19 Kasım 2014 Çarşamba

Yüzonuncu gün

Bir gün atlamalı geldi yine. Ama bugün mühim bir gün, neden biliyor musun? Bugün evde kırkın çıkıyor Kurabiye. Yani senin ve benim evde kırkımız çıkıyor.

Korkmalı, üzülmeli, bağırmalı, çağırmalı, kokulu, sütlü, süt lekeli, uykulu, uykusuz, ateşli, aşılı, banyolu, hapşırıklı, hıçkırıklı, sümüklü kırk gün. Babannenin deyimiyle, melaikelerin seni koruduğu günlerin sonu hatta bugün. Artık önce Allah babaya sonra bize emanetsin, elçi melekler seni bize bırakıp gidiyor bugün. O uykunda, süt içerken kendi kendine gülümselemelerin de gidecek belki. Melekler güldürürmüş bebekleri çünkü. Ama belki bir tanesi seninle kalır uslu durursan, olmaz mı? Olur belki...

Dayının bana çok sevdirdiği bir şarkı başladı şimdi. Buna dair bir şeyler demeyecektim aslında, ama haydi diyeyim artık. Arkada bu çalarken, başka şey yazamaz elim çünkü. Sen karnımdayken güneşli bir haftasonu, kulaklıkla bu şarkıyı dinlediğim ve sözlerini ilk defa farkettiğimi hatırlıyorum. Bienal'e gidecektik o gün, arkadaşı yanlış yerde bekliyordum. Ama canım aramak da istemiyordu, bu bekleme anı, yüzüme vuran güneş ve şarkı çok güzel bir üçlü gibi görünmüştü gözüme çok iyi hatırlıyorum. Sözleri ilk defa duyarak dinliyordum. Korkma; nedenler için, kızmak saymak için gelmedim, diyor kadın. Sadece beni terkederken- ya da aslında bana "hayatımdan çık git n'olur" derken- radyoda çalan şarkı için geldim, diyor. Ne kadar naif, değil mi. Naif ne demek mi, anlayacaksın Kurabiye. Naif kız çocukları girecek hayatına, ya da belki sen karıncaları bile duyabilen naif bir çocuk olacaksın, belli mi olur. O zaman seni de, o kızları da basacağız bağrımıza, sen de istersen.

Senlik kısma geleyim buradan. Memeden ayrılırken, ağzının kenarından akan iki damla süt, yüzündeki huzur ve seni gülümseten melekler çok güzel göründüler bugün gözüme. Sonsuzluk oldu o an, ne yatırmak, ne yatırmamak istedim seni, öylece bakakaldım her yanını saran huzura. Senin gözünde görmeye çalıştım, çok az şey bildiğin dünyada, nispeten en sevdiğin şeylerden biri gelmişti başına işte, tadını çıkarıyordu yüzün, al al hem de. Kapalı gözlerin savruluyordu yüzünde, yerçekimsiz karanfil gibi şairin dediği. Yunuslarla yüzdüğümde hissettiğim gibi. Şu an ölebilirim, demiştim sudan çıkarken. O kadar sonrasını düşündürmeyen bir mutluluk anıydı benim için. Senin ağzından akan sütü, yüzdüğüm yunusa nasıl bağladım, işte o kadınlıktan geliyor biraz. Unutmamaktan, kurmaktan, kuruntulardan, savrulmalardan, savrulmaları çok sevmekten, alabora olan kayıkta durmaya devam etmekten, suya bakıp "bu kadar mı? daha, daha, daha..." demekten.

Neyse, senin o huzurlu halini görünce hop ileri sardım yılları. Sen büyüdün, serpildin. Senden birçok şey isteyeceğim, birçok konuda onu ye bunu yeme, onu eyle, bunu eyleme diyeceğim tabi. Onlardan biri geliyor şimdi Kurabiye;

Çok sev olur mu kadınları, bir aşk yetmez belki, onu bilemem. Ama her yaşında çok sev, dolu dolu sev. Memelerini öp, annemi çok emmişim ben, oradan bir alışkanlık, de. Çok sevince çok güzel olacaksın, dedi annem bana, de. Korkma sevmekten olur mu, biz kadınlar çok dümen yaparız. Sever ama sevmiyorum deriz, "ama" deriz bol bol. Sizi deneriz, suya götürür, susuz getiririz. Sen, sevdiğini farkettiğin zaman, orada dur, bağır yüzüne kadının. Göğe bakma durağı burası, burada inelim, de. Anlamaz mı, anlar elbet, anlayan çıkar diyelim ya da. Korkma sevmekten, dolu dolu yaşa her birini, taşı üzerinde, yanında, elinde, kolunda. Düşünce acıyor evet, ama düşmeden yaşanmıyor Kurabiye. Bu meme kadar helal olsun sana seveceğin tüm güzellikler, sevmesini bil, demesini bil, yaşamasını bil yeter ki. O zaman çok güzel olacak bak, yüzün bugünkü kadar huzur dolacak, canını yaksalar da. Dediğini duymasalar da, anlamasalar da bazen, sen hissettiğin, farkettiğin zaman demesini bil. Bana annem böyle öğretti, o memede bunu öğrendim de.

Öptüm seni hem küçük hem büyük halinle....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder