14 Kasım 2014 Cuma

Yüzbeşinci gün

Bugün bol doktorlu günlerinden biri oldu, oluyor Kurabiye. Sabah TSH değerlerin için tahlil yaptırdık. Sevgili hemşirenin zevzek sorularına maruz kaldık elinin üzerini delerken hem de. "Gerçekten üç aylık mı?" gibi, prematüre demem yetmedi ikinci soru geldi, meraktan ölüyorlar bu soru için, "Kaç kilo doğdu?", 960 gr cevabı hep aynı soruyu çağrıyor zaten, "Kaç kaç?". "Bitti mi iğneyle işi?" deyip susturabildim ancak onu, sen ağlarken minik minik. Ama aşı ağlamalarına benzemiyordu, muhtemelen aşı daha can yakıcı bir şey. Yine de gözlerin yaşlandı, anladık ki evdeki emreden ağlamalardan değil bu, can yakanlardan.

Öğlen de göz muayenen vardı, uzunca bir süre için son kez oldu sanırız. İnşallah, böyle devam eder her şey, talihin, kaderin. Seni yine kucağımdan alırken tembihlediler "Yan odaya götürüyoruz, kısa sürecek, bağıracak, geri getireceğiz" Tam da öyle oldu; yan odada kısa sürdü, bağırdın, getirdiler, sustun. Allahtan benim gibi bizim gibi kinlenmiyorsun, unutuyorsun diye düşündüm Kurabiye.

Dün bir video izlemiştim; bir terapist, bebekler sizi manüpüle edemezler, ağlıyorlarsa vardır bir sebebi, diyordu. İhtiyaçları görülsün diye ağlarlar, diyordu. Sizi manüpüle ettiğini -ben bunu inadıma yapmak olarak adlandırıyordum ilk günlerinde, hainliğine gibi- düşünüyorsanız, çok yoruldunuz demektir, acil yardım alın, bebeği birine bırakın, dinlenin, diyordu adam. Onu düşündüm bugün. Seni kaçıncı kez doktora götürüp, bir yerlerini deldirip, elletip, kanatıp getiriyoruz. Bir park yüzü görmedin, ki o ayrı yakıyor canımı. Kediyi bile mükafatlandırabiliyorduk zor işler olunca, sana malesef sütten başka yok mükafatımız henüz. Sen de unutmasan, benden bilsen olan biteni, bir ömür kızabilirsin bana. Sen benim canımı yaktırdın on gün önce, gözümün yaşına bakmadan hem de, diyebilirsin. Ama yapmıyorsun, acı sona erdiğinde, seni kolumuza aldığımızda hemen susuyorsun. Nasıl öğrenmesin insan senden bir şeyler, nasıl şikayet edeyim senden ben. Bu günlük hep şikayet gibi görünse de, adı şikayet değil Kurabiye. Adı büyümek, adı sabır, adı şaşırmak, adı görmek, adı anlamak. İçimi, insanı, olanı biteni, seni. Ondan, yanlış anlattıysam kendimi, dokunduysa içine, affet beni nolur. Çok ağlıyor bu çocuk desem, tüm gün susuyorsun, korkuyorum. Çok süt içiyor diyorum, bırakıyorsun ertesi gün. Her şeyin güzel senin, bir eşek varsa o da benim, el kadar bebekle eş sanan kendini, eşek benim. Affet beni olur mu...

Neyse, babalara gelelim bir de istersen. "Çayım soğudu" nidasını çok duyuyoruz kendisinden. Benim nerelerim soğuyor sen biliyor musun, demek zorunda kalıyorum genelde kendisine. Babaların çayı soğuyormuş Kurabiye. Sana neden diyorum bunu, sen de oğlan çocuğuysun, bir kız falan sever, baba oluverirsin. En fazla çayını soğut, emi, benim annem öyle gördü de, emi, unutma bak...

Öptüm seni ve sevdiğin her şeyi- yani şimdilik sütü, uykuyu, çıkan gazı, çişi, kakayı...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder