3 Kasım 2014 Pazartesi

Doksandördüncü gün

Bugün başbaşa ilk gündü. Klasik olarak uykudan gözlerim yanıyor bu satırları yazarken, demek ki kötünün iyisi; çok kötü geçmemiş gün. Bilançoya bakarsak, soğumuş yumurta, soğumuş rezene yanında okunabilmiş iki dergi yazısı. Fena değil, daha iyileri da olabilir, olacaktır.

Bisiklete bindi sonra anne bugün, baba geldikten sonra, sana popo silici almak bahanesiyle senin nokta halin içime düşmeden önce bindiği bisikleti tuttu çıkardı annen. Mevsim dönmüş dışarıda Kurabiye. Babayı güldüren şekliyle anlatırsam, ben içeri girdiğimde mevsim yazdı Kurabiye. Son bisiklete bindiğim yer ve zamanı ise anımsamıyorum. Geçen senenin bir yerlerinde olsa gerek herhalde.

Bugün bir saatten çok uyumadın ayrıca. İyiye yorarsam, beni görmek istediğin için sık sık uyandın diyebiliyorum. Ağlama sesin gittikçe tizleşiyor sanki, sen ağlarken buzluktan süt poşetleri düştü bugün, uzun koridorda hanginizin daha önemli olduğunu düşünürken buldum kendimi. Sonra havuz problemlerini hatırladım, hani şu iki musluk akarken alttan dört tanesinin manyakça bir ısrarla boşalttığı havuzlar. A pardon, sen daha bilmiyorsun, ama bileceksin. İşte tam olarak o havuzun içinde hissettim kendimi. Alttakini mi kapatmalıyım, üsttekini mi açmalıyım diye düşündüm havuz dibinde nefessiz bağdaş kurmuşken.

Uykusuzluk iyi etmiyor sanırım beni Kurabiye. Günün çentiklerini senin kaka sayınla atmak da garip ediyor. Gaz sancısı denen şeyi seninle birkaç kez çok yakından tattığımızdan ötürü, popondan çıkan kakayı sayıp kokluyoruz yavrum Kurabiye. Otuzdört yıllık çok müstesna hayatımın dönem itibariyle geldiği nokta budur işte Kurabiye. Ben garipsemeyeyim de kim garipsesin, değil mi. Anneler gülerek, babalar garipseyerek, çocuksuzlar ne saçmalıyor diyerek okuyor olabilir. Sense, a ben hiçbirini hatırlamıyorum bunların, diyerek okursun sanırım.

İlaç saatin yaklaşıyor ve dilimizde yine aynı şarkı seni uyandırmaya hazırlanırken acı ilaç için "kötüyüz biz, kötüyüz, kötüyüz..."

Uyu, büyü Kurabiye...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder