbetlerimde ona bakıp, hatırlayayım bu hallerini, kendimi soğutayım.

Ömrün uzun, ağlamaların küçük, gözlerin hep ışıl ışıl olsun Kurabiye...

27 Aralık 2014 Cumartesi

Yüzkırksekizinci gün

Sana bugün bu şarkıyı dinlettim kucağımda. Dinledin gibi geldi bana, sonra rica ettim babandan bir daha çalsın diye....



Sonra bir duygusallıktır aldı yürüdü. Hani hormonlardı, hamilelikti, lohusalıktı. Hepsi uçtu gitti, şimdikini de emziriyoruz ayağına mı bahaneleyeceğiz, bilmiyorum. Mırıldanıyorsun gibi geldi, keyiflenmişsin gibi geldi. Sonra ben yürüttüm senelerce seni. Büyüttüm, sevdirdim, ağlattım, kavga ettirdim. Seni üzebilecek türlü üçüncü şahıs geldi aklıma. Neden severiz hafif içli şarkıları, bir yerlerde yer etmiş, şekil yapmış acıları çağrıştırdığı için. Üzerine gülüp geçeriz genelde bir süre sonra, çocuktuk deriz, ne günlerdi deriz. Şimdiki aklım olsa, deriz. Deriz de deriz.

Ama içimi kapladı bir hüzün, gözlerim doldu. Seni üzecek onlarcası geldi aklıma. Sonra dayın geldi ta küçücükten. Onu oyuna almamıştı acımasız çocuklar apartmandaki, o oynamasın diyorlardı ben ablalarıyla oynarken yan taraflarında. Dayı şaşkınca bakıyor onlara ve üsteliyordu oyuna dahil olmaya. Oynamasın, diyordu yerden bitme ele başısı.  Eve gidip ağlamıştım ben hüngür hüngür. Ananen anlamadı, nedir bu haller dedi, inanmadı bana, başka neden aradı. Ama yoktu işte, dayının oyuna alınmaması, yok yere alınmaması, yerden bitme bir sarı kafanın anlamsız ısrarı ve benim elimden bir şey gelmemesi ve mahzunlaşan dayın, o saçma oyun için mahzunlaşan dayın ağlatmıştı beni.

Eyvah dedim, sen kucağımdayken. Kurabiyeye de olacak, hem de onlarcası. N'edeceğim ben, dedim. Ağlamakla biter mi ömür, dedim. Dayına yeni yeni diyebildiğim "koyun bacak" mı derim, dedim. Kendi yavruma hayatta da diyemem, dedim. O ağlayacak beş para etmez adamlar, kadınlar, çocuklar, delikanlılar, it minibüs şöförleri yüzünden geçen günkü gibi, ben çaresizlikten duvarlara vuracağım, dedim.

Şarkı, vurmayın yüzüme kar taneleri, dedi; sen gülümsedin kucağımda mırıldanıp. Ben yirmiküsür yıl geriye ve sonra onküsür yıl ileri gittim. Ağlamış bulundum.

Seni çok sevenler olacak Kurabiye. İhtiyaç duyduğunda, seslenmesini, dönmesini bil, olur mu bizlere. Yoksa zaman kötü, şarkılar çok, kar taneleri bembeyaz senin gibi. Sen bizi bulmasını, bize güvenmesini bil.

Öptüm seni banyolu boynundan...

26 Aralık 2014 Cuma

Yüzkırkyedinci gün

Bugün TSH tahlilin için hasteneye gittik yine seninle. Senden önce bir bebeğin-bir buçuk aylıkmış- kanı alınıyordu. Hafif göbekli bir kadın, kırmızı gözlerle dışarı çıktı bebek susmayınca. Sizin bebeğiniz mi, dedim bugüne kadar annelere, bebeklere, ağlamalara dair bildiğim her şeyi birleştirip. Evet, dedi. Dayanamadığı için çıkmış dışarı, anane tutuyor bebeği içeride. Geçecek merak etmeyin, dedim senin elini tutup. Geçince hiç hatırlamıyorlar, hemen susuyorlar, dedim. Bir sürü iğne batırttık ya sana, biliyoruz o kadarcık. Hı hı dedi kadın kibarca, telefonunu alıp uzaklaştı sonra. Kesmedi benim züğürt tesellim, kocasını aradı, ona ağladı telde. Gülümsedim, çünkü ben de ağladım Kurabiye. Senin göz kontrolün sonrasında doktorun gözünün içine de baka baka ağladım hatta, o bir ton açıklama yapıp kağıt mağıt gösterirken hem de.

Sıra sana geldi sonra, azıcık ağladın sen dudaklarını büzüp. Geçen defa kanını alan hemşire var idi yine. Hani sana bakıp, a bu gerçekten iki aylık mı diyen. Bu defa sevdi seni, senin adın bundan sonra Özgür Willy olsun, dedi. Çok seviyormuş o filmi. Yani, Kurabiye olmuşun, bir Özgür Willy de olursun herhalde, kırmazsın, değil mi.

Çıktıktan sonra telimi bulamadığımı farkettim, yaşlı bir amca bekleme koltuklarında bulmuş, hemşireye teslim etmiş sağolsun. O dalgınlık-yani aslında afadersin dünden kalan uykusuzlukla canımcım- teli kaybedebilirdim, ama iyi insanlar var etrafımızda işte ne güzel. Tel geldi elime, şifre girin lütfen, dedi hemşire. Güvenlik için rica ediyoruz, diye ekledi. Şifresi yok ki dedim, telin benim olduğunu nasıl ispat ederim, isim söylerim hop numarayı ezbere derim filan gibi numaralar düşünüyordum ki, kilit ekranında ikimizin fotoğrafı belirdi ben açınca. Ahanda bakınız, biziz, dedim. Yanime sen, en ileri güvenlik taktiklerinden daha etkili, on numara bişi oldun Kurabiye.

Renkli günlerin, unutulmaz zamanların, fıldır fıldır bakışların olsun e mi...

25 Aralık 2014 Perşembe

Yüzkırkaltıncı gün

Aradan yine günler geçmiş. Halbuki sana not düşecek şeyler olmuş idi. Çekip çıkarmaya çalışalım bakalım.

Biraz benlik belki bir kısmı. Geçen gün ilk defa seni bırakıp, yani babana emanet edip karşıya geçtim ben. Türlü duygu benimle oluyor tabi bu saatlerde. Suçluluk, aklın sende kalması, ağladı mı, yaygarayı bastı mı telaşı vs. Noldu sonra, minibüste, o babanın çok sevdiği halk minibüslerinde kavga çıktı. Bana denk gelmez sanırdım ama geldi işte, geliyormuş demek ki. Kan çıkabilirdi kavgada. Dedim ki, bu memlekette oğlan çocuk büyütmek zor iş, ki kız çocuğu düşünemiyorum bile. Sonra bu kaygımı güzel saçlı teyzene açtım. O da dedi ki, hele seninki bir kundaktan çıksın, sonra düşün sen bunu. Birazcık erteliyorum şimdilik ama kurt düştü işte içime. Buraları hiç görmesen, bir sahil kasabasında ya da orman köyünde mi büyüsen. Oraları sansan yuva, daha iyi olur mu acaba hepimize.

Karşıya geçince, oraları aslında pek de özlemediğimi farkettim. Elli santim boyunla her şeyi, her şeye bakışı bunca değiştirebilmene şaştım. Evde beni bekleyen bir şey var, dedim. Gitmeliyim, dedim. Babana tatlı aldım, kendimi doyurdum, döndüm. Ki o dönüş, trafiksiz bir saatte yarım saat sürebilecekken, o akşam birbuçuk saat sürdü. Yoruldum anlayacağın Kurabiye.

Sonra yetmedi, dün akşam da güzel saçlı teyzenle sinemaya gittik baban sağolsun. Sen de daha uslu durmuşun bir gece önceye göre. Sinemaya gitmeyi özlemişim ama bak. Demek ki, bir şeylere ya da çok şeylere ara vermenin iyi yanı, neyi çok sevdiğini daha iyi anlamanı sağlaması imiş. Alkol özledim bir de çok mezeli, ama bunu biliyorsun zaten. Seni gündüz vakti Karaköy'e rakıya, biraya götürme hayalim bundan ileri geliyor. Endişem, senin alkol alma yaşların geldiğinde benim alkol almama yaşlarımın gelecek olmasında, umarım öyle olmaz. Neyi çok istediysem oldu benim hayatımda, bu da olur inşallah diyelim. Rakıyı inşallaha bağlayalım mı çarpacağı olmayan Allah baba bile bir sarsalasın şöyle şu kadını...

Seni tanımayan esnaf kalmadı sayılır. Kasap ve markettekiler de tanıştı. Sorular yine de beni benden almaya devam ediyor. Kız mı erkek mi, diyorlar mesela heybede görüp. Neden sorarsın bunu, bu çocukla ilgili, hiç tanımadığın bilmediğin bir çocukla ilgili, gerçekten ilk ve tek bilmek istediğin şey cinsiyeti midir; yoksa kafanda kayırdığın bir cinsiyet var, bu da onlardan mı diye mi sorulur, pek anlamıyorum. Şimdilik tüm sorulara serin kanlı ve doğru cevaplar veriyorum. Ama onlar devam ederlerse, ben de saçmalamaya başlayabilirim.

Sabahların kör vakitlerinde gülüşmeye başladık seninle. Öyle şirin oluyorsun ki, seni uyutmak da, gözlerim yansa da kendimi uyutmak da istemiyor canım o an. Sanki gördüğün rüyaları işaret diliyle ve bilmediğimiz bir ülke lisanında anlatmaya çalışıyorsun gülerek. Seni izlemek bile çok keyifli oluyor. Ha bir de bugün, başının yanlarını öpmekten çok hoşlandığımı farkettim, o kadar ki başım döndü Kurabiye. Bir kahkaha patlattım üzerine, oh be dedim, bedava mutluluk, var mı bunun gibisi. Sabah uyanmışsın, yataktasın sıcacık, minik bir kafanın sana uzanan yan tarafını öpüyorsun, o kıkırdıyor, sen mest oluyorsun. Aşık mı oluyorum sana Kurabiye, olmam değil mi annem. Yaş farkını, beni istemeyeceğini göz önünde bulundururum, değil mi. Uykusuzluk mu dedirtiyor bunları bana, yoksa erkek anneleri hak verecek mi acaba, nedir bu Kurabiye.

Güzel uykuların, bol gülüşlerin, mis kokuların, sıcak kakaların olsun annem...

22 Aralık 2014 Pazartesi

Yüzkırküçüncü gün ortası

Baban özlemiş seni işyerinde bugün. Ben de uyan diye sabırsızlanıyorum bakkala gidelim birlikte diye.

Bu kadar güzele mi dönecekti o kabusumsu geçen ilk aylar Kurabiye. Gelsin kardeşler sana güzelim, sen abi ol her birine, bana da domatesin kırmızısı, biberin yeşili, baklavanın cevizi ol.

İşte ağlıyorsun, uyandın:) Duydun beni, hep duy beni olur mu. Seni seviyoruz Kurabiye.

21 Aralık 2014 Pazar

Yüzkırkikinci gün

Bugün 6 aylık ve 90 yıllık misafirlerin vardı Kurabiye. Her yaş gördü seni, bir baktı şöyle alıcı göz ile. Sen her zamanki gibi, misafirlere yaptın pozunu, çok ama çok uslu bir çocuk oldun, gülücük dağıttın, Kurabiyece konuştun onlarla. Bazen eve her gün birileri gelse çok mutlu olucaksın hissine kapılıyorum. İlacın buysa, ayarlarız bir şekilde Kurabiye.

Sana ciciler geldi yine, tam kafana göre örgü bir bere geldi misal. Babaanne sipariş etmiş bir arkadaşına, bu yünden tam böyle bişi ör bize, demiş. Tam kafana göre idi, sokaklar berenden tanıyacak artık seni.

6 aylık misafir yine dev gibi göründü bize, sen mini minisin de, o kocamanmış gibi. Halbuki sen de mini miniydin, kendini üçe dörde hatta beşe katladın doğalı beri. Büyüyor olduğunuz fikri beni ürkütmeye devam ediyor. Bana yüzyıl gibi gelen ikibuçuk ay bitti misal evde. İşe gidip gelsem, nasıl geçtiğini anlayamayacağım ikibuçuk ay, şuncacık evde yüzyıl gibi geçti, ve önümüzdeki dokuzbuçuk ayla birlikte bir senede neler neler değişecek hayatında ve hayatımızda Kurabiye. Ek gıda, emekleme, yürüme, konuşma ve hatta diş hep aynı yılın içinde. Dayının tüyleri EFTi duyunca diken diken oluyordu, ben de bunu düşündükçe ürperiyorum bak.

Bu gece en uzun gece, yani günler uzuyor artık, Yani bahara kanca taktık buralardan, sen kısa pantolon giyebiliyorken, güneş tepemizde olacak inşallah Kurabiye.

Sen uyu, büyü, bizi de büyüt Kurabiye...



20 Aralık 2014 Cumartesi

Yüzkırkbirinci gün

Bugün de doktor kontrolün vardı Kurabiye. Kalçaya yedin yedin iğneleri, ağladın haklı olarak.

Doktor içimi burdu bir şekilde bugün, ek gıdaya az kalmış zaman olarak, oysa ben seni hep emziricem sanıyordum, bir buçuk ay sonra ek gıda girecekmiş hayatımıza. Seni bilmiyorum da, ben hazır değilim Kurabiye. Bir doktor daha görüp, ek süre almaya çalışacağım bu geçiş için.

Sonra bugün ilk defa iskender yedik seninle. Biz yerken, sen kucağımda ağzını şapırdattın. Her ne kadar sana süt olsun diye yiyoruz  desek de, pek inanmadın sanırım. Çok mu güzel, dedin bize, oh tereyağlı falan, dedin. Çok da güzeldi be Kurabiye. Seninle de yemek nasip olsun...

19 Aralık 2014 Cuma

Yüzkırkıncı gün

Gün atlamaları oluyor, neden biliyor musun; günü pek güzel geçirirken geceleri uyumuyorsun, beni hem sinirli hem uykusuz bir kadın yapıyorsun. Eşeksin oğlumcum bazen, vallahi billahi eşeksin.

Neyse, geçer gider herhalde değil mi. Dün sen benlen ya da işte ben senlen pazara gittik Kurabiye. Ama o kadar çok kadın, teyze, genç aaa bebek dedi ki, nazarlandın ve ondan uyumadın bence. Sonuç, senlen uzunca bir süre pazara gitmemek olacak sanırım. Bence her yere yakışıyorsun, zaten ben ne yapsam içinde ol, istiyorum. Ya da zaten içindesin sanıyorum. Ah bir şair dememiş miydi, ne içindeyim zamanın, ne de büsbütün dışında, diye. Onun gibi bir şey belki de. Nasıl mı, bugün de yine kendimce düşünürken onu bunu şunu, dedim ki en güzel zamanlarınız en zor zamanlarınızla ne kadar da kolkola. Hem büyü istiyoruz hemen, hem de hiç büyüme istiyoruz. Aslında her şey de biraz böyle değil mi, dedim sonra. Dar olan şeyler hep çok güzel ve güzel olan her şey, asıl geçip gittikten sonra çok güzel gelmiyor mu göze.

Sonra uyuyup kalıyorsun kucaklarda, içi erimiyor mu insanın, Bu kadarcık işte, diyorsun, istediğim bu kadarcık. Bir kucak. O zaman buzul ve hatta sinir çağı kapanıp garip bir çağ başlamıyor mu, otlarında bir sürü büyükbaş hayvanın otladığı. Hayata kattığın anlamı, yaşamayana anlatmak çok zor. Alıp götürdüklerini anlatmak kolay halbuki, kötü şeyleri anlatmak ve anlamak nasılsa hep daha kolay çünkü. Kucakta sakinlediğinde, parmağı sıkı tuttuğunda olanı biteni bilmeyen anlatabilmek çok zor.

Bugün bir başka parka geldin bizimle, baban diyor ki sen kendini gezdiriyorsun asıl, ne bilsin oncacık çocuk park mark sırf göğüs kafesini görürken. Sesleri duyuyor, seslerden ortamı tanıyor diyorum ben de, değil mi. Hatta bugün benimle kahvaltı ettin baba evde çalışıyorken. Cafede oturduk, ben yedim, sana baktım. Sen emdin, sen uyudun, sen gaz çıkardın. Öyle tatlıydın ki bence, kucağımda bir bebek olduğunu, bazı müşteriler nadir ağlamalarında farketti. Bazılarıysa hiç farketmedi. Kimseyle göz göze gelmemeye çalışıyorum, kimle gelsem aa orda bebek mi var, bakışından biraz darlandım çünkü. Hoş heybemize taktık bugün nazar boncuğumuzu, ama yine de çekiniyor insan.

Hamileler sokağa çıkıp göz zevkimizi bozmasın, diyen adam geliyor aklıma. İnadına her yere götürüyorum seni, her yerde süt istiyorsun, inadına her yerde çıkarıp veriyorum memeyi sana. Her adam emmedi mi anasından bunu, diyorum, örtüm de var usturupluyum diyorum. Ama çekinmiyorum hiç. Benden sıkılana kadar sen, benimle yaşa bu hayatı, olur mu Kurabiye. Sana göstermek istediğim çok şey var daha. Bu haftaki geziler, gelecek gezilerin habercisiydi. Sen böyle keyifli oldukça-en azından gezerken ve ileride inşallah geceleri- Küba da, Tayland da Norveç de korkabilir bizden. Ama şimdilik vapurla karşıya geçmekle başlayalım, olur mu.

Öptüm seni, kucakta susan en tatlı koltuk altlarınla, sıkı sıkı kavrayan parmaklarından.


17 Aralık 2014 Çarşamba

Yüzotuzsekizinci gün

Bugün yağmurlar başladı Kurabiye. Ama bir yandan da en uzun gece geliyor, bu ne demek biliyor musun, bir gün gelecek, pat günler uzamaya başlayacak, her şey çok daha güzel olacak, demek.

Seni yine birkaç kez sokağa çıkarmış bulunduk. Noter gördün bugün, ki hiç gerekli yerler değil aslında, hele senin için. Neyse sonra pastane gördün de, dengeledik durumu.

Babaanne yılbaşı cicileri aldı sana sonra, bir ara kasiyer ablaya dellendi annen. Homur homur saymaya başladım sen heybedeyken, sesim yükselip çirkinleşince huylandın, ikaz ettin beni. Özür diledim senden- belki kadından da dilesem iyiydi de o hak etti bence- komik bir andı. Sonra sen neşelen diye, hani az önce kadına saymamışım gibi, müzikle dans etmeye başladım seni neşelendirmek için, işe yaradı da, kıvrıldın yine koala gibi, uykuya geri döndün. Ben de sakinledim, kadına teşekkürlerimi sundum, tatlıya bağladık. Hayatımın her anını da böyle ılıtır mısın acaba, her yere seni götürmeye devam mı etmeliyim yoksa?

Sonra, yine pastaneye gittik, annen acıktı çünkü. Tam sen süt içerken ben dondurma yedim, acaba dedim hop değişir mi sütün tadı, sana sordum ama pek renk vermedin. Bıyıklı garsona çok enteresan baktın, seninle yalnızmışız gibi konuşacaktım o an yine tuttum kendimi; "evet canım, o bir bıyık" diyecektim, yutkundum. Senin gözünden hayat, cangul cungul bir sürü şeyle dolu olsa gerek şu an, öyle değil mi.

Sondan bir önceki durak olarak dişciye gittik yine, sen babaanne kucağına bekledin beni. Dişleri henüz olmayan bir adam olarak, iki kere dişciye geldin yani.

Sonra taksiye bindik eve dönüş için, yağmur başlamıştı baban duymasın. Sen dışarı bakmak istedin, cama vuran yağmur damlalarını seyrettin, çok güzeldin. Sen olmak istedim o an. Dünyada bildiğim en güzel şey cama vuran yağmur damlaları olsun istedim. Uzun uzun baktın, tadını çıkara çıkara, her bir damlaya tek tek. Bu sefer diyebildim sana, "evet canım" dedim, "onlar yağmur damlaları"...

Ömrün uzun, bahtın açık olsun Kurabiye.

Norveç çıkartmamız için dayı sabırsızlanıyor, hazırlanalım seninle...

16 Aralık 2014 Salı

Yüzotuzyedinci gün

Bugün seni görmeye mini mini bir arkadaş geldi Kurabiye. Tabi mini mini demek, lafın gelişi. İkiniz de Güliver gibiydiniz, biri devler ülkesinde biri cüceler ülkesinde. Senden bir boy büyük bir mini mini kendisi çünkü. O parmak emmeye başlamış, sen de biraz biraz bakmaya başladın. Onun için, sen ona baktın, o senin parmaklarını emdi, anlaşıp gittiniz kendi aranızda.

Biz de iki minik annesi doya doya sizden konuştuk. Yazıyordu kitaplar; sevgili ve zavallı anneler, bu zor ilk zamanları kolay atlatmak için, sizin gibi acı çeken kadınlarla görüşün, konuşun bol bol diye. Bunu demek istiyorlarmış sanırım. Biriniz anlasanız siz bile çok sıkılırdınız bunca sizden konuşmamızdan, biz konuştukça rahatladık sanki.

Akşam da güzel saçlı teyzen, bana mini mini bir hediye almış, onu verdi. O hediye ki, ben de onu kendime almayı düşünüyordum, çok mutlu oldum. Hediyeleşmek çok güzel Kurabiye. O kadar ki, babanla ben, seni paket yaparak birbirimize hediye etmeye karar verdik bu yıl. Sen, hem onun bana hediyesisin, hem de benim ona hediyemsin. Ucuza mı kapatmış olduk bu yılı, emin değilim. Ama seni paketleme fikri bile çok cici, ki sen büyüyüp aklın erdiğinde, buna da çok kızabilirsin ama bırak azıcık eğlenelim sen mini minicikken, değil mi Kurabiye.

Sokağa çıktık bugün yine seninle biraz, yurdum insanının cici sorularına artık alıştım sanırım. Seni görenler iki soru soruyor bana genelde: "a bebek mi var orada, ne tatlı" bir diğeri de "nefes alıyor değil mi o, hi hi" ikisini de "hı hı evet" diyor geçiyorum, hem de hiç sinirlenmeden. Sen beni erdirmiş olabilir misin Kurabiye.

Ha ne diyeceğim bir de sana, babana bırakmış idim seni akşam birkaç saatliğine. Uyuman uyanman, tamamen onun sorumluğunda idi yani. Eve geldiğimde baban kısık sesle "hoşgeldin" dedi bana, ben odana girip seni kucağıma alınca sevmek için, kocaman sesi geri geldi cor cor. O zaman anladım ki Kurabiye, dayının sık sık dediği gibi, koyun bacak durumu geçerli. Anne uyuturken bağırıyoruz nasılsa uyutur bu kadın diye, baba uyuturken susuyoruz aman uyanmasın diye.

Sen yine de, bol bol, renkli rüyalı, süt kokulu uyu Kurabiye...

15 Aralık 2014 Pazartesi

Yüzotuzaltıncı gün

"Lohusa Depresyonu Haftası"  varmış bu aralar Kurabiye. Gülümsedim niyeyse duyunca, okuyunca. Biliyordum olduğunu o depresyonun, bir de ayırmışlar "lohusa hüznü" ve "lohusa depresyonu" diye. Hüzün olan, bebek uyuyunca ya da biri anneye yardım edince geçiyormuş; diğeri tedavi edilmeden geçmiyormuş. Böylelikle, benimkinin -yani çok afadersin birazcık senlen ilgili bu durum hani- depresyon değil, hüzün olduğunu anlamış olduk. Yaşadığım şeyin adının hüzün olduğunu bilmiyordum, o mu komik geldi nedir bilemiyorum. Birilerine yaşama sevincimi kaybediyorum, dediğimi hatırlıyorum; ki bu da o hüznün bir parçasıymış. Lohusa mı ne demek, hm buna sonra gelelim, asıl konuya dönelim.

Biz bugün seninle gezdik yine, sen heybede, ben tin tin yürüyerek. Esnafa, meslek gruplarına karıştık yine. Emlak ofisine evrak bıraktık, dişciye gittik, taksiye bindik, mağazaya girdik. Koca bir kamyon geçti önümüzden gürültüyle, irkildin, koala gibi durduğun kucağımda daha da küçüldün minicik oldun. Korkma dedim sana sarıp, sevip. Korkma dedim, yanındayım ben, dedim, geçti, dedim. Etrafımdakiler baktı şaşkın şaşkın bana. Hangimiz daha tuhaf görünüyorduk, bilmiyorum. Kamyon sesinden irkilmeyen onca insan mı, ilk kez kamyon duyan ve sıçrayan sen mi, seni sakinleştirmeye çalışan ben mi. Kamyon şöförünü normalleştirdim bak, halbuki hayvan olan o, değil mi. Hop sakinleşiyorum, hep o hüzünden oluyor bunlar.

Yol boyu konuştum seninle, duyduğun sesleri anlattım, sen kıpırdadıkça seni dinledim. Etrafa baktım, onlar bana baktıkça. Pusetteki bebekleriyle konuşmuyordu anneler, benim gibi heybede taşıyan kimse de yoktu aslına bakarsan. Sen bana bu kadar yakınken, göğsümdeyken, konuşmamak olmazdı ki Kurabiye. Hem sen benim en tatlı arkadaşımsın öyle değil mi, diğer tatlılar hiç alınmasınlar üzerlerine, bir süre gitsin böyle senin hükmün. Sen beni istemeyene kadar misal, olur mu.

Keyifli geçti gün, gezmeye zorla mı alıştıyorum seni, yoksa zaten severek mi doğdun bilmiyorum. Ama sakinliğinden hoşlandığını anlıyorum gezmekten, değişen seslerden ve hareketten. Ha naptım bugün baban duymasın. Dört şerit akan ama aslında akamayan trafikte yola adımımı attım Avrupa'daki gibi. Bizi görenler tek tek durdular, bize yol verdiler. Vay be dedim, heybeliyim ben, özelim, güzelim, dedim. Yine de çok güvenmeyeyim ben bu anlayışlı insanlara, trafik ışıklarını yoklayayım bundan sonra.

Dişcideyken, yani ben dişci koltuğunda sen de hemşire ablanın kucağındayken, kızın gözlerinin içine bakıp dudaklarını şapırdatıyordun. Aslında küfrediyordun, biliyordum. Söyle şu ana olacak kadına, kalksın bana meme versin kaç saattir bekliyoruz, sen anla anlat ona bari, diyordun. Oncağız, a çok tatlı, acıktı galiba, diyordu.

Senin bu herkesle ayrı telden ilişki kuran hallerine hastayım, hayranım Kurabiye. Benimle, babanla, babanneyle, ananeyle başka kuruyorsun ilişkiyi. Ayırıyorsun bizi, farkediyorsun. Hepimizde farklı uyuyorsun, hepimizde farklı sakinleşiyorsun. İnsan nasıl sevmesin seni, nasıl şaşmasn olana bitene. Enine boyuna bir insansın Kurabiye. Dünyayı görüşü, algılayışı, evirip çevirişi bambaşka olan bir insansın. Şimdilik benim en tatlı arkadaşımsın.

Gözünden gerçek yaşlar gelerek ağladığında dağlanıyor içim. Ben de ağlıyorum o zaman. Bazen bana bakıp acıyorsun, susuyorsun. Nolursun, diyorum sana, nolursun ileride başka şeylere ağla; ama şimdi yapma, diyorum. Ben buradayım, süt, kaka, gaz köpek olsun sana, diyorum. Üzme kendini, hepimiz senin için varız, diyorum. Belki de iyidir göz yaşların, ama benim içime akıyor. Tut onları olur mu, çok gerekmedikçe sence, içeride tut. Büyüyünce ağla, geçenlerde rüyamda gördüğüm dayın gibi, içini döke döke ağla; kollarımızda ağla, sakinleşe sakinleşe ağla. Ama şimdi, ne istesen emrine amade, hayat kolay şimdi, üzenler az seni, sevenler çok. Ondan, şimdilik az ağla, olur mu.

Öptüm seni kulağındaki kokudan Kurabiye...

14 Aralık 2014 Pazar

Yüzotuzbeşinci gün

Bugün yine sokak günü idi Kurabiye. Bu kış güneşi bize elverdiği müddetçe çıkaracağız seni inşallah. Ve hatta hafta içleri biz senle evde yalnızken de çıkarsa bu güneş, heybeme atıp yollara vuracağım seni. Bu heybede sen henüz sadece benim göğüs kafesimi görebiliyorsun ama, sesleri duyup, tıngırtıyı duyuyorsun; seni yolda uyutan bu sanırım. Acısı çıkacak hepsinin merak etme, bir bir gezdiricez gezdiğimiz her yerde seni. Şimdilik ev civarındaki esnaf işlerini birlikte halledip, seni yaş ve meslek olarak bizden farklı gruplarla tanıştırarak başlayabiliriz gibi geldi, bakalım.

Bugün senden dört beş ay büyük bir abla ile tanıştın, daha doğrusu o senle tanıştı. Böylelikle seni bilerek gören ve yanaklarını sıkmak isteyen ilk arkadaşınla karşılaşmış oldun.

Sokakta kesinlikle huzurlusun, bak bunu da çok söyleyip duruyorum hoşuma gittiği için, bir yerinden bir şey çıkmaz umarım. Sokak olmadan evde durmazmışsın, sokaktan eve girmek hiç istemezmişin, ayaklanınca sokaklara gider hiç gelmezmişin, Allah baba korusun.

Sonra dün akşam ilk defa beş saat aralıksız uyuyarak beni şok ettin. Aklın neredeydi de uyandırmadın, da diyebilirsin ama basiretim bağlandı işte aralarda niyetlendiysem de. Hani vesile ile ben de neredeyse deliksiz beş saat uyudum, az şey değil nereden baksan. Hiçbir şey olmamış gibi uyandın ben zorlayınca, ağzınla arandın, süt içtin sonra yine uyudun. Oğlan büyüyor eyvah dedim, artık daha az uyanıp, daha uzun süre tok durabiliyor, organları üzerinde hükmü var, artık dedim. Sonra sardı bir korku, bir hüzün. Bildiğin büyüyor bu, dedim. Büyümesin, dedim. Geçip gidecek bu dönemleri hemencecik demek ki, dedim. Tulumları da küçük geliyor zaten, dedim. "Her yaşın ayrı güzelliği var" anne vecizesini yine anımsadım. Haklı olabilirler. Her anının tadını ayrı çıkarabilmek istiyorum. Zaman dediğimiz hızlı, ömür dediğimiz aslında kısa. Düşünsene sen eve geleli beri bile iki ayı, doğalı ise dörtbuçuk ay oldu.

Büyü ama yavaş büyü Kurabiye, bize de tadını çıkara çıkara, koklaya koklaya, hissede hissede yaşamak nasip olsun.

Uyku mühim, o da arada gelsin yoklasın bizi, onsuz olmasın. Ama artık heybede durabildiğini ve hatta zor da olsa emebildiğini gördüm, bundan sonra çok farklı olabilir yaşantımız.

Öptüm seni banyolu boynundan...

13 Aralık 2014 Cumartesi

Yüzotuzdördüncü gün

Aradan bayağı gün geçmiş. Ankaralı anne huylanmış, yazsana kadın diyor bana. Ama neden yazmıyorum, bir sorsunlar bana.

Ne zaman bugün çok tatlıydın desem, illa çıktı acısı birkaç gün sonra. Ya da tam tersi, kötüsün desem iyi oldun. Ben de şaştım ne diyorum, noluyor diye. Sonra baktım, günler birbirine benziyor bildiğin.Hafta çabuk geçti bir şekilde. Arada kötü, çok kötü, sonra aniden iyi. Daha önce bir anne babanın bize yaptığı gibi, "vallahi billahi bu kadar uslu değil, dün terör estirdi" demek zorunda kaldık bol bol. Misal baban şu an sana, ne diyor "bağırma Allah aşkına bağırma" diyor. Allah adı verirsek insafa gelirsin diye, halbuki yok. İçeride bizim hiç bilmediğimiz bir tavşan saati var, bazen aşkı, bazen meşki gösteren. Ona göre işletiyorsun hepimizi. Alıştık mı evet biraz. Duamı değiştirdim artık ben, sen çıldırdın mı, ya da pardon birazcık huysuzlanır gibi oldun mu sabır yarab bana, çirkinleştirme yarab beni, diyorum. Baban kokluyormuş o an seni, ben de öpüyorum şapır şupur. Umarız elimizde kalmazsın Kurabiye.

Neyse, bugün dışarı çıktı anne yine. Eminönü'ye gittim. Dayın gelecek, demiştim sanırım. Senden Pirelli takvimi yapacağız, yok pipini açıkta bırakmayacağız, ama eğleneceğiz biraz. Sana da saklarız bir takvim, küfredersin ileride bize. İşte sana da ciciler, süsler almaya gittim.

Martılar değişmiş Kurabiye. Gerçek, narin ebatta martılar gelmiş İstanbul'a ben görmeyeli. Ve mesafe kavramı boyut değiştirmiş. Artık Kadıköy'den Eminönü'ye ve ters istikamette vapur boyunca eşlik ediyorlar yolculara. Anan bundan kendince manyak çıkarımlar yaptı yine. Nedir, hayat imkansız sandığımız yolculuklar toplamıdır belki de. Gidemeyeceğin hiçbir yer, aşamayacağın hiçbir zorluk yoktur belki istedikten, inandıktan sonra. Ha ben çok mu öyle yaşadım, yaşıyorum. Yok annem, ben çok güzel öfkelenirim, eskiden çok da güzel hayal kurardım. Artık az kurup çok kızıyorum, sonra baban idare ediyor beni. Deli bu, diyor. Deli miyim, bilmiyorum.

Misal şu an sen süt diye evi yıkıyorsun, ben bunu yazıyorum. Baban sana durumu izah ediyor: "Tamam Kurabiye, anan günlüğü yazıyor, birazdan alacak seni. Anan bir günlüğü sana tercih etti, ama bunu sana büyüyünce açıklayacağız". Sen nereye düştün Kurabiye...

Aç ve heyecanlı martılar bana seni hatırlattı yol boyu. Cok cok içmelerin eksik olmasın Kurabiye...


8 Aralık 2014 Pazartesi

Gecikmeli yüzyirmisekizinci gün

Dün yazacaktım yazamadım Kurabiye. Elim kolum bağlandı nedendir bilinmez diyelim haydi.

Dün yine senin minik ayakların için dev adım olan bir gündü, seni parka götürdük Kurabiye. Hem de daha önce çok kez gidip, minik bebeklere, bebek arabalarını iten ellere baktığım, acaba bir gün, dediğim parka gittik.

Seninle parka gidince her şeye başka baktığımızı anladık, yerlerin mozaik döşenmesinin bebek arabası için ne berbat bir seçim olduğunu farkettik. Yağmurda çocuk parkları çamur dolabildiği için, toprak zemin yerine başka bişiden yapılsa daha iyi olacağını gördük. Etrafta çocuklu masa ne kadar çoksa, sigara içen sayısının o kadar az olduğunu farkettik. Sonraa, senin kadar minik bebeklere dönüp dönüp baktıklarını farkettim elalemin ki, şıp diye kapadım üzerini. Nazar diye bişi var ve ben çok korkuyorum çünkü kendisinden.

O parka koşarak girmen de nasip olacak mı bakalım, nereden nereye demeden kendimi alamıyorum Kurabiye. Baban her ne kadar anne gezsin diye çıkıyoruz sokağa teallam, dese de, aslında senin için çıktık Kurabiye. Ki sen sokakta hep uyuyup, eve gelince uyanarak, tercihinin hep sokaktan yana kullanacağını gösterdin zaten bize.

Ne diyor Ankara'daki deden, çocuk sokakta büyür, o kadar. Ha bana ne dediler hayatım boyunca dayından ayrı, sen kızsın. Ama sana demeyecekler işte, gez, gör diyecekler sana.

Sokakta büyü, emi Kurabiye...

6 Aralık 2014 Cumartesi

Yüzyirmiyedinci gün

Bugün yine güzel bir gün oldu Kurabiye. Seni yine aşıya götürdük aslında, bu kısmı senin için hoş olmayabilir. Doktor yine ilkin Kurabiye kaç aylık oldu dedi, ben yine bu günlükteki günleri toplayıp aya bölemedim. Baban dedi bişiler. Neyse, öğreneceğim.

Hava güzeldi hastane çıkışı, sen ilk defa güneş gör gerçekten istedik. Seni çok sevdiğimiz bir pastaneye götürdük. Ki o pastanede annen ve cici saçlı teyzen kaç hayatı masaya yatırdı bilsen, napsalar güzel oluyor bir de, annenin hayali orayı işletmek ileride. Bakalım, çok istersek olur belki. Böyle bir altın kural var Kurabiye, öğreticem sana da. Bir şeyi çok istiyorsun, hop oluveriyor. Henüz olmadıysa, daha zamanı gelmemiş demek ki diyorsun. Ha giden ömürden gidiyor, ama olsun sen çok istemeye devam ediyorsun.

Sonra baktım hava halen güneşli, seni kaptım koluma, yürüttüm eve doğru. Gelene geçene gösterdim seni, işte Kurabiye bu, dedim. Kapıcı amcaya gösterdim, ki onun da bir kurabiyesi varmış senin gibi mini mini çıkmış hastaneden. Geçenlerde beyin kanaması geçiren, hani senin yastık kılıflarını diken terzi amcaya gösterdim seni. İşte o, bu dedim. Sevdiler seni. Sonra birinci kattaki tatlı amcaya göstermeyi düşünüyordum ki, pat karşıma çıktı eve dönerken. Hah dedim, ben de size gelecektim, işte Kurabiye bu, dedim. Yüzüne tülbent örtersen, nefesinden ısınır, dedi. Tamam dedim, her gün bir şey öğreniyorum Kurabiye.

Eve geldiğimizde, güneş mest etmişti seni, emmen, uyuman çok kolay oldu. Anne dışarı çıktı sonra, bisikletine atladı, sahile vurdu kendini. Yıkılan canım çay bahçelerinin yerlerine baktı inanmak istemeden. Resmen yıkmışlar Kurabiye. Ki seni ciddi ciddi sahile indirme hayalim vardı benim. Ama alamayacaklar hayali elimizden, gerekirse termosta çay altımıza minderlerle ineceğiz oralara. Denize taş atan çocuklara bakıp, ne saçma şey diyeceksin şimdilik. Sıra sana gelince anlayacaksın paçaların ıslanırken taş atmanın eğlencesini.

Ben sokağa çıkınca, baban seninle yalnız kaldı. Yanime tam üç saat, evet evet tam üç saat nerden baksan seninle yalnız. Bu bir rekor, ya da rekorların ilki Kurabiye. Sen güveniyorsun artık bize, o yüzden nasılsa bakarlar bana, endişeye gerek yok, diyorsun. Bakıyoruz da işte sana o yüzden. Daha kolaylıkla, güzellikle.

Yılbaşı ağacına dönmüş solan bir ağacımız var, bu sene ilk defa senin şerefine onu süsleyeceğiz sanırım. Dayın gelecek, takvim yapacak bize foturaflardan. Dilek ağacının en cici süsü sen olacaksın.

Öptüm seni kokundan, babaannemin beni öptüğü gibi.

5 Aralık 2014 Cuma

Yüzyirmialtıncı gün

Bugünün güzel tespitleri var kendi adıma Kurabiye. Sana bile küçük ama bana büyük adımlar hem bunlar, bana sorarsan.

İlkin, birkaç gündür göğsümde uyumaya başladın yasladığımda, beni koklayıp uyuyorsun ve artık beni anne bellediğini düşünüp çok mutlu oluyorum. Koku sakinleştiriyor seni. Memede kendinden geçmen gibi bir nevi. Keşke diyorum, bu hallerimizi büyüyünce de hatırlasak. Başımız dara düştüğünde, bu huzurlu anlarımızı anımsayabilsek bir parça rahatlamak için. Aynı memeye o zaman yaslanamayız belki ama, belki de sağ olursa analar babalar, ellerini bir tutmak, alnımıza koymak, göğsümüze koymak da yapar aynı etkiyi. Kendini, benim seni şimdi gördüğüm gibi görebilmeni isterdim yani.

Bir diğeri, artık etrafı üç beş görüyorsun. Ve tatlımcım, dalgalı saçlarım sana çok ilginç geliyor. Sağa sola dağılan saçlarıma dikkatle bakıyorsun, gördüm seni. Dünyanın en güzel kızı olarak beni görme çağın geldi mi acaba, ne kadar giderse gitsin, bir süre öyle san, olur mu. Hem belki senin de saçların dalgalı olacak, ben her gün şapkanı çıkarıp bakıyorum, henüz net bir karar varamadım. Dalgalansın diye karıştırıyorum kafa tüylerini ama henüz renk vermediler bana.

En keyifliyi sona bıraktım. Bugün dede gördü seni iki hafta sonra ve ne dedi biliyor musun, sana benziyor artık Kurabiye, dedi. Ki başından beri babana benziyordun en çok, yani öyle diyorlardı. Ben halen kendime benzetemiyorum da, pek hoşuma gitti bu tespit. Baban sana tembihledi tabi, bana benziyceksin unutma Kurabiye, diye ama; sen bi bakarsın sanırım duruma. Bir yanda günde "kaliteli" yarım saati seninle geçiren bir adam, bir yanda günde yirmi saati seninle geçiren bir kadın, haydi biraz daha uyusan onbeş diyelim taş çatlasın.

Kendine benze Kurabiye, hem bugünkü kadar huzurlu, gülücüklü ol, olamadığında bugünleri hatırla, beni oku olmadı. Çok güzeldin bugün Kurabiye.

3 Aralık 2014 Çarşamba

Yüzyirmidördüncü gün

Bugünün minik tespitini açıklıyorum. Senin hakkında bir şeyler diyecekken, hele böyle tespit gibi büyük bir şeyse, yanılmış olduğumu tam bir gün sonra şıp diye görmekten korktuğum için tedirgin oluyorum aslında. Ne çok laf ettim yarabbi, hemen tespite geçeyim en iyisi.

Memede, sen istediğin kadar kaldığında, sonrasında daha çok uyuyorsun. Peki ben n'aptım bugüne kadar, sağdan soldan ortalama ne kadar emilir, öğrendim. O kadar olunca, sen bebeksin, aklın ermez, akıl edemezsin en iyisi ben senin yerine ereyim, diyerek ayırdım memeden seni. Her zamanki, dünyayı ben döndürüyorum, çarkı çevirmesem tüm tiktak duracak kaygısı, yanılgısı, hastalığı sarmıştı işte. Ne ahmaklık. Senin, sizin kendi içinde eşsiz bir makine olduğunu göz ardı etmişim tamamen. Dünyaya, pekala yaşamak için geldiğinizi, yaşamsal içgüdülerinizin, reflekslerinizin çok güçlü olduğunu, ihtiyaç bellediğiniz şeyleri, ta içinizden duyduğunuzu, hissettiğinizi unutmuşum. Sana güvenmem, seni sana bırakmam gerektiğini unutmuşum. Sütünü kesecek zamanı bile ben biliyorum sanıyorum, halbuki sen başlı başına bir gezegensin. Ve ben basbayağı rahatsızım kimi zaman.

Bugünkü yedi sekiz denemede, hiç saate falan bakmadan, sana bıraktım kendimi, kendimizi. Ne zaman istersen o zaman bıraktın keyifle şapırdatıp, güzel uykulara daldın sonra. 

Dedim ya, devam eder mi bilmiyorum da, ben kendi adıma bu kontrol hastalığını bir kenara bırakmam gerektiğini bir kere daha anladım. Süte değilse de memede durmaya, emmeye, rahatlamaya, gözlerini orada yummaya ihtiyacın var belki. Ben nereden bilebilirim senin için, seni sana bırakmam gerek bir parça, hem de ta bugünlerden...

Öptüm seni kulak dibinden, birazcık da dudak içinden...

2 Aralık 2014 Salı

Yüzyirmiüçüncü gün

Bugün yazıyorum, niye mi, komik bir şey oldu çünkü. Yani olan aslında hiç komik değil belki de, beni güldürdü işte.

Sen dün akşam yine uyumadın, ben bugün gün içinde ağlayarak yalvardım sana uyuman için. Sonra diğer tüm anneler gibi neden sabır, şefkat, neşe dolu olmadığımı anlamaya çalıştım. Bildiğin üzülüyorum ya da sinir oluyorum. İnsan uykusuzluğa nasıl dayanır diyorum, hayat bir ne ki diyorum, neden yaşıyoruz, diyorum. Gece olsa da yatsak, bu güneş de nesi kış ortası diyorum. Diyorum da diyorum. Neyse diyeyim, sonra durulduk, gün karardı hafif, daldın uykuya sen de, senle biraz ben de. Toparladım, bir saatlik uyku sadece yetmişti hayata farklı ya da işte eski bildiğim gözlerle bakmaya. Sonra tatlı bir teyze uğradı görmeye beni, ne istersin dışardan dedi, bir tutam huzur, dedim. Kıvırcık saçlarını ve pastane bezesi getirmiş sağolsun. Ağzımız tatlandı.

Sonra senin durumun için bir mektup geldi bana, bu hafta sıçrama haftası diyor mektup. Dünyanın boş bir tabladan ibaret olmadığını keşfediyor bu çocuk dikkat, diyor. Bir an, yaşadığın bir değişiklik varsa bunun seni dehşete düşürebileceği geldi aklıma. Kendini zaten az bildiğin bir dünyada, artık yepyeni bir düzende yapayalnız hissedebileceğin. Belki de o yüzden sarılınca susuyordun artık ve her fırsatta meme alıp uyuyordun yarım saat için bile. Ama işte aslında o bir saatlik altın uyku hadiseyi başka türlü okumamı sağlayan, biliyorum.

Gelelim komik yana, babana dert yandım bugün gündüz hayatın ne kadar kötü olduğu hakkında. Akşam alttan aldı beni, bir saat evet evet sadece bir saat seni ona bıraktım. Besledi, gaz çıkarttı, altını değiştirdi ve uyutmaya çalıştı. Evet tüm seriyi sadece bir kez yapmaya çalıştı. Geri geldiğimde, seni, benim seni geçen kara Perşembe tuttuğum gibi, yani az önce kuryenin teslim ettiği ne idüğü belirsiz bir koli gibi tutuyordu suratında aynı boş, kaygılı, asabi, karanlık bakışlarla. Çok keyiflendim o zaman ben. Senin için üzüldüm ama normal bir insan olduğumu anladığım için çok sevindim, dedim ona. Bu işin bu kadar zor olduğunu açık seçik demeyen anneler utansın Kurabiye. Bir bebek hiç de kolay yetişmiyor, bir gece bile altın değerinde. Annelere var ya, ne pabuç kadar dil, ne el kol kalkmalı asla. Ve gözümüzün tutmadığı kızlar bu eve getirilmemeli.

Emi Kurabiye...