30 Eylül 2014 Salı

Altmışıncı gün

Bugün çıkış yakın dediler, biz diyeceğimiz her şeyi unuttuk Kurabiye. Doktor amca, iki aydır saçma sorularından susturamadığı kadını mıhladı koltuğa, ve tabii babanı da. Tabi biz salakça devam ettik, o zaman bayramda taşınmayacağız, o zaman mobilya nereye gelecek gibi gibi. Sonra tekrar sorduk "nasıl?" diye, sonra yine dedi "yakında". Biz yine sustuk şaşkın.

Geliyormuşsun Kurabiye. Yanına çıktık sonra, ağzına tıkıştırılan emzik, nargile ucu gibi sıkışmış dudakların arasında, uyuyordun keyifle. Ben çok korktum tabi senden yine. Adam resmen geliyor dedim. Öyle böyle değil dedim. "Yani bu durumda ben sanırım Filmekimi'ne gidemeyeceğim, değil mi?" dedim, baban "senin Filmekimi evde oynayacak uzunca süre" dedi.

Sonra, çantamdaki tek kağıt olan Filmekimi broşürünün arkasına, biberon ve emzik markaları yazdık hemşirelerle konuşup. Hep diyorum sana, mükemmel bir anne olamayabilirim kabul, zaten bunu hiç vadetmedim bak. Hafif aksamalarım olabilir, şaşkınlıklarım olabilir, heveslerim olabilir. Ama tek garantim, elimden geldiği kadar iyi bir anne olup, seni çok sevmek olacak. Bunu yapabilirim, evet yapabilirim. Yarım porsiyon olan seni tutup göğsüme bastırabilirim. Hemşirenin büyük dikkatle ifade ettiği büyük abdestini sık sık temizleyebilirim. Buraları sana çok sevdirmeye çalışabilirim.

Dışarıdaki hayat güzel olabilir Kurabiye, hele seninle çok daha şenlenecek, renklenecek olabilir. Bir şans vermene değer. Beni iyileştirmene değer.

Emzikli şirin.

29 Eylül 2014 Pazartesi

Ellidokuzuncu gün

Bugün hava güneşlendi Kurabiye. İnşallah çıkışında da böyle olur, ucundan da olsa güneşi çok geçlere kalmadan görürsün.

TSH değerin yükselmiş biraz, doktor her zamanki sakinliğinde söylese de biz biraz telaşlandık. Yarın daha net bilgi alacağız. Her "iyi"nin arkasından "maşallah" gelse de, bu kaygı yumağı hep devam edecek sanırım. Alışabilmek gerek nasıl olacaksa artık.

Taburcu olan bir kurabiyenin annesini gördüm bugün. "Hazır ol" dedi bana neye olduğunu anlatmasa da, anladım yüzündeki halden, endişeden, hazır olmak gerek dedim. Camdan cama bize çok farklı görünüyorsunuz ya, hani ben seni dev bir adam, o kurabiyeyi ise efe sanıyorum ya; kurabiyeyi kundakta görünce ve ağladığını duyunca basbayağı bebek olduğunu farkettim. Sanırım sende de benzer bir aydınlanma yaşayacağım. Gün geçtikçe hikayelerim saçmalaşıyor mu diye düşünüyorum. Hayırlısıyla eve gelişinle her dediğimi ters yüz mü edeceksin acaba diyorum, bilmediğim bambaşka bir dünya mı açılacak önümde diyorum. Yaşayıp göreceğiz herhalde.

Sana zamanında yan taraftaki kurabiyenin ablasından bahsetmiştim sanırım. Ona minik bir hediyem vardı benim, yüzyüze verebilmem mümkün olmamıştı, benim hediyeyi evde unuttuğum gün "biz bugün gidiyoruz" demişti. İkimiz de üzülmüştük. Hediye yerine ulaşmış, haberi geldi. Çok sevinmiş prenses abla, bayramda arayacakmış beni. Bayramlaşmanın tadı bir başka olacak bu defa Kurabiye. Minik hediyelerimiz olacak hemşire ablalara misal, bayramlaşacak doktorlarımız olacak hastanede. Fotoğraflarını çekeceğim senin hepimizle, ve belki de açık görüş bile olabilir doktorlar izin verirse, neden olmasın değil mi.

Bugün telefonu açıkta bıraktım bir yerde "Hastaneden arayabilirler kusura bakmayın şurada dursun" dedim. Karşımdaki kaygılı ve benim adıma üzülen gözleri gördüm sonra. Elli küsür gündür doğal gelen sürecin, hiç tanımayan birini nasıl çarptığını gördüm. Ben alıştım Kurabiye, her şekilde varlığına alıştım buralarda. Süt saatlerinde seninle konuşmaya devam ediyorum, sağılan sütün sana şifa, çeşitli yerlerine- tek tek sayıyorum evet- kas olmasını diliyorum. Yine de "hazır ol" dedi kurabiye annesi, bunlar daha iyi günlerin ona göre, dedi. Hazır olmak nasip olur inşallah...

