26 Aralık 2014 Cuma

Yüzkırkyedinci gün

Bugün TSH tahlilin için hasteneye gittik yine seninle. Senden önce bir bebeğin-bir buçuk aylıkmış- kanı alınıyordu. Hafif göbekli bir kadın, kırmızı gözlerle dışarı çıktı bebek susmayınca. Sizin bebeğiniz mi, dedim bugüne kadar annelere, bebeklere, ağlamalara dair bildiğim her şeyi birleştirip. Evet, dedi. Dayanamadığı için çıkmış dışarı, anane tutuyor bebeği içeride. Geçecek merak etmeyin, dedim senin elini tutup. Geçince hiç hatırlamıyorlar, hemen susuyorlar, dedim. Bir sürü iğne batırttık ya sana, biliyoruz o kadarcık. Hı hı dedi kadın kibarca, telefonunu alıp uzaklaştı sonra. Kesmedi benim züğürt tesellim, kocasını aradı, ona ağladı telde. Gülümsedim, çünkü ben de ağladım Kurabiye. Senin göz kontrolün sonrasında doktorun gözünün içine de baka baka ağladım hatta, o bir ton açıklama yapıp kağıt mağıt gösterirken hem de.

Sıra sana geldi sonra, azıcık ağladın sen dudaklarını büzüp. Geçen defa kanını alan hemşire var idi yine. Hani sana bakıp, a bu gerçekten iki aylık mı diyen. Bu defa sevdi seni, senin adın bundan sonra Özgür Willy olsun, dedi. Çok seviyormuş o filmi. Yani, Kurabiye olmuşun, bir Özgür Willy de olursun herhalde, kırmazsın, değil mi.

Çıktıktan sonra telimi bulamadığımı farkettim, yaşlı bir amca bekleme koltuklarında bulmuş, hemşireye teslim etmiş sağolsun. O dalgınlık-yani aslında afadersin dünden kalan uykusuzlukla canımcım- teli kaybedebilirdim, ama iyi insanlar var etrafımızda işte ne güzel. Tel geldi elime, şifre girin lütfen, dedi hemşire. Güvenlik için rica ediyoruz, diye ekledi. Şifresi yok ki dedim, telin benim olduğunu nasıl ispat ederim, isim söylerim hop numarayı ezbere derim filan gibi numaralar düşünüyordum ki, kilit ekranında ikimizin fotoğrafı belirdi ben açınca. Ahanda bakınız, biziz, dedim. Yanime sen, en ileri güvenlik taktiklerinden daha etkili, on numara bişi oldun Kurabiye.

Renkli günlerin, unutulmaz zamanların, fıldır fıldır bakışların olsun e mi...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder