30 Kasım 2014 Pazar

Yüzyirmibirinci gün

Bugün yine susmadığın günlerden biri olduğu için, sana kendimce kızdığım zamanlar oldu. Sarsmasam da kızdım işte. Sonra, akşama doğru ama, yani bayağı bir sonra, seninle elele uyumuştuk-babanın fikriydi, işe yaradı. Sen uyanırken, elimi göğsüne götürdüm, kalbini, ciğerlerini hissettim, garip bir histi. Her şeyinin küçücük olduğunu, uykusuzluğu, huysuzluğu inadına, inadımıza yapmadığını senin bildiğin minicik olduğunu düşündüm ya da farkettim. Yuh anne, diyebilirsin tabi de, inan bu kırk küsür ve hatta belki elli günün hemen hiçbiri çok kolay olmadı bana. Koca bir eşikmiş bana bu deneyim, halen de oldum diyemem, ama ilerliyorum işte kendimce. Hani kardeşin mardeşin olursa ileride, o daha şanslı olacak annenin ilk halleri açısından sanırım. Yoksa sen ben bayağı bir tuhaf yollardan geçiyoruz.

Sonra başka bir kitap diyor ki bugün,bebek kendini anneyle bir sanırmış. Onun kakası geldiğinde, annenin de geldi sanırmış. Ne tuhaf değil mi, tüm bunları ileride hatırlamamız da; bugüne kadarki minik yolculukta benim kendime göre yüklediğim anlamlar, senin bana kafa tuttuğunu sanmam, bana haksızlık yaptığını farketmeni beklemem falan ne kadar tuhaf değil mi. Kendimden de şüphe ettiriyorsun beni işte ondan, bu zamanları unutmamak için de yazıyor olabilirim bak.

Seni kendim gibi sanıyorum ben de, senin beni kendin gibi sanman gibi yani. Bak bir saat emzirdim, artık gitmek hakkım olsun lütfen, karnım aç, tuvaletim geldi, müzik dinleyeceğim, mektup yazacağım, duş alacağım diyorum sana. Senin de anlayış göstermeni bekliyorum. Halbuki senin serçe parmağım kadar bir kalbin, yarım işaret parmağım kadar ciğerlerin var. Kendini yırtar gibi ağladığında, hele de bu bana göre zamansız gelirse çok üzülüp, bazen de çok delleniyorum ayrı. Çok ama çok garip bir dönem oluyor bana Kurabiye.

Beni sevmediğini düşünüyorum bir de bazen, ki güleriz umarım ileride buna seninle. Bu garip duygu arada yokluyor beni, belki yukarıda dediklerimden ötürü, ya da o meşhur bize gülümsemeler, bizi sarmalar gelmediği için henüz. Sen dünyaya gelmeden önceki bir sene garip geçti biraz, senin dünyaya gelişin de garip oldu en duru ifadeyle zaten. Belki de hepsi üst üste gelmiştir, değil mi.

Senin her şeyin benden daha güzel, daha renkli, daha unutulmaz olsun, emi. Bugün yaptığın gibi, göğsüme bastırdığımda seni, dinen ağlamaların olsun. Öptüm seni kulak dibinden...

29 Kasım 2014 Cumartesi

Yüzyirminci gün

Neler yazacaktım ama neler doluştu kafama Kurabiye. Yazıyı saatlerdir uyumayarak tüm ev halkını ayağa diken halinden arındırmaya çalışarak yazacağım, yani deneyeceğim.

Wonderweek diye bir kitabın tercümesini aldık seni anlamak için. Kitapta diyor ki, ani ağlama krizleri aslında atlanan birer eşik, sıçramadır. Hatta bunların ilki beşinci altıncı haftada olur, diyor. Senin geçen kara Perşembe'nin ilk sıçrama olduğunu düşünüyordum ki, bugünkü uykusuz halini görünce belki de aslı bugündür demiyor değilim. Atlasan da geçse, biz de rahat etsek ne güzel olur, değil mi.

Ay bu çok tatlı, deyip duran ananen buradayken olması iyi oldu tabi bunların. Zavallı kızının en azından ne kadarcık yorulduğunu bir görsün, değil mi ya. Senden bugün şikayet etmeyecektim aslında, bu saate kadar uyku uyumuş olsaydın. Neyse diyeyim haydi.

Bugün beni dışarı çıkardık yine, deniz gösterdik, tatlı yedirdik, tabi genelde senden konuştuk ama olsun.Gezdik dolaştık parkta. Sonra o parka en son geçen sene dayınla gittiğimizi hatırladım. Uçurmuştu beni, kendimi bildiğin sümük, bildiğin böcek hissettiğim bir gündü. Aslansın, kaplansın hatta uçarsın ne diyorsun sen, demişti. Hop uçurmuştu beni, ağlamaya başlamıştım uçtuğumu görünce. Çünkü bilmiyordum o ana kadar uçabileceğimi. Üzerinden bir yıl geçti, sen çıktın geldin. Hayatın ne zaman nereden ne getireceği belli olmuyor Kurabiye. Bana belli olmuyor ya, gör bak sana da belli olmayacak.

Parkta senden uzaktayken, seni bildiğin özlediğimi düşünmüştüm, ama eve gelip seni bıraktığım gibi yarı uyur, yarı ağlar bulunca özlemden kuşku duydum. Ben neden alışamadım halen bu hallere, bilmiyorum. Ama kitap diyor ki, normal, demek ki normal. Anneler  bebekler ağlayınca önce üzülür, sonra dellenir, sonra intiharı düşünürmüş, hepsi normalmiş. Hepsini ufaktan yaşadığım için, yalan diyemeyeceğim Kurabiye.

Uyu emi kuzum. Uzun uzun, güzel güzel uyu. Bebekler uykuda büyürler, büyürler, büyürler...

Öptük seni yanaklarından.

27 Kasım 2014 Perşembe

Yüzonsekizinci gün

Bugün babaanne geldi ziyarete, sana ciciler almış onu getirdi. Cici tanımımız, bu ara kışın salonda giymen için kadife tulumlardan oluşuyor. Henüz garson boyun en gıcık halinde olduğun için; prematüreler küçük yenidoğanlar eh işte, 0-3 ayların kolları büyük gelip beni üzüyor. Ayak tamam, kol niye uzun diyorum, bunun kolları minik mi diyorum, sonra katlayıveriyoruz, hop oluyor, falan. Bu ara böyle hüzünlenip, böyle eğleniyoruz yani Kurabiye.

Pazara gitti anne yine bugün. Anladığın üzere, pazar anne için mühim. Pek bir seviyor nedense bağıran çağıran satıcı, meraklı gezici, taşıyalım mı ablacı, bu ayvalar Eşme'den ablacıları pek seviyor. Kendime almak için gezdim bugün, deli deli aldım da, çoraptır, patiktir, bluzdür. Hep Kurabiye'ye nereye kadar, dedim kendime, aferim dedim üstüne hatta. Sonra noldu, Kurabiye kıyafetleri satan adamda kredi kartı geçiyormuş, soydu bıraktı beni tabi. Ama çok ciciler, sende de cici duracaklar. Hoş ben buraya gelecek zamanlı yazınca, ama sen bunları abi olunca okuyunca onların hepsi geçmiş zaman olacak. Bu gramer kurallarını ayrıca anlatacağım. Seviyorum dilbilgisi ben, bakalım sen sevecek misin.

Seviyorum dilbilgisi deyince nasılsa babanın duası geldi aklıma, diyor ki yani diyoruz ki hadi; insani yönlerini anandan, teknik yönlerini babandan al. Allah korusun tersi felaket olur çünkü, emi Kurabiye. Ona göre bak, tart bizi yanına geldiğimizde, yanlışlık olmasın sakın...

Bu akşam baban yok, eğlencede bildiğin. Tamam git dedim ben de. Ama bi garip oldu içim, normalde yani normal dediğim sen yokken çok eskiden, o nereye gitse akşamları, ben hop başka yerlere giderdim denge hesabı, neyse o işte. Ama şimdi, babam yani senin deden arkadaşlarıyla içmeye gittiğinde, annemin yani ananenin bizimle kalması gibi bir hal oldu. Bize patates kızarttığı cuma geceleri gibi oldu. Anneme yapılan bir haksızlık var gibi gelirdi o zaman da, Allah Allah derdim, adam yani babam eğlenceye gidiyor bu kadın yani annem bize bakıyor evde viyak bir oğlan ve çok aklı başında bir kız çocuğuna yani. Garip düzen, derdim. Heyhat dedim bugün de. Benim mezelerine bayıldığım yere gidiyorlar bir de, nispete bak. Annen oraya gitmeyeli yıl olmuş olabilir. Neyse, bugünler de gelir geçer değil mi Kurabiye. Sen sütü geç, rakı öğreticez sonra sana. Sırayla tabi...

Anane geliyor yarın seni görmeye. Sen arada biraz büyüdüğün için, benim torunum bu değildi ki demesinden endişe ediyoruz babaanneyle. Onu verdik, bunu aldık deriz dedik, bakalım inanır mı bize.

Banyo sonrası uzun, huzurlu uykuların olsun emi Kurabiye...

25 Kasım 2014 Salı

Yüzonaltıncı gün

Atlamalar olacak herhalde artık hep. Zaten sanki normalliyorsun artık, hoş normal ne demekse. Seni ilginç yapan tek şey erken doğmuş olman değil ki, doğmuş olman bile başlı başlına bir konu, öyle değil mi. Seninle en çok konuştuğum için, garipleşir miyim acaba. Ya da doğum izni ertesi işe dönen anneler o ilk haftaları nasıl geçiriyor acaba. Bir annenin, ki o anne bu zamana kadar bana çok emeği geçen bir annedir; sık sık kafam hiç çalışmıyor dediğini hatırlıyorum. Şimdi birazcık anlıyorum sanki ne demek istediğini. Misal seveceğimi düşündüm bir kitap satın aldım uzun aradan sonra. İçinde ben yüksek lisans yaparken okuduğum akademisyenlerin de yazıları var. Dün yorgunluktan mı, salaklıktan mı yoksa ne bileyim yaşla kaybedilen beyin hücrelerinden mi neden bilmiyorum, okuduğum cümleleri anlamadım. Çeviri kokuyor kesin ondan dedim topu taca atıp, ama yazılar çeviri değil, bunu hatırlayıp sustum sonra. Geçer herhalde, değil mi. Geçse iyi olur, bu halimle pek tatlı bir kadın değilim Kurabiye. Tatlı bir anne olacağım derken, kadınlığım, insanlığım azalacaksa sakatlamış oluruz bizi bak, sen de bırakıp gidicen yaşın erince, bana biraz ben kalsın olur mu.

Neyse, dün seni ilk defa tek başıma yıkadım ben. Artık daha az şeyden korkuyorum. Yıkamaya hazırlanırken duygularımı kontrol etmeye çalıştım. Korkarsam Kurabiye sezer, bana da dar eder bu on dakikayı dedim, her şey on numara olacak dedim. Oldu da Kurabiye. Yardım ettin bana, açık oldu bahtımız. Banyo da yaptırabildiğime göre, seninle safariye gidebiliriz diye düşündüm, olur mu dersin, istersen olur Kurabiye. Bak burada, sen istedikten sonra dünyanın her yerini, hani sırf sen gör diye gezmeye hazır bir kadın var, eli ayağı tutar, parası olursa gezdirecek seni sen de istersen. Banyodan nerelere gelmişiz, ama olacak o kadar değil mi.

Sonra bugün kendime göre bayağı iş gördüm, sana göre uyduruyorum sanki işleri. Senin ilk uykunda hızlı kahvaltı, yatak matak toplamak hep sonra, aniden uyanabilirsin, kahvaltı etmemiş olursam, aç sen gibi olabilirim.Sonra bir yerlere rezene sıkıştırıyorum sana bana iyi gelsin diye. Öğlen uyandığında, güneş varsa sana jimnastik, el yüz silmece, müziğe göre dans motifleri. Misal bugün yerleri bile süpürebildim senden izin isteyip, eve benzedi azıcık ortam. Sabah yatakta seninle takılmaca onu atladım iki saat kadar, o dinç tutuyor öğleden sonraları bak. Sen bayılıyorsun ama ben uyumuyorum nasılsa. Giysilerini ütüledim sonra dün yıkadığım. Yemek bile yaptım ve hatta azıcık. Yani imkansız değil sanki bazen, tabi her şey sen büyüklük gösterip hepsi için bana izin vermende, her gün olmuyor, ama bazen oluyor işte. Her gün olsa yapacak iş bulamam zaten öyle değil mi. Zaten yaklaşık dörtbuçuk aydır evde oturan bir kadınım, ne doğru, ne yanlış, ben neyim ve aslında ne değilim, pek bilmiyorum. Sen gelince iyi oldu eve, en azından ne yapmam gerektiğini biliyorum biraz biraz. Süt vermem lazım, gece uyanmam lazım, alt değiştirmem lazım, gaz çıkartmam lazım, ağlamalara kulak kabartmam lazım, anlamaya çalışmam lazım. Yepyeni bir okul. Diplomasız tabi. Arka fonda hep bırakıp gidecek, gidecek sesleri ile. Özellikle siz erkeklerin böyle bir ünü var n'aparsın. Ama belli bir yaşa kadar çok sevecekmişin beni, o yaşa kadar tadını çıkarıcaz işte biz de.

Yağmurlarla temizlensin için, ferah uykuların, kolay gazların olsun Kurabiye...



23 Kasım 2014 Pazar

Yüzondördüncü gün

Çok gün olmuş be Kurabiye. Minik bir adam olmuşsun baksana. Bugün bir Pazar, yani biliyorsun sana bana her gün Pazar zaten. İstanbul'a kış en pis haliyle geldi, evde olmak başka her yerde olmaktan çok daha güzel geliyor göze, kulağa. O yüzden bundan sonraki evrelerimiz, en azından bu açıdan daha kolay geçebilir.

Bugün babaanne yarısı teyze seni görmeye geldi, sen en masum, saatlerce ağladığın konusunda bizi yalancı çıkartır modundaydın, nereye konsan orada uyuyordun. Cici bir battaniye örmüş sana, içine koyduk seni sallanan salıncakta. Sanki tam orası için yapılmış gibiydi her şey, battaniye, sallanan sandalye ve battaniye içinde sandalye üzerindeki sen. Allah nazarlardan saklasın seni.

Anne kuaföre gitti bugün, sanıyorum sen eve geldiğinden beri ilk kez. El ayak, kaş bıyık bakım. Rutin temizlik diyelim ama işte kırk küsür günde bir ilk oldu. Onlar ellerimle, ayaklarımla oynadıkça benim uyuyasım geldi kirli saçlarım ve pasaklı bluzumla. Saçlar temiz mi dedi adam nedense, yo dedim ben de. Ne güzel değil mi, yıkanırız bir ara, acelesi mi var.

Yıkanmak deyince, dayın bir yazı paylaştı bugün, seni yazıyı okumadan hemen önce uyutmuş olduğum halde yazıyı oldukça yüksek sesle gülerek okudum Kurabiye. Dünyanın öte yanından aynı sesler yükseliyordu, demek ki tüm bebekler ve tüm yeniyetme anneler aynı durumdaydı. Ben mi, ben rezeneye devam, hem sana hem bana iyi gelsin diye.

Bugün yine bir saat boyunca uyumayınca sen, battaniyeler içinde senden bir füze yapıp uzay boşluğunda bir süre sallandırdıktan sonra, babana doğru pasladım seni. Geçen haftaki gibi yalnız olduğumuz bir güne denk gelseydi bu ruh hali, o füzeye nolurdu, düşünmek istemiyorum şu an. Ama, sen gıcık olduğunda, çok tatlı olduğun anları hatırlamaya çalışacağım, hatta en iyisi senin gülümserken filan foturaflarını çekip bastırıp, her an görebileceğim bir yerlere koyayım, değil mi. Evet yapayım bunu.

Uyu Kurabiye, uyu cici rüyalar gör, cici bir çocuk ol, masal dinle, masal sev, müzik sev, muhabbet sev, şirin ol.

Öptük seni...



22 Kasım 2014 Cumartesi

Yüzonüçüncü gün

Aradan bizim düzene göre epey gün geçmiş Kurabiye. Kendine göre çok şey oldu bitti sanki arada derede, belki de gün geçmiştir sadece, emin olamadım bak şimdi.

Senden sonra yani son yazıdan sonra, senli krizli bir günüm oldu benim. Seni beni alıp atmak istedim camdan, kapıdan, bacadan. Susmadın ağlamaktan, ben bu krizin benim inadıma olduğuna hüküm verdim. Sonra durumu analiz ettim minik kafamda. Evde iki kişiyi idare etmeye, iki kişiyi hoş tutmaya çalışıyorum. Biri sen, biri ben. Ve ne yazık ki bu iki insanın ihtiyaçları aynı anda görülmüyor. Kendime, aç, susuz, uykusuz, yorgun olduğum için acırsam, sen eksik kalıyorsun. Tersini edersem, seni insafsızlıkla suçlayabiliyorum. Milyonların şıppadanak oluverdiği anneliğe benim girişim böyle olaylı oldu işte. Neyse, akşam oldu baban geldi, seni atıverdim ona o gece. Sonra sen yine bir ağlama krizine girdin, ama gözünde yaşla, yani canın gerçekten yanarken yaptığın gibi. Çok üzüldüm sonra ben. Ben de ağladım yine. Tüm o sarsmalarda, sana bağırmalarda çok üzüldüğüne kanaat getirdim. Gözünden yaş geliyordu işte şimdi. Sonra yine memeye sarıldın, unutmak için hepsini, affetmek için, hiç olmamış saymak için, sakinlemek için. Evet, açlığın en son geliyordu sıralamada.

Sonra barıştık seninle, bir bütün olarak varlığını çok sevdiğimi farkettim, bölüp, parçalamadan, olduğu gibi, her haliyle ve hainlik düşünmeden, kafanın şimdilik minicikliğiyle, o an ne diyorsan, istiyorsan, o an sadece onu istediğin için böyle yaptığını, akıl yürütmeler yapamadığını hep hatırlayarak bakmaya başladım. Çok daha cici görünüyorsun şimdi gözüme, böyle içime alıp her yere taşımak istenecek cinsten. Devamlı olur umarım.

Evde hoş bir dağınıklık var misal. Ki ben kendimce çok derli toplu olsun isterim ev, az önce nerede ne yapıldı, edildi belli olmasın isterim nedense. Kimden neyi saklıyorsam, şu an her yerde sen varsın, salonda, içeride. Oyuncak, salıncak, bez, yastık, dönence, telsiz hepsi bir yerde. Kahvaltıyı yatakta ve öğlen yaptık misal. Neden olmasın ki, madem ev bizim krallığımız, neden olmasın ki, der misin bana...

Doktora da gittik bugün, yine aşı oldun, önce ağlayıp sonra uslu oldun. Hemşire ablalar seni gördüler, seni doğurtan doktor seni gördü. İnanamadılar haline, 960 gr'dan, ağlamadan doğan kırmızı et parçasından geldiğin noktaya inanamadılar. Huylu mu dediler bana, çok huylu dedim. İyi uyudun mu akşam, dedi babaanne. Uyudum dedim, çünkü her şeyin güzel gelmeye başladı bana.Çıkmayan gazın da, gece 2'de kalkıp 4'te yatıp 6'da tekrar kalkıp 7 buçuk'ta yatman da. Çocuksun çünkü sen, kolunda saat yok ki senin. Canın o an ne istiyorsa onu ediyorsun, bunu öğretiyorsun bana da. Hoşuma gidiyor bu halin.

Odaya biri girene kadar ağlayıp bizi çağırman da, biri gelip masal anlatınca, şarkı söyleyince susman da, muhabbet sevmen de çok güzel geliyor Kurabiye.

Buradayız Kurabiye, ne zaman istersen dizinin dibinde...

19 Kasım 2014 Çarşamba

Yüzonuncu gün

Bir gün atlamalı geldi yine. Ama bugün mühim bir gün, neden biliyor musun? Bugün evde kırkın çıkıyor Kurabiye. Yani senin ve benim evde kırkımız çıkıyor.

Korkmalı, üzülmeli, bağırmalı, çağırmalı, kokulu, sütlü, süt lekeli, uykulu, uykusuz, ateşli, aşılı, banyolu, hapşırıklı, hıçkırıklı, sümüklü kırk gün. Babannenin deyimiyle, melaikelerin seni koruduğu günlerin sonu hatta bugün. Artık önce Allah babaya sonra bize emanetsin, elçi melekler seni bize bırakıp gidiyor bugün. O uykunda, süt içerken kendi kendine gülümselemelerin de gidecek belki. Melekler güldürürmüş bebekleri çünkü. Ama belki bir tanesi seninle kalır uslu durursan, olmaz mı? Olur belki...

Dayının bana çok sevdirdiği bir şarkı başladı şimdi. Buna dair bir şeyler demeyecektim aslında, ama haydi diyeyim artık. Arkada bu çalarken, başka şey yazamaz elim çünkü. Sen karnımdayken güneşli bir haftasonu, kulaklıkla bu şarkıyı dinlediğim ve sözlerini ilk defa farkettiğimi hatırlıyorum. Bienal'e gidecektik o gün, arkadaşı yanlış yerde bekliyordum. Ama canım aramak da istemiyordu, bu bekleme anı, yüzüme vuran güneş ve şarkı çok güzel bir üçlü gibi görünmüştü gözüme çok iyi hatırlıyorum. Sözleri ilk defa duyarak dinliyordum. Korkma; nedenler için, kızmak saymak için gelmedim, diyor kadın. Sadece beni terkederken- ya da aslında bana "hayatımdan çık git n'olur" derken- radyoda çalan şarkı için geldim, diyor. Ne kadar naif, değil mi. Naif ne demek mi, anlayacaksın Kurabiye. Naif kız çocukları girecek hayatına, ya da belki sen karıncaları bile duyabilen naif bir çocuk olacaksın, belli mi olur. O zaman seni de, o kızları da basacağız bağrımıza, sen de istersen.

Senlik kısma geleyim buradan. Memeden ayrılırken, ağzının kenarından akan iki damla süt, yüzündeki huzur ve seni gülümseten melekler çok güzel göründüler bugün gözüme. Sonsuzluk oldu o an, ne yatırmak, ne yatırmamak istedim seni, öylece bakakaldım her yanını saran huzura. Senin gözünde görmeye çalıştım, çok az şey bildiğin dünyada, nispeten en sevdiğin şeylerden biri gelmişti başına işte, tadını çıkarıyordu yüzün, al al hem de. Kapalı gözlerin savruluyordu yüzünde, yerçekimsiz karanfil gibi şairin dediği. Yunuslarla yüzdüğümde hissettiğim gibi. Şu an ölebilirim, demiştim sudan çıkarken. O kadar sonrasını düşündürmeyen bir mutluluk anıydı benim için. Senin ağzından akan sütü, yüzdüğüm yunusa nasıl bağladım, işte o kadınlıktan geliyor biraz. Unutmamaktan, kurmaktan, kuruntulardan, savrulmalardan, savrulmaları çok sevmekten, alabora olan kayıkta durmaya devam etmekten, suya bakıp "bu kadar mı? daha, daha, daha..." demekten.