28 Eylül 2014 Pazar

Ellisekizinci gün

Hava bugün çok kötü Kurabiye. Hayırlısıyla eve geldiğinde "Ben yaz çocuğu değil miydim, bu da nesi?" diyeceğini hayal ettik. Anlatması güç bir durum olacak, her iki tarafın da kendince haklı olduğu vefakat neticenin değişmediği bir durum...

Bugün uyudun sakin sakin, yüzün hemşirelere dönük, sırtın bize. Sonra uyandın sanırsak, hemşire gülümseyerek konuştu seninle çünkü. Sonra ellerini yıkamaya gitti, o zaman anladık ki yüzünü göreceğiz birazdan, nitekim öyle oldu. Bize döndürdü yüzünü, ama zaman zaman yatağı, kabloyu sıkı sıkı tutan ellerin gibi boyun kasların da gelişmiş olduğundan bir ara direttin dönmemek için, hemşire abla zorladı birkaç kez seni. Sonra yamulmuş kulağını ve yumruk olmuş elini düzeltti. Tipini pek tanıdık bulmadık, yoksa eve bir yabancı mı götüreceğiz dedik. Neyin kime yabancılığıysa. Sen tabi uyumaya, gerinmeye devam ettin. Artık her bacak esnetişini kaka yapmış olmana bağlıyoruz. Haklıysak evde mesaimiz çok olacak seninle, yok sadece yoga ise, sana yetişemeyeceğim kesin.

Yatağını kurduk sonra bugün, yatak odamıza benim yanıma getirdik. Oda şimdi tamam oldu gibi geldi bana, sen yokken eksikmiş bir parça gibi. Biraz daha sıcak olmuş şimdi gibi. Bayağı korkuyoruz aslında hepimiz Kurabiye. Hem gelişinden, hem seninle değişecek her şeyden, hem seni memnun edememekten. Korkular çeşit çeşit ve ardı kesilecek gibi değil. Hava da kötü. Durumlar karışık.

Kafeinsiz kahvenin keyfini keşfetti annen bugün. İçmişliğim vardı önceden de, bugün belki aylar belki yıl sonra evde makinede yaptık kahve. Evi saran kokusunu, damakta bıraktığı tadı, bardaktaki koyuluğu, o çaydan yavaş içilen, yudumlanan halini özlemişim. Beni tutup uzunca bir süre önceye götürecek bir şey daha bulmuş oldum Kurabiye.

Hava kötü, bugün eve gelmemekle iyi bir şey yapmış olabilirsin.

27 Eylül 2014 Cumartesi

Elliyedinci gün

Bugün altın değiştirilirken gördük seni. Her şey meydanda iken, kaka yapılmışken. Temizlik ve paketleme en baştan yeniden yapılırken. Tatlıydın her şekilde Kurabiye.

Bugün bir de dayının doğumgünü, hani gezmeler tozmalar, sanatsal faaliyetler konusunda örnek alacağın eleman kendisi. Senin de kutlu doğumgünlerin olsun dizi dizi.

26 Eylül 2014 Cuma

Ellialtıncı gün

Sevgili Kurabiye,
Bugün emme güdülerinin çalışmaya başladığını öğrendik. Günlerdir midene kadar giden sondan bugün yoktu, inşallah böyle devam edersen tekrar takılmayacak. Sen çok hareketli olunca acaba sütten mi diye düşündüm bugün ben. Hani o minicik kollarını adeta "bunlar da ne!" der gibi bakıp sağa sola atıyorsun ya, ben kendime göre hareketliyim evde dışarıda, sütten sana mı geçiyor acaba diye bir düşündüm. Olabilir mi ne dersin?

Sonra hareketlerini inceledik bugün babaannenle, ben evde denesem bu çabuklukta yapamam sanırım. Kollar önce aniden iki yana-aynı anda ikisi de- sonra aniden ayaklar yerinde mi, bez yerinde mi kontrolleri için aşağılara; sonra göğüs hizasında dinlendirmece, sonra yüz kontrol, burun delikleri orada mı, yanak düzgün mü. Bir yandan bunlar olurken minik bir fasülye gibi de tüm vücut olarak kıvrılıyoruz. Sonra ani uyku, sonra yeniden... Benim sana öğreteceğim esneme hareketi kalmamış olabilir, çalışacağım üzerine.

Sonra, meraklı sürahi teyzelerden bahsetmem gerek sana biraz daha. Camdan cama bakışırken biz, hop arkada biten gölgelerden, "a bebek var burda biz de bakalım azıcık"cılardan. Ve konuşmaya giriş sorularından, "sizin mi?" her defasında "evet" desem de, içimden onlarca farklı cevap veriyorum aslında Kurabiye. "Yok komşunun, onlar bugün çamaşır yıkıyor, o yüzden biz geldik" demek istiyorum misal, ya da ya da "yok, çok beğendik, ondan biz bakıyoruz" olabilir. 

Bir de "a çok küçükkk" var, ona da genelde "evet" diyorum ama içimden "Sen de bayağı kısa boylusun, bir şey diyor muyuz?" ya da "Sensin küçük, gitsene işine buradan sen", ya da "Sen neden yoğun bakım katındasın bir onu der misin bana?" ya da en masum -ve bunu bazen diyorum yüzlerine aslında "Küçük oldukları için buradalar ya zaten" diyorum. Şimdi seni ileride doktora buraya getirirsek, her kontrole geldiğimizde ben de sana bebekleri gösterecek miyim acaba. Suratı renkten renge giren, çaresiz bakışlı annelere seni gösterip "Bu da buradaydı bakın bakın" diyecek miyim. Hiçbir faydası yok bu anlamsız sevinç paylaşımın, benim üzerimde hiç etkisi olmadı en azından. O yüzden yapmamak istiyorum, sen de durdur beni olur mu. Boş yere anneleri germeyelim oracıkta, bizi gerdiler oradan biliyoruz biz yoğun bakım anneleri koalisyonu olarak.

Ben seninle evde falan da yüksek sesle konuşmaya başladım, yani başlamışım bugün farkettim. Biraz endişe ettim ruh sağlığımdan. Camdan cama oluyor da, evden hastaneye neden olmuyor dedim sanırım. Ama duyduğunu pek sanmıyorum ya da duyuyorsun emin değilim. Süt sağarken, süt sağmaya gecikirken- özür ve açıklama mahiyetinde- ve sağılan sütü kaldırırken genelde durumdan haberdar ediyorum seni.

Mevsim dönüyor dışarıda, eve hayırlısıyla geldiğinde sanırım hava yağmurlu olacak. Doğada duyduğun ilk seslerden biri yağmur sesi olabilir. Yağmur bazen çok güzeldir, ki bu anlatmıştım başka bir yazıda sana. Bakalım sen sevecek misin.

25 Eylül 2014 Perşembe

Ellibeşinci gün

Göz muayenesi iyi geçti bugün çok şükür. Tabi muayenenin, retinan tam mı sağlam mı, tedavi gerekir mi, gerekmezse ileride kör olur musun gibi sorulara cevap mahiyetinde olduğunu bilseydin, seni de gererdi dün gece. Senin de canını yaktılar solüsyonlarla biliyoruz, ağlayan diğer bebekleri duyduk. Sonra ne oldu, yine sadece yoğun bakım kurabiyelerine özel bir an oldu, baba seslendi "sesini ilk defa duyuyorum" dedi. Hem acı, hem güzel, neden çünkü hepiniz çok özel bebeklersiniz. Birazcık farklı bir patikadan gelen, ama çok özel kurabiyelersiniz.

Sonra bugün, seni kendime ya da kendimi sana daha yakın hissettim, önceki tüm günlerden daha yakın. Bu kısımdan sonrasına anne okurlar "ayyy", erkek okurlar (bak baba, bekar ayırmadım hop genelledim hepsini) "öff" diyebilirler tabi, anne olmayan bayanlar da "yaaa" der belki. Olsun diyeyim bakayım dilim döndüğü kadar. Ağlıyordun biraz yine, daha doğrusu ağlama hazırlığı gibiydi kıpırdanmaların. Sonra ben sanki tam yanındaymışım gibi, yani şu meşhur cam aramızda yokmuş gibi hissedip, tüm hareketlerini kendimce okuyup konuşmaya başladım seninle. Seni seslendirdim kendime göre, cevaplar verdim sana. Benim dediklerimle hallerin değişti sanki. Bugüne kadar sen bana iyi geliyorsun sanırken, yani sadece bunu anlarken, bugün ben sana iyi geliyorum gibi hissettim. Nasıl bir genişlemeydi içimdeki, anlatması zor şimdi sana. Annelik deyip durdukları bu mu acaba dedim, birine hayat boyu iyi gelmek, birini hayat boyu rahatlatmak, sakinleştirmek. Ve bunu yaparken kendinden son derece emin olmak, tereddüt etmemek. Belki böyle şeylerdir. Bilmiyorum henüz, benim meslek yeniyetmece devam ediyor. Camdan cama. Günde yarım saat görüş, dört saat süt sağış, arada kaytarma, kaytarma üzeri vicdan azabı, azap sonrası af dileme. Af ertesi yeniden görüş...

Bugün dışarıda sağdım bir sütü yine, ama bu yakınlaşmamızdan sonra olduğu için seninle, atmaya kıyamadım bir yerlere. Gerisin geri eve döndüm, hoş ben hemen dönmüşüm gibi desem de, o yol uzadıkça uzadı, ama ben sadece eve varmak ve sütü kaldırmak istedim. Benden çıksa da artık senin olan bir şeyi, senin özel yerine koymak istedim. Sanırım, seninle bağlandık Kurabiye. Elli küsür gündür neydik şaşkıncım diyebilirsin tabi, hani senin içinde tutamadığın suyun yüzünden buradayım hani, de diyebilirsin. Ama bugünkü bir başkaydı, ben de kuvözdeydim sanki, ya da sen de dışarıdaydın. Duydum seni. Sen de duy beni.


24 Eylül 2014 Çarşamba

Ellidördüncü gün

Bugün dudakları büzüş günü senin için. Alt çenenin titrediğini gördüm uzun uzun. Dudakların büzüştüğünü. Ağlamasan da ağzını keşfediyor gibiydin.

Dün emzirmeyi deneyen diğer Kurabiye annesiyle konuştuk biraz. Ortak korkumuz bizi tanımamanızdı ilk etapta. Nitekim öyle olmuş. Emerken yüzüne bile bakmamış annenin, koymuş tabi anneye durum. Ememeyince de çekmiş atmış memeyi, böyle de bir yanınız var işte siz bebeklerin diyeyim genelleyeyim sizi. Seni midye, istiridye, fasülye gibi minik isimlerle seviyordum ki yapmamaya karar verdim. Yine seni kocaman düşünüyorum ya hani, bir duysan beni kafama atarsın gibi geliyor küvezde eline geçirdiklerini. O yüzden seni "uzun oğlum" "kocaman oğlum" diye seveceğim elimden geldiği kadar.

Ellili günlerin de artık etkisiyle mi bilmiyorum da, cam ardından yüksek sesle konuşuyorum artık senle, gelen geçer ne der, duyar mı eder mi demeden. Duyan duysun, oğlanla konuşuyoruz ne var der gibi.

Sonra bugün ilk defa demirhindi şerbeti içtim ben, çıkınca hatırlat sana da içirelim bir gün.

Yarın ikinci göz muayenen var, umarım iyi haber alacağız. Yine geceye sızan bir tedirginlik bizimle. İyi görünüyorsun, iyi olsun dileyelim her şey bundan sonra da.

Renkli rüyalar Kurabiye...

23 Eylül 2014 Salı

Elliüçüncü güne ek

Bugün çok güzeldin Kurabiye. Hepimizi çok mutlu ettin, o yüzden yazmalıyım ki hatırlayıp çoğaltalım ileride bunu da.

Sütün ağzından yeni alınmış gibi sarhoştun ilk perde açıldığında, popon ve gövden tamamen yana kaymıştı ki, bunun senin yaptığını seni öyle yatırmadıklarını çok iyi biliyoruz artık. Hemşire alıp çekmeye kalktı seni, elinle o kadar sıkı tutuyordun ki yatağı, bırakmadın. Kadın baktı gelmiyor gövdenle kafan, elini farkedip tek tek ayırdı parmaklarını yataktan. Anca öyle aldı seni de, ortaladı yatakta.

Baban sigarayı bırakıyor senin için, ufak denemeler henüz ama çok büyük adımlar bunlar Kurabiye. Nikotin sakızı girdi hayatımıza yeniden ve gördüm bugün, sen yatağı tutup bırakmayınca, attı bir sakız ağzına rahatlayıp. Canavar gibi bu çocuk, hiç bir şey olmaz işalah maşalah dedi sana.

Yan kurabiye anneleriyle konuştuk yine. Biriniz yakında taburcu oluyor, ona sevindik. Emzirecek bugün annesi, yine yaşamayanın anlayamayacağı cinsten heyecanlar bunlar. Kuvöz arkadaşlarını çıkışta buluşturacağız misal. Üçünüzün yanyana fotoğrafını mı çeksek aslında, çıkışta konuşursunuz:

"Senin neyin vardı kardeş? Ne bileyim su mu gelmiş ne gelmiş, benimkinin de kanaması olmuş, benimkinin yeri dar gelmiş bana küçücük kalmışım"

"Sen kaç gün yatmışın kardeş? Ben bir ay mı ne yatmışım, öyle bakmışlar cam ardından bana, anne baba dede anane babanne hep birlikte. Top mu oynasak biraz?"

"Kurabiye Kız'a hangimiz talip oluyoruz peki, kavga etmeyelim bak aramızda, kaç haftanın kuvöz kardeşliği var arada..."

Neden olmasın...

:)

Elliüçüncü gün



Bugün yağmur vardı Kurabiye. Daha doğrusu sabah vardı. Şimdi güneşli. Seni görmedim henüz, ama bana uzun bir sabah oldu. Biraz sana biraz bana kalsın diye yazacağım ondan elimden geldiği kadar.

Yağmurla uyandım sabaha karşı sütüne, rahatladım. Yağsın ki temizlesin bizi dedim, sesini dinleyerek dalabildim uykuya. Sabah da erken uyandım, hala yağıyor duydum, rahatladım. Yağmur sesine hasretmişim. Balkona geldim uzandım, dinledim. Dayına mektup yazdım. Elimden gelse, herkese yazardım herhalde o an mektup.

Sahile doğru ndim sonra, yağmur arttıkça ben daha çok ağladım. Eskici tablalı bir adam gördüm yaşlıca, yağmurda ağır ağır çekiyordu tablasını, şapkasız, şemsiyesiz. Bir an içim ezildi, üzüldüm ona. Sonra hangimiz ıslanmıyoruz ki şu an diye düşündüm. Adamın yüzündeki ifadenin aynının bende de olduğunu düşündüm o an. Yürümeye devam ettim. Annen bazen üzüntülü oluyor Kurabiye. Anneden çok ben neyse o idim bu sabah sanki. Ağlamama sahip çıkan bir yanım vardı, gök yırtıldıkça yüz buldum devam etmeye.

Sahile yaklaştım, manyak olmak lazım bu yağmura, göbeğine göbeğine gitmeye denecek haldeyken gökyüzü, millet kaçışırken. Noldu sonra sahile varınca kesildi yağmur aniden. Bulutlu gökyüzü yağmuru kesti, sabret dedi sanki, sabret geçecek. Korkma dedi acından, ıslanmalarından, geçecek. Sahilde benim gibi bayağı insan gördüm sonra. Genelde yalnızlar ve yürümeye gelmişler sahile. Yağmur kah bacakları kah kafaları ıslatmış. Hepimizin yüzünde aynı ifade vardı sanki. Yağmuru görüp, inmiş gibiydik oraya. Temizlenmek için, arınmak için.

Seninle de konuştum uzun uzun kendime göre Kurabiye. Süt sağarken senden özür diledim bu sabah. Ağlayarak sağdığım için, hem de hiç de sana dair olmayan sebeplerle. Senden bir parça çaldığım için. Bazen tutuyorsun beni Kurabiye, dağılmayayım diye, pul olmayayım diye. Üç saatte bir beni çağırıyorsun ya süte, saatin alarmı her çaldığında "Tamam annem, geldim" diyorum ya, nerede olursam olayım, beni hayata bağlıyormuşsun gibi geliyor o an. Neredeysem ömür boyu çekip çıkaracakmışsın gibi geliyor. Bu kadar bel bağlamak, umut bağlamak istemiyorum aslında sana, ama hayatımda beni tutacak şeylere öyle ihtiyaç duyuyorum ki bazen. Sahili yalayan dalgaların güzelliğine bakarken de seni düşündüm, bak bu dalga demek istedim sana. Bunca güzel ve ben onu bunca seviyorum bak demek istedim. Sonra düşündüm, tüm bu annelik oyunları koca bir bencillik mi, yoksa sende sizde kaybolma durumu mu, yoksa ne. Der misin bana bir gün.

Bu erken gelişin, beni bunları yazmaya, sana demeye itti, iyi oldu belki de bir parça. Karnımdayken demeyi akıl edemediğim şeyleri biriktiyorum burada, sana da bana da. Canım yanıyor bazen çok Kurabiye. Senin de yanacak bir gün, çok gün diyorum sonra. O zaman ben sana sarılınca geçecek umarım, geçmese de hafifleyecek umarım.

Yağmur, yağmur bazen çok güzel Kurabiye....

22 Eylül 2014 Pazartesi

Elliikinci gün

Ne diyim sana Kurabiye. Günler günleri kovalıyor baksana. İyiymişsin ama maşallah. Daha iyi olacaksın inşallah. Emme reflekslerin ufacık çalışmaya başlamış, sonra çok yorulmuşsun. Mercimek kadar dudakların ve avuç içi kadar ciğerlerin nasıl yorulur, hayal ederken bile zorlanıyor insan.

Yan kurabiye annesiyle konuştuk bugün biraz. Neden oldu erken doğum diye sordum, sormasam belki daha iyiydi. O geceyi yeniden yaşadı anne, gözleri doldu, üzüldüm. Ben senin başında, kafandaki oksijen küresi yüzünden ağladığımda da o üzülmüş çok. Dua etmiş benim için akşam. Telefonlarımızı aldık, görüştüreceğiz sizleri birbirinizle, en azından biz göreceğiz inşallah sizin bugünlerden o günlere eriştiğiniz halleri.

Pamuk diye seviyor bir teyzen seni. Teyze amca biraz çok olacak sana. Hep çok kardeş, çok akraba istedim, seni donatırız belki de bakarsın hepsiyle. Yurtdışından biri sorumlu olur, spordan biri, konserlerden biri... İstemez misin, istersin istersin.

