28 Haziran 2015 Pazar

Üçyüzyirmisekizinci gün

Bir haftadır yazmıyormuşum Kurabiye. Yine hayatın koşturmacasına, kovalamacasına yenildim sanırım. Sen yenilme, derdim amma sen de yenilicen annecim. Bizi ara, bir sor diye beklerken, unutmuş olucan, elin ermicek falan filan sanırım.

Şimdi de bir bir sayıyorsun gecenin bir saati, baban oyalamaya çalışıyor seni emzirme öncesi, ben de ilaç sonrası emzirme öncesi altın on dakikayı ihmal ettiğim günlüğünü tutarak değerlendirmek istedim.

En bariz gelişmemiz, artık bildiğin oturuyor olman, çok şaşırtıyor bazen beni oturman, her bebek yani her insan evladının bu evresi için beklenen bir adım olabilir ama beni bildiğin aptal ediyor oturabildiğini görmek, nedense oturamayacak olmandan mı korkuyordum nedir, basbayağı oturuyorsun işte. Kumda, Antalya'da bu kadar iyi değildin sanki, ya da farkedemişim. Bence o kadar çok kuma yüzüstü düşünce öğrendin bir daha olmasın diye, bilir bilmez iyi bir şeyler etmişiz sana.

Onun dışında, dayın geldi gitti demiştim sanırım, çok taş foturafların çekildi yine, birinde sen ben uçuyoruz ki sorma gitsin. Babanla da pek afili hallerin var, bana halen benzemiyorsun, bakıcı, bebek yavuklusu gibi gibi bilimum isim verilebilir bana senin yanında.

Dişlerin iki etti, kayısıdır, salatalıktır çok komik kemiriyorsun, geçen gün kabak sote bile tattırdım ki bence bunun bir sonraki aşaması et sote yemen olacaktır.

Ağladığın için mektubumu burada kesiyor, seni ağlayan gözlerinden öpüyorum.


NOT: Sen cor cor ağlayınca, ta aylar önce hissettiğim hayatın, hayatımın anlamsızlığı geldi çöktü üzerime yine. Aynı karanlığı gördüm kendimde bir iki dakika, baban geldi yokladı sezdiğinden durumu, iyi misin, dedi, iyiyim dedim. Değildim, anlamış çikolata getirmiş sağolsun. Ne kolay çıkıyorum zıvanadan bazen derdim amma, pek de kolay olmadı sanki be Kurabiye.

Dışarı çıkmıştım dört saatliğine bugün, karşılığı dönüşteki dört saati sen ve ev işi dışında hiçbir şey yapmayarak geçirdim. Onun diyeti bu mu, yoksa bu yüzden mi sokaklara atıyorum kendimi bilmiyorum.

Bir kardeşin olmasını istediğimden eminken, seni artık gecenin on'unda artık uyu diye emzirirken, yok be ne kardeşi bir daha mı yok, bu bile harcın değil baksana, dedim durdum. Ki tanıyorum işte bu halimi, ilk aylarımda böyle bir anneydim evde ben. "çok tatlı bebek var, verelim?" moduna pek kolay geçiyordum. Ki bir gün baban eve geldiğinde, n'aptın bugün dediğinde, "bugün sadece Kurabiye bir gün daha büyüdü" diyebilmiştim. Neyse, kötü değil iyi anıları hatırlayalım büyütelim. Bu notu da burada bitirelim.

21 Haziran 2015 Pazar

Üçyüzyirmibirinci gün

Bugün, benim en son sen karnımdayken sallandığım hamakta seni salladım Kurabiye. Hamağa oturur oturamaz yüzün gülümsedi, tıpkı öğlen tattığın ilk karpuzdan sonra olduğu gibi. Ne çok ilkin oldu bu tatilde. Nahoş bir ilkin de oldu ama, babanla bir süre bundan kimseye bahsetmemeye karar verdik, neyse ki bir şey olmadı, ne mi oldu, yok yok bişi olmadı.

Hamak diyordum, hafif güneş ve hafif rüzgarda öyle tatlıydın ki, seni seyrettik bir süre, ayaklarını hamaktan çıkarttın, daha da rahat sallansınlar diye. Baban yan tarafta uyukladı, ben kah seni salladım, kah sana şarkı söyledim, kah dergi okudum. Aman Allahım, yoksa ben çok mu mutluyum şu anda, dedim. Nereden nereye dedim sonra, geçen sene bu zamanlar o hamaktaki halimle şimdiki halimiz arasındaki dağ kadar farkı düşündüm. Bir yılda bazen ne büyük şeyler oluyor dedim, dedim de dedim.

Denizi bugün daha bir sevdin, ya da n'apalım bu adamla kadının eline düştük, bari çok ıslatmasalar, canımı yakmasalar, güneşte bırakmasalar, üşütmeseler sularda duşlarda mı dedin, bilmiyoruz. Bir pes etmiş halin vardı sanki. Halen banyo küvetindeki şap şap ayaklara kavuşamadık, ama en azından bağırmıyorsun sudayken, sukunetle seni çıkarmamızı bekliyorsun sanki. Ama sen de haklısın, seni deniz diye ilkin Antalya'nın dalgalı ve bulanık denizine soktuk, sonra bütün denizler böyle sanacaksın. Yok annem, bunun Bodrum'u var, Datça'sı var, hadi ılık sulu Çeşme'si bile var, sen dur daha.

Yayla çorbası vardı akşam. Seni birkaç gündür daha çok sütle besliyorum, ek gıdaları aksattık biraz malum hava yol şartları. Çorbayı öyle bir içtin ki, hem sevindik hem utandık. Hayat abla duysa kızar bana, çorba özlemişin annem sen. Adam porsiyonu çorba getirdi baban, ben yarın da iç diye yanımıza aldım, sen hepsini hüp diye içip, üstüne bir de süt isteyip, sonra da hop diye uyudun. Bir çorbaydı vereceğin kadın, dedin bana belki. Bilemedim annem ben. Hayat abla tembihledi aslında, oralarda az yedirip kilo verdirip getirme çocuğu, dedi. Hıhı dedim, ama korku içindeyim. Yarınki yayla çorbasıyla tüm farkı kapatacağını ümit ediyorum.

Yüzünü güneşte hafif yakmış olmaktan endişe ediyoruz. Elli faktör bebek kremi sürmüş olsak da, kati ve yasaklı 11-16 arası seni pek güneşe çıkarmasak da, kızarmış olman, bizim için de yüz kızartıcı bir suç niteliğinde.

Kumda oynarken aniden yüzüstü kuma kapaklandığın kısmını ise, ileride hatırlamak için hoş bir anı olarak kenara koymak istiyorum. Henüz iddialı konuşmak için erken olabilir fakat, kum yemek çok kötü bir şey değil sanırım, çünkü bence kesin yedin mani olamadım küreği ve kuma daldırdığın elini ağzına götürmene, ama henüz çok şükür bir şey olmadı, ya da oldu biz anlamadık.

İdare et bizi, sende deneyimimiz olsa da, bu ilk tatil beldeli tatilimiz senlen. Konuşmadan anlaşmanın zor olduğu zamanlar bu zamanlar, o dilinden düşmeyen babababa pek yeterli olmuyor her şeyi anlatmana, sandığın gibi küçük adam. Ama sen gülümseyince, ya da çığlık atınca anlıyoruz ki iyisin, sen suskunlaşınca kıllanıyoruz, buna bişi oldu, hanım, bey sen bi bak bakalım diyoruz birbirimize.

Ama en nihayetinde, eğleniyoruz seninle be Kurabiye.

Öptüm seni minik ayak altlarından...

20 Haziran 2015 Cumartesi

Üçyüzyirminci gün

Bugün birçok yeni şey oldu senin için Kurabiye. Kum gördün bir defa. Görmek ne demek, içine kadar girdi neredeyse.

Kürekle tanıştın sonra, yarabbim o nasıl bır oyuncakmış öyle, dakikalarca baktın elinde, evirdin çevirdin,bırakmadın kesinlikle. Arada tırmık girse de sahneye, küreğin hali bır başkaydı. Kürek takımı benim, baban dalga geçıyor, kendine getirdin ama  Kurabiye oynuyor, diye. Asıl niyetim sana kumdan kale yapmayı sevdirmekti. Balıktan kalelerle ve tırmıkla ıslak kum çıkarma olayıyla pek ilgilenmedin, o kürek çıkınca sahneye, her şey alt üst oldu da denebilir.

Denizden ürktün biraz,ayaklarına şor şor gelen dalgalar pek hoşuna gitmedi. Son denememizde sinirden titrediğin gibi, küreğe de sıkı sıkı tutundun. Biz de korktuk zorlamadık. Yarın farklı saatlerde yeniden deneyeceğiz.

Şimdi öptük seni şirin ayak parmaklarından.

19 Haziran 2015 Cuma

Üçyüzondokuzuncu gün

Kurabiyecik. Yarın alen beyan ilk tatiline çıkıyorsun. Analardan babalardan dinlediğim ne kadar bavul hikayesi varsa gerçek oldu evde. 20 kiloya çıktı valizimiz, sırt çantamız maksi boya terfi etti, ona rağmen gurbetçiler gibi gideceğiz yollarda, dört yanımızdan sarkan çantalarla. Baban laptopunu ben kum kovamı aldım üstüne. Çok uzağa gidemezsin Kurabiye, ya aytici ya kumcu olucan oğlum. Kader diycen sonra, armut dibine düşer diycez, gibi gibi.

Valizin içi, ah o anaların beni bi sürü bi sürü konu için panik etmesinden hareketle onlarca şeyle dolu. Ateşin çıkabilirse Allah korusun ölçebilelim diye, burnun tıkanırsa açabilelim diye, kusarsan değiştirebilelim diye, bezler bezler yetmezse tuh tuh demeyelim diye, hava aniden ısınabilir ve hatta soğuyabilir diye, sinekler seni yemeye cüret edebilir, güneş seni yakmaya yeltenebilir, sonra bakayım, elmayı sevmez de kayısı istersen, salatalık te oralarda bulunamayabilir diye. Daha neler neler.

İkinci dişin geliyor birinciye kardeş hemen yanıbaşında. Salatalıklar senden korksun artık.

Ne diyeyim üstüne bilmiyorum annecim, bir heyecan sardı içimi pır pır. Sabahları seni kanguruya atıp sahilde kuma, denize basa basa yürüyesim var, yıldızlar altında seni sarıp oturasım var, var da var annem be... Ben tatil gibi tatil yapmayalı bayağı oluyor sanırım bak,

Öptüm seni tavşan uykusuna yatan gözkapaklarından, 04'te hareket..

16 Haziran 2015 Salı

Üçyüzonaltıncı gün

Oğlumcum, biz yılı devirmeye doğru gidiyoruz farkında mısın acaba. Kocaman bir yaşına basıcan falan filan amanın, aman Allahım ve hatta. Gerisi çorap söküğü gibi gelir herhalde, değil mi.

Yazamamışım dünya telaşından, halbuki bi sürü şeyler olmuş şimdi düşününce bak. Dayın geldi bir kere, foturaflarını çekti yine senin. İki aylık gelişimlerini takip etmek üzere Kuzey ülkelerinden bu taraflara teşrif ediyor kendisi, tabi bu defa hızını alamadı. Seni o kadar sevdi, o kadar sevdi ki, buralardan ta Kaş'lara kadar attı kendini coşkudan...

Sonra sen sanırız bugün baba dedin, daha doğrusu bababababa dedin, ama onun içinde birkaç kez baba demek istediğini düşündük biz. Evde bizimle yaşayan ve sana çok benzeyen bu adamı sevindirdiğin çok iyi oldu Kurabiye. Bugün kendisinin bazı konularda fazla rahat olmasından dert yanıyordum sana ki, hop daldı muhabbetimize, babasına benzeyecek oğlum o da öyle olacak, dedi. Olur musun Kurabiye, insanın oğlu sözkonusu olunca, pek rahat olsun istiyor aslına bakarsan, hani bir tabir var buralarda koy ..tüne diye, Allahım neler diyorum ben sana ve sadık okuyucularıma buradan, ama hani mümkünse o hesap ol istiyor insan, tipin bana benzemiyor, huyun da benzemesin emi annem. Sanat manat merakı, gezme tozma hevesi al da, başka şeyler alma olur mu benden. Yaz bir yere bunu.

Sonra, yoğun bakımda karşılaştığımız kardeşlerle buluştuk hafta sonu. Kuvöz arkadaşlarınla bakıştınız yani. Senin hiç bilemeyeceğin ama bizim hiç unutmayacağımız türlü duygu yaşandı orada, biliyor musun. Beyin ultrasonlarınızı, kilo alımlarınızı, cc ile süt içişlerinizi takip ettiğimiz günler, boğazınıza ayağınıza takılı kablolara bakışımız, kafanızı çevreleyen oksijen tüpünden çıkmanızı dualarla bekleyişimiz, kuvözden bir göz kırpışınıza hasret bakışımız, gelen geçen teyzeler, amcalar, aa ne küçük tüh tüh vah vah, sizin mi laflarına cevap verişimiz, orada kimseyi evet kimseyi öldürmeyişimiz, arada çok damarımıza basılırsa birazcık laf edişimiz. Çıkış gününüzde aptallaşmalarımız, seni tutamıyormuşum bile mesela ben, diğer Kurabiye annesi söylüyor. Şimdi de tutamadığım oluyor, ama şimdikiler aşırı kıpırdak olmandan çok şükür. Bununla geçsin gitsin diyelim en acı günleriniz, günlerimiz.

Dişin pirinç tanesi gibi büyüyor, ve hatta sanki bir tane daha geliyor. Ve sen ağzındaki tek bir tane, o da yarım pirinç kadar olan dişinle eline ne versek kemirmeye çalışıyorsun, salatalıkları eşeliyorsun, koparttığın bile oluyor, bisküvi ise veremiyorum artık eline. İki diş olduğunda seni tutamayacağız sanırım.

Sen uyudun, benim de aklım boşaldı Kurabiye. E öptüm seni o zaman, kıpır kıpır ayaklarının altından...


10 Haziran 2015 Çarşamba

Üçyüzonuncu gün

Sevgili Kurabiye,

Bugün nispeten güzel bir uyku uyuman yani uyumamız için seni gezdirip, açık havada birkaç kez uyuttuk, bakalım doğru mu ettik. Bu satırlar sen uyurken yazıldığına göre, fena yolda değiliz belki de.

Bir fotoğraf sergisi gezdik bugün. Yani sen gezdin sayılmaz çünkü uyuyordun. Çocuklarla ilgiliydi. Çocuk yaşta olup adam yaşında işleri yapan, anneleriyle sokaklarda yaşayan, çalışan çocukların fotoğraflarıydı. Çok güzellerdi bir kere, önce fotoğraflara vuruldum. Sonra fotoğraftaki çocuklara, sonra ilerledikçe çok acılaştı fotoğraflar, yaralı yüzler, soğukta donan parmaklar, ayakkabı yapan minik eller, çamurdan vazo yapan bacak kadar çocuklar, bir sandöviçi paylaşmak için bakışan gözler, kocaman adama gelin giden, gözündeki kalemi akmış minik kızlar vardı. Sokakta müzik yapan minik çocuklar vardı coşkuyla, yalın ayak zıplayan çocuklar vardı.

Gözüm dolmadı dersem yalan olur, doldu dersem de ne sulugözmüşün beya, diyebilirsin. Ama hep senden ötürü oldu, yanımda sen olunca, o fotoğraftakilerin çocuk yaşı daha bir göründü gözüme. Sokakta görüyorum yoksa bazen benzer çocuklar, ama geçip gidiyorum çoğu zaman. Ama onlar çocuk, çocuk yaşta kocamanlar. Oyun oynamak yerine çalışıyorlar, üşüyorlar, otobanda duran arabaların camına uzanıyorlar bir şeyler satmak için, kız çocuk olanları var onların. Arabanın birinden bir el uzanıp atabilir arabaya her birini. Kır saçlı amcaya gelin giden kırmızı duvaklı kız var gözlerinden akan kalemi gördüğümüz, hayali bu olmasa gerek hiçbirinin. Yüzlerinde isyan, kızgınlık yok hiçbirinin. Hayatı geldiği gibi kabul etmişler gibi, geldiği gibi demesek de isyan etmemişler, anaya babaya, kadere isyan etmemişler, etseler de içlerine gömmüşler gibi. Her yanımız öyle çok acıyla dolu ki çoğu zaman, hem değer bilmek hem el uzatmak istiyor insan elinden geldiğince.

Kabardı yine içimde bir yerler, du bakalım neye varacak. Ben senin bir sürü çocukla beraber büyümeni istiyorum aslında, daha doğrusu ben bir sürü çocukla beraber olmak istiyorum. Hi, Amerika'daki cimcime teyzenin tabiriyle hayalimi deyivermiş oldum bak burada, o bana defterler alıyordu hayallerim için, ben de yazmayıveriyordum oluvermez diye. Ama belki de oluverir, değil mi...

Öptüm seni uyuyan ayak uçlarından. Sergiden bir fotoğrafı ekliyorum, dokunsa da gülümsetiyor insanı.


7 Haziran 2015 Pazar

Üçyüzyedinci gün

Yazıların saatleri, senin sabah kalkış ve akşam yatış saatlerine göre hafif sapma gösterdiği için, bir önceki yazı cumartesi, bu yazı ise pazar yazılmış gibi görünse de, bugün aslında cumartesinin gecesi Kurabiye. Niye yapıyorum bu saçma açıklamayı, belki de yarın bir sürü başka mucize, tesadüf ve güzellikle gelecek, ve onları da sana, bize, evrene not düşeceğiz diye. Sana bu akşam, bugün olanları anlatacağım dilim döndüğünce.

Sen bugün ilk defa kitapla tanıştın. Sana dün, içinden bir masal anlattığım kitabı aldın, diğer oyuncaklarını kenara bıraktın, kitabı evirdin çevirdin ve sonra yemeye başladın. Kitapla oynaman hoşuma gittiği için, seni ellemedim, keşfetmenin büyüsü içindeydin, meraklı ellerini ve ağzını aralamak hiç istemedim. Sen sonra tuttun, sana dün masalını anlattığım sayfayı açtın ve kenarını kemirmeye başladın. Gülümsedim, çünkü masalları derleyip kitaba koyan abla, her yerde ısrarla bize tesadüflerin gücüne inanmamızı söylüyordu. Hayatındaki tüm büyük kararları, dönemeçleri tesadüflerin belirlediğini söylüyordu.

Bugün tesadüflerin büyüsünü her birimize sunan kitaba ve masalcı kadına daha çok inandım. Her şeyin benim kontrolümde olduğu, olabileceği fikrinden kurtulmam gerektiğine, kendimle en büyük sınavlarımdan birinin bu olduğuna, ömrüm boyunca olacağına yeniden ikna oldum. Masal dün "yanında ol" diyordu bana, masaldan dün bunu alıp sana taşımıştım. Sen bugün "yanımda ol" diyen masalı açıp, bana gösterdin. Bunu farkettikten ve bu yazıyı yazmaya karar verdikten sonra içeriden ağlama sesin geldi, koşarak yanına gittim, seni kucağıma aldım ve kulağına "yanındayım" dedim. Yanımda olunmasına ve yanında olmaya ihtiyacım var demek ki Kurabiye.

Sonra, korkularından arınmak için ateşte yürüyen abi ve ablaların videosunu izledim bugün. Ablalardan birini biraz tanıyorum. Yüzlerindeki sevinci, ağlamaklı gözleri gördüm yürüme sonrasında. Korktukları şeyin üzerine gitmenin sembolik bir yoluydu belki, belki aslında göründüğü gibi değil, demek içindi. Korkup set çektiğimiz, korkunun kontrolüne bıraktığımız şeyler hayatımızı belki de bambaşka yollara çekerken, korkudan korkmamak içindi belki tüm yürüyüş.

Ananemin vecize gibi sözü geldi sonra aklıma, "atacağı bir tokat" diyordu zaman zaman. Babamdan çok korkardım ben Kurabiye, hala da korkarım da, herhalde daha küçükken daha da çok korkardım, hiddettinden, şiddetinden değil, karşısında durmaktan, durabilmekten. Atacağı bir tokat mıydı gerçekten, nesinden korkuyordum ki bunca o zaman, lafı çok düşünmüştüm. Korkum azaldı mı dersen, en fazla biçim değiştirdi diyebilirim. Ateşte yürüyeyecek kadar geçmedi henüz.

Neden anlattım bunları sana, ben sana dün yanımda ol, dedim, sen bugün bana yanımda ol, dedin. Ateşte yürüyenler bana, korkmuyorum, dedi. Ananem bana korkma, demişti. Ben de sana bugün, korkma diyorum.

Öptüm seni güzel çocuk...

6 Haziran 2015 Cumartesi

Üçyüzaltıncı gün

Kolumda ağladın bugün. Öyle öncekiler gibi değildi bu, ağlamak istediğin için en çok, ağladın. Anladım bir şekilde, avutmaya çalışmadım seni. Ağlamana izin verdim, ağla annecim dedim. Bir kitapta okumuştum sayfalarca. Bebekler bazen, sırf ağlamaya ihtiyaçları olduğu için ağlarlar, uzun uzun ağlayıp rahatlarlar, diyordu. Saçma bulmuştum. Çocuk ağlıyorsa bir derdi vardır, demiştim. Açtır, susuzdur, kakası vardır, gazı vardır, demiştim. Hep de susturmuştuk bir şekilde seni, demek ki kitap yanlış ve biz doğruyuz, demiştik. Bu sefer farklıydı Kurabiye.

Bu sefer anladım, ağlamak istiyordun. Yazarken ben de ağlıyorum ama onu birazcık kenara koyalım. Bugün ipsiz sapsız çok doldu gözüm. Bir kitap okuyordum ara ara, bugün uçakta bitirdim kitabı. Takım elbiseme, ceketime bakmadan, iniş takımları yere değmişken tutamadım gözyaşlarımı. Sorsan ağlanacak bir hikaye var mıydı, inandıramayabilirim seni. Bir kelimesiyle ağlatıp, bir diğeriyle güldürebilen bir yazarın kalemine tutulmuştum. Kahramana "beni anlatamadın" dedirtti son cümlede, ve ben gülerken ağladım, katıla katıla ağlamakla, kahkaha atarken ağlamak arasında bir haldi. Sahip çıktım ağlamama, hemen silmedim gözlerimi.

Toplantıya gittim geldim, İstanbul'a indim, hava dolmuş, yağmış boşalmış, sonra yine yüklenmiş haldeydi. Onun da ağlamaya ihtiyacı vardı belki.

Sonra bir kitap okudum, rastgele bir sayfasındaki masalı okumalı bir kitap. Masal diyordu ki, bazen acı çekenin sadece yanında olmanız yeterlidir, merhem olamam ona, diyerek kenara çekilmeden, yanında olmak, tanık olmak, elinden tutmak en değerli şeydir bazen, diyordu. Sen ondan sonra mı ağladın, önce mi ağladın, bilmiyorum. Ama ben, senden sonra yine biraz ağlamış oldum Kurabiye.

Öyle huzurlu uyuyorsun ki şimdi, kendinle halleşmiş gibi, rahatlamış gibi. Benim sığ kafam, senin hala kakadan, gazdan, sütten ibaret olduğunu sanırken, içinde bilmediğin denizler açılıyor belki de. Belki de benim arada kızaran gözlerim malum oldu sana, ben neysem sana yansıyor belki.

Çok sevdiğim bir söz var, ben de sana demek istiyorum. Bir gün yolunu kaybeder, kendini çaresiz hissedersen, en iyi bildiğin yoldan en iyi bildiğin yere dön, olur mu. Mesela çocukluğuna, mesela bize. Ben demiyorum, Şebnem İşigüzel'e babası öyle diyor, ben de sana duyuruyorum.

Öptüm seni üstüste koyduğun ayak parmaklarından...

4 Haziran 2015 Perşembe

Üçyüzbeşinci gün

Kurabiye,

Senin, "güle güle kirletin evinizi" diyen bir Lütfiye ablan, "yakışıklım uyandı mı" diyen bir Hayat ablan, "bu ayaklarla mı ayrı eve çıkıcan sen" diyen bir baban, "sana aşık olabilir miyim ben" diyen bir annen, sana kurabiyeler yaptıran bir babaannen, sana şarkı yazmış bir ananen, uzaklardan patikler getiren bir dayın, seni uzaktan seven bir deden, bir de kaledeki kızlara götüren bir başka deden var. Fena değil, dimi. Teyzelerin, amcaların var sonra. Aabii diye sayıklayıp duruyorsun bazen, hangi abileri kastettiğini bilmiyorum, sarışın bir abin var evet, emekleme oturma arası, tencere kapaklarını yuvarlak bulan bir başka abin var. Sonra, neşeli neşeli oturan bir abin var yakında bir yaşına basacak olan, Ankara havasıyla minik minik oynayan ve domates seven abilerin var bir de. Kızlar var mı bir düşünelim, ablalarınla henüz tanıştın sayılmaz, var birkaç tane. Mavi gözlü bir ablan var minik kardeşi olan, tıpatıp ikiz başka ablaların var sonra. Zenginmişin be Kurabiye, güzelmiş senin hayat. Düşündükçe içim ısındı benim de ne yalan diyeyim.

Sen böyle uslu uslu uyumaya devam et, bu yaz geceleri daha da mı güzel yoksa Kurabiye.

Yarın anne Adana'ya gidecek, sana güneş, belki de şalgam getirecek.

Öptük seni küçük adam...