Neyse, senin o huzurlu halini görünce hop ileri sardım yılları. Sen büyüdün, serpildin. Senden birçok şey isteyeceğim, birçok konuda onu ye bunu yeme, onu eyle, bunu eyleme diyeceğim tabi. Onlardan biri geliyor şimdi Kurabiye;

Çok sev olur mu kadınları, bir aşk yetmez belki, onu bilemem. Ama her yaşında çok sev, dolu dolu sev. Memelerini öp, annemi çok emmişim ben, oradan bir alışkanlık, de. Çok sevince çok güzel olacaksın, dedi annem bana, de. Korkma sevmekten olur mu, biz kadınlar çok dümen yaparız. Sever ama sevmiyorum deriz, "ama" deriz bol bol. Sizi deneriz, suya götürür, susuz getiririz. Sen, sevdiğini farkettiğin zaman, orada dur, bağır yüzüne kadının. Göğe bakma durağı burası, burada inelim, de. Anlamaz mı, anlar elbet, anlayan çıkar diyelim ya da. Korkma sevmekten, dolu dolu yaşa her birini, taşı üzerinde, yanında, elinde, kolunda. Düşünce acıyor evet, ama düşmeden yaşanmıyor Kurabiye. Bu meme kadar helal olsun sana seveceğin tüm güzellikler, sevmesini bil, demesini bil, yaşamasını bil yeter ki. O zaman çok güzel olacak bak, yüzün bugünkü kadar huzur dolacak, canını yaksalar da. Dediğini duymasalar da, anlamasalar da bazen, sen hissettiğin, farkettiğin zaman demesini bil. Bana annem böyle öğretti, o memede bunu öğrendim de.

Öptüm seni hem küçük hem büyük halinle....

17 Kasım 2014 Pazartesi

Yüzsekizinci gün

Garip bir gün oldu yine Kurabiye. Gece ne zaman, gündüz ne zaman anlamadığım cinsten. Aynı koltukta güneşin çeşitli açıları ile lambanın yer değiştirdiği zamanlardan. Belimde, sırtımda tatlı ağrıların olduğu bir gün. Biraz kambur durur annen değiştirmek istese de, seni ters taşımalar da eklenince, sırtım büklüm büklüm oluyor gibi geliyor artık. İyi yanından bakarsam, bu ağrıları kesmek için belki kambur durmayı da keserim diyorum. Ki kimbilir, belki de her şey daha kötü olur; kamburken bir de ters taşımalarla iki büklüm olur kalırım. Duyuyorum insanlarda kalıcı arazlar, benimki de bu olur belki, belli mi olur.

Bir anne demişti ben yine böyle durup durup dert yanarken. Naparsan yap, memnun edemediğin bir varlık var evin içinde, demişti. Onu hatırladım dönüp dönüp bugün. En kötü eden yanı bu galiba, dedim. Sana kızdıkça seni koklayıp, öpüyorum yoksa. Kızgınlığım hemen şimdi dönüşsün istiyorum. Oluyor da genelde. Ama sık ağlayan, ve hatta ağlarken bile insanın yüzüne bakmayan halin, koyuyor be annem biraz. Acıkıp, kaka yapıp, gaz çıkartıp, uyuyan, uyuyamayan bir varlık. Parasıyla rezillik, her şey dört dörtlük olsun demiş, uzakdoğudan kadınlar gelsin beni yellesin, odamdan kuş sütü eksik olmasın demiş, dokuz ay -pardon senin durumunda yedi ay- bıkmamış, özenmiş bezenmiş ayarlamış, ama karşısında beni bulmuş gibi hissediyorum.

Yine bugün cici bir anne dedi ki, iki ay da hastanede kaldı ya seninki, seni daha çok özlüyordur, ondan ağlıyordur dedi. Halbuki ben, beni görmediğini düşünüyorum. Yanıldığımı düşünmek ve hemen buna inanmak istiyorum aslında. Ki sen bunları okuduğunda o kutsal bağ çoktan kurulmuş olur sanırım aramızda. Şu an tuhaf bir araftayız sanki, ya da benim kuruntularım işte. Elimden geleni yapmaya çalışıyorum bir varlık için, uyumuyorum, yemiyorum, içmiyorum, gezmiyorum, tozmuyorum, öğrenmeye çalışıyorum, hem yapılacakları hem neyin ne demek olabileceğini. Ama memnun edemiyorum, sürekli tokat gibi suratımda, gerçekten içinden gelerek ağlayan el kadar bir varlık. Üzülüyorum bazen, bildiğin üzülüyorum.

Birileri, bir şeyler benimle dalga mı geçiyor diyorum, çok mu istedin, al bakalım mı deniyor diyorum. Her anne geçiyor bu dönemeçlerden belki, ben neden kabullenip adam gibi devam edemiyorum, bilmiyorum.

Sonra gözüm doluyor, sonra ağlama süte geçer, çocuk üzülür, diyorum. Yani anlayacağın, adam gibi üzülmeyi bile yapamıyorum.

Bana iyi bir anne olmayı, sana iyi bir anne olmayı anlat, öğret olur mu. Yoksa bu, insanın içini yiyip, kalbini, midesini un ufak eden bir duygu. Hiç tanımadığım bir duygu. İyi gelemiyorum duygusu, ne etsem çöpün en ucuyum duygusu. Bir başkası da sen bile yoksun, şu an sadece o var demişti. Sen nesin, ben neredeyim onu kaybediyorum işte.

Yardım et bana olur mu, ağlasan da yardım et. Ağlamama da yardım et...

16 Kasım 2014 Pazar

Yüzyedinci gün

Bugün, Ankara'lı teyzenin getirdiği minik ve komik yani sende çok cici duran şapkalardan birini taktık kafana. Tam tepende iki göz daha var şapkadan çıkan, bu halinle kucakta "sizi duyuyorum,  ne dediğinizi anlamak için de Krypto gezegenine ses dalgalarını yolluyorum" der gibi duruyorsun.

Sonra ben bugün yine bisiklete bindim senden ve babadan bir saat izin alıp. Hoş gidiş yine sana yaradı, elimde 50lik bebek bezini sallaya sallaya geldim ama, olsun. Deniz havası da aldım işte arada.

Kitapçıya girdim sonra birkaç şeye bakmak için. Çocuklarla ilgili koca bölmeler varmış kitapçılarda, onu gördüm vesile ile. Kitap adlarına, konularına sen bile şaşardın ama. Mükemmel çocuk nasıl yetiştirilir, uyku sorunu nasıl çözülür, nasıl iyi anne baba olunur. Ya çok iyi, ya çok kötü vaat ve tehditlerden bahsediyorlar yani. En az bildiğimiz konuda en derine vuruyorlar sanki. "Boğulmayı önleyici yastık" gibi bu kitaplar da.

Sonra biz bu sabah 10'da kalktık. Yani öncesinde çok kez uyanmış olabiliriz, ancak odadan ve yataktan resmi çıkış 10'da idi. Sana minnettardım, çok mutluydum, zıplayıp dans ediyordum, uyku ne güzel devlet, diyordum ki yine uyku bastırdı bana. Çok korkuyorum gece de hiç uyumamandan. Sonra diyorum, kolik bebekler bile atlatıyormuş birkaç ay sonra o zorlu geceleri, Biz de aşarız değil mi bugünleri.

Uykunun bunca değerli olduğu günlerde, bisiklete binmek, sandığım kadar iyi bir fikir değilmiş Kurabiye. Yorgunluğu bir kat daha artırıyormuş. Ben ettim, sen etme ondan Kurabiye...

Bol ve güzel uykuların olsun Kurabiye...

15 Kasım 2014 Cumartesi

Yüzaltıncı gün

Bugün naptık Kurabiye, bir acı kahve içtik, daha da bişi edemedik annem. Kahve güzeldi en azından, tüm güne değdi. Öyle diyelim dimi Kurabiye, evet evet öyle diyelim...

Sen büyü, bizi de büyüt Kurabiye...

14 Kasım 2014 Cuma

Yüzbeşinci gün

Bugün bol doktorlu günlerinden biri oldu, oluyor Kurabiye. Sabah TSH değerlerin için tahlil yaptırdık. Sevgili hemşirenin zevzek sorularına maruz kaldık elinin üzerini delerken hem de. "Gerçekten üç aylık mı?" gibi, prematüre demem yetmedi ikinci soru geldi, meraktan ölüyorlar bu soru için, "Kaç kilo doğdu?", 960 gr cevabı hep aynı soruyu çağrıyor zaten, "Kaç kaç?". "Bitti mi iğneyle işi?" deyip susturabildim ancak onu, sen ağlarken minik minik. Ama aşı ağlamalarına benzemiyordu, muhtemelen aşı daha can yakıcı bir şey. Yine de gözlerin yaşlandı, anladık ki evdeki emreden ağlamalardan değil bu, can yakanlardan.

Öğlen de göz muayenen vardı, uzunca bir süre için son kez oldu sanırız. İnşallah, böyle devam eder her şey, talihin, kaderin. Seni yine kucağımdan alırken tembihlediler "Yan odaya götürüyoruz, kısa sürecek, bağıracak, geri getireceğiz" Tam da öyle oldu; yan odada kısa sürdü, bağırdın, getirdiler, sustun. Allahtan benim gibi bizim gibi kinlenmiyorsun, unutuyorsun diye düşündüm Kurabiye.

Dün bir video izlemiştim; bir terapist, bebekler sizi manüpüle edemezler, ağlıyorlarsa vardır bir sebebi, diyordu. İhtiyaçları görülsün diye ağlarlar, diyordu. Sizi manüpüle ettiğini -ben bunu inadıma yapmak olarak adlandırıyordum ilk günlerinde, hainliğine gibi- düşünüyorsanız, çok yoruldunuz demektir, acil yardım alın, bebeği birine bırakın, dinlenin, diyordu adam. Onu düşündüm bugün. Seni kaçıncı kez doktora götürüp, bir yerlerini deldirip, elletip, kanatıp getiriyoruz. Bir park yüzü görmedin, ki o ayrı yakıyor canımı. Kediyi bile mükafatlandırabiliyorduk zor işler olunca, sana malesef sütten başka yok mükafatımız henüz. Sen de unutmasan, benden bilsen olan biteni, bir ömür kızabilirsin bana. Sen benim canımı yaktırdın on gün önce, gözümün yaşına bakmadan hem de, diyebilirsin. Ama yapmıyorsun, acı sona erdiğinde, seni kolumuza aldığımızda hemen susuyorsun. Nasıl öğrenmesin insan senden bir şeyler, nasıl şikayet edeyim senden ben. Bu günlük hep şikayet gibi görünse de, adı şikayet değil Kurabiye. Adı büyümek, adı sabır, adı şaşırmak, adı görmek, adı anlamak. İçimi, insanı, olanı biteni, seni. Ondan, yanlış anlattıysam kendimi, dokunduysa içine, affet beni nolur. Çok ağlıyor bu çocuk desem, tüm gün susuyorsun, korkuyorum. Çok süt içiyor diyorum, bırakıyorsun ertesi gün. Her şeyin güzel senin, bir eşek varsa o da benim, el kadar bebekle eş sanan kendini, eşek benim. Affet beni olur mu...

Neyse, babalara gelelim bir de istersen. "Çayım soğudu" nidasını çok duyuyoruz kendisinden. Benim nerelerim soğuyor sen biliyor musun, demek zorunda kalıyorum genelde kendisine. Babaların çayı soğuyormuş Kurabiye. Sana neden diyorum bunu, sen de oğlan çocuğuysun, bir kız falan sever, baba oluverirsin. En fazla çayını soğut, emi, benim annem öyle gördü de, emi, unutma bak...

Öptüm seni ve sevdiğin her şeyi- yani şimdilik sütü, uykuyu, çıkan gazı, çişi, kakayı...

13 Kasım 2014 Perşembe

Yüzdördüncü gün

Bugün olanları bir bir demem lazım Kurabiye. Bu görev gibi, ödev gibi olan günlükten ötürü kendimi sık sık kendime açıklama yapar, kendi kendine konuşur buluyorum. Unutmıyım da yazıyım derken buluyorum. O yüzden kendimi onca sıkıntımın yanında, bari bu sıkıntıdan kurtarmak adına yazıyorum Kurabiye hemen şimdi...

Bugün annen, tam iki kere dışarı çıktı Kurabiye. Babaanne bize geldi, ben de seni ona bıraktım, çıktım dışarı. Kulağımda birçok anneden duyduğum "yardım alın, alın, alın" lafları ile "peki" dedim babaanneye "sen git" deyince o bana.

Hoş biri hastaneye diğeri de markete de olsa, sokak sokak demek değil mi. Gündüz gözüyle sokağı görmek, otuzküsür gündür tutsak bu kadıncağız için kocaman bir şey değil mi, öyle öyle. Noldu tabi ben çıkınca, başım döndü evler, arabalar, gürültü falan filan. Sendeledim, yavaş yürü kadın, alışık değilsin sen dedim.  Neyse gittik hastaneye, ellerim tahriş olmuştu biraz sudan, dezenfektandan. Endişelendim sana da geçer mi falan diye, gösterdim doktora. Beş saniye baktı bakmadı, "anne hastalığı bu, olur olur" dedi. "Yok ya" diyecektim, demedim hadi. Merhem yazdı sonra. Ben naptım peki; sokağa çıkmanın baş döndürücülüğü ile soluğu ezcanede alıp, 9 TL lik merhemi sigortadan verip, 150 TLlik ürün aldım oradan. Sana bana dair kremler, viksler artık ne gelirse aklına. Tıkalı buruna Bruno da alacaktım ki, tuttum kendimi. O da bir dahaki delilik anında alınsın, kalsın, dedim. Kasadaki kız bile güldü, 9 TLlik reçeteyle gidip, onu da sigortadan almak için on dakika onay bekleyip, 150 TLlik malla çıkan kadını görünce "Yeni misiniz siz?" dese yeriydi hani.

Bu Bruno cici bir reklam idi, çok gülmüştüm ilk gördüğümde, hatta annelere filan yollamıştım izlesinler, diye, haha gülerek. O zaman güldüğüm reklamı bugün acı acı anladım Kurabiye. Burun açıyor bildiğin, ve bu çok mühim rahat uyku için, hem size hem bize.


Ah Kurabiye, benim şu otuzküsürde öğrendiklerim boyumu geçti oğlum. Ha şimdi sorsalar bir tane daha yapar mıyım, yani hemen şu an yapmam Kurabiye. Önce bir tüm anneler gibi unutmam gerek olan bitenleri ve önümüzdeki yeni süprizleri..

Neyse, ikinci çıkış markete idi. Evin ihtiyaçlarını gördüm. Ha ne aldım sonra, içimde nasıl yer etmişse saldırdım rafta görünce; süt yapmayan makarna ile süt yapmayan kaju fıstık aldım arkadaş. İçim inliyor kremalı makarna, makarnaaa diye. Süt de bir yere kadar, değil mi ama. Olsun şuncacık özgürlük alanlarım, güldüreyim kendimi millete olmaz mı. Yapılacak o makarna arkadaş.

Eve geldim sonra, ölüyorum yorgunluktan. Naptım toplamda, bir saat doktor, yarım saat market ile tam birbuçuk saat sokakta kaldım ve başım döndü Kurabiye. Kolum, bacağım sızladı. İyiymiş bizim kölelik dedim, içerideki oda, salon, mutfak, banyo arasında git gel, sessizce otur, karga seslerini Kurabiye bızıklamasını san, kork. Ani bir viyak ile daldığın öğle uykusundan uyan, koridoru koş, alt kakalı mı bak, değilse salla, olmuyorsa meme ver. Alışmış bünye bu ritme, ambale oldu araba, trafik, insan, tükkan görünce. Eczaneye bayıldı paraları, marketten aldığı makarnayla gururlandı falan.

Ben mi seni büyüticem, sen mi beni küçültücen bilmiyorum Kurabiye. Ama bildiğim, burun mühim. O Bruno alınacak arkadaş...

12 Kasım 2014 Çarşamba

Yüzüçüncü gün

Sakin günlerinden biri oldu Kurabiye. Hatta süt aralarında birkaç kez ikişer, üçer saat uyuyarak beni şaşırttın. Artık büyüdüğünü düşünüyorum. Kaka yapışın, sıklığın değişiyor, yemek arası uykuların değişiyor, sanki daha bir oturuyor yerine. Siz bebekler de bize, eve ve ebeveynlere uyumlanıyormuşsunuz zamanla. Yani henüz adam gibi göz göze bakamasak da, birbirimizi bir parça tanıyoruz anlayacağın.

Birkaç kez sıçradın bugün, korkuttun beni. Korkutuyorlar mı Kurabiyeyi yoksa, dedim. Hani birkaç delilik anında sana sert şeyler demiş, etmiş olabilirim ama; geldi geçti bak onlar. Daha sakinim nispeten, sen de daha sakin olunca. Ben mi korkuttum seni de, yer etti kafanda diye üzüldüm. İşte bak, tuttum bunu da kendimden bildim. Ananın problemlerinden biri de bu işte naparsın, her şeyden nem kapsın, kendinden bilsin olanı biteni. Neyse, sen sıçrama bir daha öyle, emi. Süt desen elinin altında, kaka desen bir bağrışta şıp temizleniyor, gaz desen iki dakikada pış pış sırtında. O yüzden, henüz korkacak, dert edecek hiçbir şeyin yok senin, bir ömür de olmaz inşallah diyelim.

Bugün seni bana dolayıp gezdirmek için bir kuşak geldi Ankara'dan. Bakalım, başarılı olursak bana yapışık yaşayabilirsin bir süre. Yalnız bu Humana denen süt çayı yüzünden pastırma kokabiliyorum, ki duymuşsundur çok kez; bana bağlı yaşarsan bu kokuyu daha sık içine çekmen gerekecek. Sen bir düşün taşın.

Ha bir de ağlamalardaki ton farkını daha bir sezdim bugün. Bayağı tizleşen bir ton var, o acil müdahele gerek, demek, müdahale gelmezse az sonra buzullar eriyip, köprüler kopacak demek. Onu anladım. Kaka ve artık asabiyet yapan açlık ya da ani bir rüyadan uyanışta anne denen kadını yanında bulamayış bu tiz tona neden olabiliyor. Diğerleri bir iki viyak olup kesiliyor. Ansiklopedi gibisin Kurabiye, bakalım daha neler öğreteceksin bize.

Pamuk yatakta biraz fazla inliyorsun gibi geldi, ona da bir çare bulacağız. Bu akşam, minik bir yöntem deniyoruz, başarılı olursak yarın açarım sana tarifini. Yok olmazsak, tarih sayfasından sileriz bu komik buluşumuzu.

Tatlı rüyalar Kurabiye...

11 Kasım 2014 Salı

Yüzikinci gün

Sen bugün kaka yaptın, hani şu an da ağlıyorsun yine ama olsun. Kaka mühim, gerisi teferruat.

Aferim sana Kurabiye...

NOT: ayrıcana, benim bu hallerimi okuyan annelerin içi acıyor bazı bazı, kadın tut kadınnn diyorlar bana. Ne kadar daha sen ben gideriz bakalım Kurabiye. Bu saatler iyi sayılır bir şekilde de, akşama doğru batan gün ile sen yavaşlamadığın için, daha bir zor oluyor sankime. Ha bugün anne naptı, kendine öğle yemeği niyetine ısıttığı çorbayı ocakta unutup -bak önce uyuyup yazıp sildim bunu da- senin çamaşırlarını yıkamaya girişince, çorbadaki pirinç taneleri kavrulmuş şekere dönmüş, bir kase çorbadan üç kaşık çorba kalmış. Ceza olarak onu içtim kalktım tabi ben de. Çok katıyımdır kendime, cezalarım vardır çekerim. Artık sen düşün, sana neler ederim, ama yani herhalde Allah baba veriyordur sabrını, niyazını, değil mi. Versin..

10 Kasım 2014 Pazartesi

Yüzbirinci gün

Evet Kurabiye, ayırt edici, tarihe not düşücü hemen hiçbir özelliği olmayan günlerden birine geldik desek abartı olmaz. Umalım ev günlerimiz böyle devam etmesin. Hızlıca göz atalım güne.

Yine seni avuturken bir ara aynada kendime baktım, boynumda evlenirken gördüğüm kemikleri gördüm. Sanırım bir de o zaman böyle kilo vermiştim. Bugün sabah tartılmaya niyet etmiştim ki, yine sen zor ve aniden uyuyunca öncelik sıralamam şaştı; yatak topla, oda havalandır, kahvaltı hazırla derken uyandın, uyuttum, kahvaltı et hemen derken aç karnına tartı işi kaçtı yine. Kısmet yarına.

Şimdi tarihe not düşmek için çok büyük görünmese de bir süredir kaka yapmıyorsun, korku ve endişe içindeyiz. Ani bir patlamadan da, içinde patlayıp sana sinir olarak yansımasından da ayrı ayrı korkuyoruz. Hele ben bu tufana gündüz yalnızken yakalanmaktan daha da korkuyorum. Kolaylıkla geçip gitsin bu tufan inşallah olur mu.

Günün geri kalanı, seni uyutmak, uyanınca temizlemek, sonra doyurmak, sonra uyutmak, uyanınca temizlemek ve sonra doyurmakla geçti. Hani bir beş altı ay daha böyle geçer mi, benim saçlarım daha mı çok beyazlar, ama en azından sen büyürsün mü arada. Bilemedim Kurabiye. Anne yorgun, bitkin, ağrılar, sızılar içinde.

Şu an süt diye ağlıyorsun, baban avutuyor seni, ben bunları yazıyorum. Seni avutmalıyız çünkü ilaç verdik, ilaçtan sonra yarım saat aç kalmalısın. Ama sen hemen her zaman aç olduğun için, hiç ağlamayacağın bir yarım saati bulmakta hep zorlanıyoruz, her akşam korku içinde veriyoruz ilacı. Ve işte bu akşam, korkunun ecele faydası olmayan akşamlardan biri. Süt diye ortalığı yıktığın akşamlardan biri. Dayan Kurabiye. Allah baba anneye süt, sana sabır, hepimize yaşama sevinci versin, emi...

9 Kasım 2014 Pazar

Doksandokuzuncu ve yüzüncü gün

Günlük kaymış yine bir gün, olsun güzel bir güne, yeryüzündeki yüzüncü gününe bağlamış bak bizi. Hızlıca dünden alalım olanı biteni.

Ankara'dan cici teyze geldi sana ciciler getirmeye. Elini tuttu senin, baktı içli içli. Kendi iki miniğini mi hatırladı, yeni minikler mi istedi bilinmez. Üzerinde, onun miniklerinin tulumu vardı, senin kadar olduğu günleri hatırlamış da olabilir. Beni ise gayet iyi ama çok şaşkın buldu, şaşkınlık gelip geçiciymiş. Yani gelip geçecekmiş inşallah...

Babanla bugün, ağlamadığın zaman çok güzel olduğunu konuştuk. Ne büyük bir tespit, değil mi. Öyle deme ama yine de, yani düşün hep ağlasan seni hiç güzel bulmayacağız. Alıp atmak falan isteyeceğiz mazallah. Nitekim dün akşam hemen hiç uyumayınca, çocuk esirgeme kurumu ile tehdit ettik seni, yani ben ettim, babana da mantıklı geldi, destekledi beni. Ne diyorduk, ağlamadığında çok güzel oluyorsun. O yüzden en güzel şey, bebek foturafları, neden çünkü ağlamıyorlar orada. Neyse, bu ağlama faslını kesiyorum. Zaten bu ara ne desem, nazar olup geri dönüyor bana gibi hissediyorum. Çok ağlıyorsun derim, sesin soluğun kesilir korkarız mazallah. Ağla annem sen, bakarız sana.

Sonra dün, on ay sonra ilk defa bisikletle tura çıktı annen. Bisikletçi amcaya gidip tekerleri şişirttim, iki liraya satın alınabilecek en büyük keyifi satın aldım anlayacağın. Sahil, deniz, çimen kokusu aldım. Sahil senden önce bıraktığım gibi, halen gençler, sevgililer, ahbaplar demleniyor. Aya bakıyor, dilek tutuyor, balon üflüyor, bir şeyler içiyor diyeyim haydi. Zaman hiç geçmemiş gibi geldi Kurabiye. On küsür ayda hemen hiçbir şey olmamış, zaman hiç akmamış gibi geldi bir an. Garip, halbuki neler neler oldu arada derede.

Bugün ise, nazarlardan korunası uykusuz gecemizden sonra kahvaltımızı ettik, baktık sen aniden sustun, napıcağımızı şaşırdık, napsak ki dedik. Yatalım uyuyalım en iyisi, dedik. Onu yaptık Kurabiye. Sen uyanana kadar sürdü tabi saltanat, ama o da kar be Kurabiye.

Kestane çıkmış bu arada, bildiğin kış gelmiş. Sen yüz günlük olmuşsun. Daha ne olsun Kurabiye. Seni severken, tulumunun enseye değdiği yere takıldı gözüm geçen. Düşündüm, sen büyüycen, abi olcan, delikanli olucan, can yakıcan. Sonra el kızları gömleğinin enseye değeceği yere bakıp titreyecekler, dedim. Behey dedim, ben o günler için içiriyorum bu sütleri işte dedim.

Sonra, oğlanla rakı içeriz diyordum sık sık ki, aramızdaki yaş farkını farkettim bugün de. Sen yirmilerinde içsen rakıyı, ben ellilerimde olacağım. Ve belki bana rakı dokunacak artık, Karaköy'deki salaş balıkçıya gitmek için vapur tutacak,  Oradaki minik sandalyeler popoma batacak. Ananen gülüyordur şimdi kıs kıs, ben dedim sana erken yap şu cocuğu diye, diye. Ben bu yaş farkını hesaba katmamışım bak.

Ama yine de anneyle rakı sözü ver bana olur mu Kurabiye...


7 Kasım 2014 Cuma

Doksansekizinci gün

Bugün güzel bir gün Kurabiye. Sakin bir gün, yani senin dolayısıyla benim sakin olduğum bir gün. Ananen duymuş bir yerlerden, bebeklerin kucak istemeleri normalmiş. Kızım bana kızıyor çok kucağıma alıyorum diye, napmalı demiş arkadaşlarına, Bebekler kucak ister, demişler onlar da. Ama bizimki anane kucağı ister oldu dedim kibarca. Ama  yok, hakkını yemeyelim, hangimiz kucağa alsak susuyorsun artık.

Hatta bugün komik bir anımız oldu seninle, uyuttuğumu sanarak yatağa bıraktım seni, içeri geçtim. Sonra bir çığlıkla irkildim, yanına geldim. Altına baktım kuru, ağzına baktım aranmıyor. Hayırdır, dedim, kucağıma aldım seni. Pat susuverdin. Konuşturdum sonra seni, "bir gram uykumuz var uyunacak, bi pışpışlıcan, dalıcaz kadın, nereye kayboldun!", dedin. Bunu da çok görmemek lazım sana değil mi.

A bir de, sana fısıltıyla masal anlatmaya başladım sallarken kolumda, popodan atmasyon masallar tabi. Kahramanlardan birinin hep Kurabiye olduğu masallar. Fısıldıyorum ki, sesim hem az çıksın hem de bir yerlerden tanıdık gelir belki diye. Masalları yazacağım bir yerlere, bakarsın bir yerlere koruz. İlham da senin odanda, arka fonda Hint müzikleri çalarken, ışık loşken ve etraf mavili mavili örtülerle doluyken geliyor sanki. Odana kamp kurabilirim, haberin olsun.

Renkli rüyaların ve daha renkli günlerin olsun Kurabiye...

6 Kasım 2014 Perşembe

Doksanyedinci gün

Bugün aşı günü. Aynı zamanda temizlik günü, temizlik mühim çünkü temizlikçi abla sana cici hediyeler getirmiş. Bir baktı sana, "oh kocaman olmuş onbeş günde, ne iyi bakmışın annesi" dedi bana, "süt istedi verdik, kaka dedi aldık canım..." dedim mütevazıca, iyi demiş miyim?

Bana baktı sonra, çocuk büyümüş sen küçülmüşün, dedi, betin benzin bembeyaz, zayıflamışın, dedi. Tahin helva tembihini yineledi ben ağzıma tıkıştırırken bulduğum yiyecekleri. Sen büyürken ya da hepimiz büyürken birileri küçülüp un ufak mı oluyor Kurabiye? Ne garip düzen değil mi, belli miktarda enerji var belki, birileri alınca birilerinden çekiliyor belki. Ya da işte uykusuzluk açlık falan bana oyunlar oynuyor.

Aşı Verem içindi, umarız ateşlenmeyeceksin. Hemşire ablalar da gördü seni, onlar da çok sevdi, kocaman olmuş, annesi ne iyi bakmış, dedi. Hoşuma gitti bişileri iyi yapmış olmak, öyle olmasa bile çok, öyle denmesi hoşuma gitti.

Sonra, alt kattaki cici teyze uğradı, pazara gidiyorum bişi ister misin, dedi. Pazarın kendini istiyorum aslında teyzecim, dedim gülümseyerek. Ben pazara gitmeyi çok severdim ya da severim Kurabiye. Senin güzel varlığından ötürü diyeyim hadi- yüzünden demeyeyim, gidemiyorum artık. İstedim bişiler yine de pazardan, senin de benim de boğazımdan pazar meyve sebzesi geçsin diye.

Sonra ne diyeceğim, dünkü sütten sonra gaz çıkartırken sen, yani geğirirken, soğan koktun gibi geldi Kurabiye. Utandım hafif, soğan süt yapar dendiğinden ötürü hemen her gün yedim, yiyorum. Ama sütle bunun da tadının kokusunun sana geçeceğini hiç düşünmemiştim. Umarım yakmıyorumdur mideni, boğazını. Her şey şifa için tatlım, icabında kekik de nane de yer annen, dengeler olanı biteni.

Uzun uykuların, bol kakaların, iştahların olsun minik kocaman adam...

5 Kasım 2014 Çarşamba

Doksanaltının sabahı

Gün uzar, daha bir sürü anı bırakır belki bize, ama bunu demem lazım Kurabiye.

Alışmaya çalıştığım bu ev hayatının göbeğinde, baban yokluyor arada beni, naptım, nasılım, sen naptın, nasılsın, uyudun mu diye. Sonra da bana iyi gelsin diye, "salona getir istersen Kurabiye'yi, değişiklik olur sana" diyor.

Bana, otuzküsür yıllık kadına, gezmeyi, tozmayı, müziği, dansı, denizi, kitabı, şiiri, foturafı pek seven, sevdiğini sanan kadına değişiklik olsun diye salon öneriyor adam Kurabiye. Bu hallere düşecek kadın mıydım ben Kurabiye. Dayınla Kasım ortası pat Paris'e giderken, babanın Brüksel eğitimlerinin ucuna kendimi zorla ekletip oradan Amsterdam'a uzanırken, Hindistan'da fare ve inekleri seyrederken, Tayland'da AfterBeach Bar'a gündüz çorba akşam biraya scooter arkasında gider iken, LasVegas eğitiminin ucuna burnunun dibi diye NewYork çıkartması eklerken, ve hatta Cambridge'e eğitime giderken dönüşü Stokholm'den yaparken; salonla avutulacak kadın mıydım Kurabiye. Neettin oulum bana, bize, neettin...

4 Kasım 2014 Salı

Doksanbeşinci gün

Bugünü nispeten sakin ve güzel geçirdik, değil mi Kurabiye. Tabi günü sabaha karşıdan alırsak iş değişebilir. Sabaha karşı 5 gibi gelen ağlama ve kucak isteme 7 gibi anca gitti yanılmıyorsam. Bir ara battaniyeyi yüzüne örter gibi yaptığım, senin de korkup sustuğun oldu. Ama sonra ananenin "melek o, melek melek" lafını anımsamaya çalıştım. Belki de sadece saatten haberi olmayan ve muhabbet isteyen bir varlıktın o an, çektim battaniyeyi. Baban da uyandı zaten nihayet, sen de korkup susar gibi yapınca, her şey süt liman oldu.

Hep sırt üstü yattığın için sırtına masaj yaptım bugün, çok hoşuna gitti gibi geldi bana. Hatta çok iyi anlaştık bence bugün nazar değmesin. Her ağladığında bakmadım misal, sen de üstelemedin. İhtiyaç çok elzemse radde radde yükselttin sesini, o zaman koştum geldim ben de, Kakaysa kaka,gazsa gaz, sütse süt hazır ettim hepsini. Sardım sarmaladım. Kölelikten gönüllü köleliğe geçiş olabilir zamanlardan. Daha iyileri de bizim olsun inşallah.

Cici bir teyzeden cici bir hediye geldi bugün sana, evde huzurla büyü diye. Sistem basit, biz yiyeceğiz sana süt olacak.

Konuşmadan anlaşma düzeninde bu hızla ilerlersek, insanların geri kalanıyla konuşmayı topyekün kesebilirim. Belki de gerçekten, gereksiz yere ve gereksiz fazla konuşuyoruz. Belki her şey çok basit, çok açık seçik. Deştikçe bulandırıyoruz belki. Renk katayım derken çorba ediyoruz belki. Ebruda desen yapıcam derken leke yapan acemi fırçalar gibi. Sen benden henüz bence bir şey öğrenmedin, ama ben senden öğreniyorum Kurabiye. Bana sık sık diyorsun ki, yeterince dikkatli bakarsan ve istersen, görebilirsin. Alice'in tavşanı gibi, bilinmeyen bir yeryüzüne açılan kapıları tutuyorsun belki de.

Ömrün güzel, bahtın açık olsun Kurabiye...

3 Kasım 2014 Pazartesi

Doksandördüncü gün

Bugün başbaşa ilk gündü. Klasik olarak uykudan gözlerim yanıyor bu satırları yazarken, demek ki kötünün iyisi; çok kötü geçmemiş gün. Bilançoya bakarsak, soğumuş yumurta, soğumuş rezene yanında okunabilmiş iki dergi yazısı. Fena değil, daha iyileri da olabilir, olacaktır.

Bisiklete bindi sonra anne bugün, baba geldikten sonra, sana popo silici almak bahanesiyle senin nokta halin içime düşmeden önce bindiği bisikleti tuttu çıkardı annen. Mevsim dönmüş dışarıda Kurabiye. Babayı güldüren şekliyle anlatırsam, ben içeri girdiğimde mevsim yazdı Kurabiye. Son bisiklete bindiğim yer ve zamanı ise anımsamıyorum. Geçen senenin bir yerlerinde olsa gerek herhalde.

Bugün bir saatten çok uyumadın ayrıca. İyiye yorarsam, beni görmek istediğin için sık sık uyandın diyebiliyorum. Ağlama sesin gittikçe tizleşiyor sanki, sen ağlarken buzluktan süt poşetleri düştü bugün, uzun koridorda hanginizin daha önemli olduğunu düşünürken buldum kendimi. Sonra havuz problemlerini hatırladım, hani şu iki musluk akarken alttan dört tanesinin manyakça bir ısrarla boşalttığı havuzlar. A pardon, sen daha bilmiyorsun, ama bileceksin. İşte tam olarak o havuzun içinde hissettim kendimi. Alttakini mi kapatmalıyım, üsttekini mi açmalıyım diye düşündüm havuz dibinde nefessiz bağdaş kurmuşken.

Uykusuzluk iyi etmiyor sanırım beni Kurabiye. Günün çentiklerini senin kaka sayınla atmak da garip ediyor. Gaz sancısı denen şeyi seninle birkaç kez çok yakından tattığımızdan ötürü, popondan çıkan kakayı sayıp kokluyoruz yavrum Kurabiye. Otuzdört yıllık çok müstesna hayatımın dönem itibariyle geldiği nokta budur işte Kurabiye. Ben garipsemeyeyim de kim garipsesin, değil mi. Anneler gülerek, babalar garipseyerek, çocuksuzlar ne saçmalıyor diyerek okuyor olabilir. Sense, a ben hiçbirini hatırlamıyorum bunların, diyerek okursun sanırım.

İlaç saatin yaklaşıyor ve dilimizde yine aynı şarkı seni uyandırmaya hazırlanırken acı ilaç için "kötüyüz biz, kötüyüz, kötüyüz..."

Uyu, büyü Kurabiye...

2 Kasım 2014 Pazar

Doksanüçüncü gün

Gün atlamalar geldi bak Kurabiye. Şu yirmiküsür günün sonunda, öğrendiğim en net şey, direnmemem gerektiği oldu. Onu ediyorum bugün. Atlıyor mu atlasın, ağlıyor mu ağlayacak, bakacaksın ekolünü geliştirmeye çalışıyorum. Yeniyim, gelme üzerime emi...

Anane gitti bugün, mahzun bıraktı ardında beni. Her şey daha zor olacak artık diyoruz babanla birbirimize, kah sözle, kah bakışla. İyi geçirdik bugünü çok şükür, sandıklarımız başımıza gelmedi. Hatta gün ortası sevindik, babanın sözleriyle aktarırsam "pazar sabahı 7'de kalkıp günün kayda değer tek şeyinin kaka yapman olması ne tuhaf!" dedi. Kaka yapmıyordun senin normaline göre uzunca süredir. Sen koktun, biz sevindik Kurabiye...

Korkuyor muyum, halen deliler gibi. Ama olanı olduğu gibi kabullenmeye, akıntıya karşı durmamaya çalışacağım bir filmin geçen gün dediği gibi. Evet biz film izledik geçen gün, tabi geçen gün dediysem açmam gerek. Niyetlendiğimiz filmi üç dört güne bölerek izleyebildik, ama izledik neticede.

Tüm bir pazar evde ve kısık sesle geçti, sanki birinden gizli bir şeyler yapıyor gibi. Bir ömür geçer mi dedim. Dün olsa, geçmez al götür bunu anne, derdim ananeye. Nitekim dedim birkaç kez, ama bugün olanı olduğu gibi kabul etcen kadın, dedim. Bir de bunu deneyeceğim.

Annelerden sık duyduğum, "biliyorum, geçecek" önermesine güvenmek, tutunmak istiyorum. Yoksa ben başka bir şey oluyorum burada, tanımadığım, görmediğim bir şey oluyorum. Dışarıda on dakika fazla kalınca kendini suçlu ve eşek hisseden, evde terlikler ses yapmasın diye yalın ayak koşan bişi oluyorum.

Son olarak, yıkadık seni bugün babayla ilk defa. Yani ikimiz yalnız ilk defa. Bir baktın bize, bunlar tutuşmuş zaten, bir hareket yapsam korkar suya düşürürler beni, iyisi mi uslu durayım dedin, ya da babaya öyle geldi.

Sen bizimle konuşmaya devam et Kurabiye... Alttan al bizi...