Çocuk hep bir yapamadıklarını yaptırma projesi değil mi zaten... Bunca çocuk neden piyano çalıyor, bale yapıyor yoksa değil mi. Hep anne babaların edemediklerinden. Halbuki ne lazım, yelek düğmesine bağlanmış bir uçan balon sadece. Uçabilir, uçamamış, ama uçacak. Sonra yeniden alınacak, yeniden, yeniden...

21 Eylül 2014 Pazar

Ellibirinci gün

Bugün ellibir günlüksün. Bereni çıkarmışlardı kafandan. Yusyuvarlak kafanı gördük bol bol. Artık üşümüyor demek ki dedik, vücut sıcaklığını muhafaza mühimdi, bu iyi bir şey herhalde dedik.

A daha başa dönmeliyim aslında. Bu pazar günü, yoğun bakım görüş alanında onbeş yirmi veliydik. Merhabalaştık, günaydınlaştık. Perdelerin açılmasını bekledik birlikte. Hiçbir şey kalmasa geriye bugünlerden -acıları hep silsek atsak da- bu yaşanmadan paylaşılamayacak anıları asmak gerek mandalla. Biz seninle yandaki kurabiyenin geceleri alem yaptığınızı, o yüzden akşamdan kalma olduğunuzu, ondan hep uyuduğunuzu düşünüyoruz. İsminizle çağırıyoruz hep sizleri, cam ardından dert anlatıyoruz. Kah poponuzu kah yüzünüzü görüyoruz. Annelik babalık henüz değilse de bu, tatlı bir alışkanlık çok. Konuşmalar hep benzer; "bugün nasıl sizinki, maşallah, büyür büyür, ne zaman çıkıyor belli mi? Kaç kilo oldu peki? Kız mı erkek mi?"

Sonra uykunda gülümsemenden bahsettik, ben rüya görüyor kesin diyorum. Baban ne görecek daha diyor, anca süt diyor, sonra dalga geçiyoruz seninle "aa sütt, aa burda da sütt" diyorsun rüyanda, ondan kaykılıyor dudakların hafif yana. Olabilir mi, kafamıza atar mısın yoksa eline geçirdiklerini çıkıp?

Bir de boyunu ölçtü bugün babanla deden. Bunu yazıcam ama günlüğe, çok komiksiniz dedim onlara da. Cam ardından, başına bacaklarına bakıp; bacakların açık halini hayal edip, iki ellerini metre yapıp, pervazda ölçtüler seni. Birine göre kırkbeş, diğerine göre elli santimsin. Sen eve gelmeden, bizi çok eğlendirdin Kurabiye. Daha çok eğlenmeler nasip olsun.

Hep dediğim gibi, göreceğin günler, gezeceğin yerler, seveceğin yürekler benden çok, benden güzel, benden uzun olsun.

Öptük seni burnundan, yanağından, parmak uçlarından...


20 Eylül 2014 Cumartesi

Ellinci gün

Bugün "2" numaralı bezi önden de gördük Kurabiye. Meğersem önden sana elbise gibi duruyormuş, yani henüz "2" numaralı bez vaktin gelmemiş. Zaten numaralar "1"den değil, "0"dan başlıyormuş. Birazcık daha yolumuz var yani henüz seninle...

Sonra bugün eve 0 ile 4 yaş arasında tam beş çocuk geldi Kurabiye. Sekiz de anne baba sayarsan oldukça kalabalıktık, beş çocuk yapmamaya karar verdik. Dörtte kalacağız en fazla.

Bugün gözünü açmadın, yarın hatırlatacağız bunu sana.

Öptük seni boydan boya...

Kırkdokuzuncu gün

Sevgili Kurabiye,

Uzun bir gün oldu bugün. Sana yazmak, biriktirmek istediğim şeyler çok değişti gün boyu. Süzmeye çalışacağım gecenin içinden.

Öncelikle beslenmen artmış, 12*18 cc besleniyorsun. Bunu evet ileride gülebilelim diye not düşüyorum, sen şu an günde 216 cc süt ile doyan minik mideli bir dev adamsın. O ne ya, dişimin kovuğuna yetmez o kadarcık şey diyeceksin. Sonra bugün dedik ki sen 5 kiloluk un çuvalı içine girsen -nereden bulduysak bu fikri de- farkedilmeyecek kadar ufaksın aslında. Altındaki bezin artık bir markası ve numarası var, "2" yazıyor üzerinde. Bu ne demek bence peki, en küçükten bir büyüksün artık. Ve senin gibiler için bir marka var artık, yani normalleşiyorsun Kurabiyecik. Yolun açık ve uzun olacak inşallah.

Günün uzunluğuna ve sana süzülecek anılarına gelirsek; okuduğum okula gittim ben bugün senden sonra. Beşinci kaytarma günü oldu yani Kurabiyeli dönemde. Okulda ben çok eğlendim Kurabiye, hatta dayının da kanına girdim. Ve kampüse ilk gelişimizi hatırlıyorum büyük büyük baban ve dayınla. Ananenin büyük hayalleri vardı, üniversitede hanım hanımcık bir kız olup, topuklular giyip makyaj yapacaktım- bir üniversitem olmayışıydı onsekiz yıldır bu güzelliklerden beni alıkoyan yani- Ama bir bakmıştım, tüm kampüs çimenlik alan, ananenin topuklu hayallerinin taca gittiğini anladığım andı. Zaten sonra ilk sene beni kırmızı eşofman altı ve kapşonlu bir üstle okuldan eve gelirken gördüler sık sık. Çimenlerde en rahatı eşofmandı çünkü, ve evet erkekler öyle de beğeniyordu anneni.

Neyse, okuldan Bebek'e indim, oradan Ortaköy'e yürüdüm. Bunlar da insanlık için küçük, benim için büyük adımlardı. Aylardır etmediğim şeylerdi. Birçok anı doldu içime, on yıl oluyor mezun olalı, on yıl önceki heyecanlarıma götürdü aşağıların havası beni. Heyecan derken, hep olmayana duyulan heyecanlar, meraklar, hevesler. Ve düş kırıklıklarımı hatırlattı. Üzüntülerimi. Sonra seni düşündüm. Sana en çok ne verebileceğim, katabileceğim dedim. On numara bir çocuk yetiştirmeyi garanti edemem belki ama, nasıl güzel düşüleceğini ve düşünce nasıl güzel kalkılacağını öğretebilirim dilim döndüğünce dedim. Düşmenin güzelliğini, ve her düştüğünde sığınabileceğin bir kuytun olduğunu. Hiç düşmemenin, hiç yaşamamak, hiç anı biriktirmemek demek olacağını anlatabilirim.

Bir de çok sevebilirim seni, çünkü çok arıyoruz bunu, hayatımızın her döneminde. Bizi çok seven, karşılıksız seven birilerini. Anneler en çok bu anda çıkıyor sahneye. Sınırsız koca bir sevgi, Bebek'in güzel denizine, salınan kayıklara ve onları seyreden, başka hiçbir şey yapmadan, konuşmadan o güzelliği seyreden insanları görünce bunları düşündüm. Sonra ananenin bana mektup yazdığını gördüm. Ben ne düşünüyorsam senin için, aynını bana söylüyordu mektupta. Gülümsedim. Evet, dedim. Ben de senelerce ne gördüysem en çok, neyle bezendiysem, onu vereceğim elimden geldiği kadar Kurabiye'ye dedim. Rahatladım.

Dayına anlattım elimden geldiği kadar bildiklerimi. O beni büyüttü, ben onu. Şimdi sıra sende. Baban, dayın, dedelerin, ananen, babaannen, ben ne biliyorsak sereceğiz önüne. Allak bullak edeceğiz kafanı, doğruların karışacak birbirine. Kendi doğruların yanlışların çıkacak sonra meydana. Kafa tutmaların, kapı çarpmaların. Ama en çok, her canın yandığında dönebileceğin evlerin olacak ömürler yeterse.

Bilmediğin bir yolda giderken kaybolduğunu düşünürsen, haritalar ve pusulalarla vakit kaybetmeden geldiğin yoldan geriye dön. Bildiğin bir yere, bildiğin yollardan gidiyor olmak seni huzurlu kılacaktır. Yaşamında yolunu kaybettiğinde de aynı şeyi yap ve olabildiğince geriye dön. Sözgelimi çocukluğuna, aramıza…
Şebnem İşigüzel, Öykümü Kim Anlatacak

18 Eylül 2014 Perşembe

Kırksekizinci gün

Bugün sonbahar geldi Kurabiye. Mevsim döndü. Nereden mi biliyorum, çok sevdiğim parmak arası terlikleri evde giyemiyorum artık. Çorap arıyorum çünkü. Hırkasız oturamıyorum, yağmur sesi eşlik ediyor arka fona. İşte bunlar hep sonbahar belirtileri. Eskiden Eylül'ün başıyla gelirdi, bir onbeş gün kadar kaymış yıllar içinde. Kozmik oyunlar bunlar hep, insanın insana, insanlığa ettiği belki de.

Bugün, evi senin için temizlemiş olduk, araban geldi, kurduk, denedik. Baban bunun tam bir deneme olması için bana seslendi sonra "evde, çocuk gibi bir şey var mı deneyebileceğimiz?" Gülümsedim, en benzeyebilecek şeyimiz peluş köpeğimiz idi, o da pek yerini tutamazdı, seninle olacak deneme artık. Çocuk yok, köpek verelim anlayışıyla çıkmış olsaydık pazara, sanırım çocuk mocuk da vermezlerdi bize, vermesinlerdi zaten.

Pazar demişken, pazara gittim bugün. Seviyorum pazara gitmeyi, sen sever misin bakalım. Görüyorum anneleriyle pazara gelen çocuklar. Türlü teyzenin şaklabanlıklarına maruz kalıyorlar, pusetler kalabalık yollarda takılıyor, ama bulunur bir yol herhalde. Kucakta taşımalık kuşaklar bu yüzden var değil mi. Cici bir anımı hem sana hem bana demek istedim pazardan. Mutlu gittim zaten türlü sebeple, iyi bir şeyler olacağı belliydi belki de. Daha önce çanta aldığım bir tezgaha yaklaştım. On liraya çok cici çantalar satan bir kız. Bir tane daha aldım, gülümsedim, "sizden almıştım daha önce, çok memnun kaldım" dedim. "Sizi tanıyorum, çok net hatırlıyorum aldığınızı, ben de size soracaktım, memnun musunuz diye" dedi, gülümsedik sonra birbirimize. Hayırsızın, uğursuzun, türlü şerefsizin -babanı seslendiriyorum evet biraz- cirit attığı İstanbul'da, iki tatlı insan karşılaşmıştık işte, oluyordu demek ki. "Sizin gibi kibar müşteriler yok artık..." dedi sonra, büyük bir kibarlık etmemiştim aslında, ama işte sonuç ortada, ikimiz de mutlu ayrıldık bu iki dakikalık konuşmadan.

Sana beni anlattım sanki biraz, halbuki sana senin bugünkü halini de anlatmamız lazım ki "hadi ya" de büyüdüğünde. Sen bugün kafandaki bereyi elinle tutup çıkartıp, kafanı ve vücudunu diğer tarafa çevirdin Kurabiye, Bu insanlık için küçük, senin içinse koca bir adım. Unutmamalısın bugünü. Arkanı beresiz olarak dönmüş cici bir fotoğrafın var bende. Saklarım sana uzun zamanlar.

Sonra bugün bir TV programına, iki prematüre bebek annesi konuk çıktı, başlarından geçenleri anlattılar, hikayeler çok benzer. Evet ya dedim sık sık, ama sunucuya ve diğer konuklara öyle tuhaf, öyle zor geldi ki anlatılanlar. Onların şaşkınlığıyla uyanıyorum sanki ara ara. Yoğun bakımdaki anneleri, babaları ve bebekleri göre göre, her çocuk, hayatının bir döneminde bunları yaşar, ama üç gün, ama üç ay gibi düşünüyorum sanırım. Üzgün değilim Kurabiye. Çok şanslı bile hissediyorum kendimi, birçok açıdan. Neden ben demiyorum, bazen neden sen diyorum, ama o da çok kalmıyor. Benden nefret etme yeter, emi.

Öptüm seni,



17 Eylül 2014 Çarşamba

Kırkyedinci gün

Bugün ben biraz üzüldüm Kurabiye. O yüzden yazmayacaktım da hiç, üzüntüleri yazıp çoğaltmanın anlamı yok diye. Neden sonra düzeldim biraz, bunların hepsini bir gün gülümseyerek okumak, konuşmak, hatırlamak için yazıyorsak dedim, o zaman yazabilirsin belki de dedim.

Doktor belki çok da kötü olmayan ama beni kötü eden şeyler söyledi bugün. Misal sandığımız gibi 60 gün sonunda çıkamayacakmışsın büyük ihtimal. Biraz daha uzun sürecekmiş, ama olabilirmiş senin gibi durumlarda. Normalmiş. Normal ne demekse, bu da onlardan biriymiş. Sonra yanına çıktım seni görmeye, hareketlerin azaldığı, en iyimseriyle uyur halde olduğun için hemşirenin bir ara seni dürttüğünü gördüm, aynı anda babaannen "bugün az mı hareket ediyor?" diyordu, sonra kafana yeniden oksijen küresi geldi, ki bu iyi bir şey değil biliyoruz bunu. Hemşirelere koştum, neden takıldı oksijen dedim. İfadesiz yüzler bana baktı, tanımadığım bir hemşire söz aldı "doktor beye sorun en iyisi, yeni ortaya çıkan bir durum" dedi. Doktor için merdivenleri nasıl indiğimi bilmiyorum, az önce yanındaydım halbuki. Kapısında bekledim görüşmesi bitsin diye. Gözlerim kızarmıştı bile, ve içim garip dualar ediyordu senin için. "Çıktığında daha çok çekecekse çıkamasın" dedim Kurabiye. İyi mi ettim, kötü mü ettim bilmiyorum. Senin eziyetin bana zulüm oluyor sanki. Hani kahramanlık filmlerinde olur ya, cezasını mazlum yerine çekmek isteyen biri çıkar ortaya, kırbaçları, kürekleri o yer. O ben olmak istiyorum işte bazen, olmuyor ama. Doktor önemli bir şey değil, telaşlanmayın dedi en kibar haliyle. Ama yanına gidip bir soru daha soracak yüzüm kalmadı sanırım artık, benim oksijen küresini soruş şeklim ve halim yüzünden. Belki de alışkındır yoğun bakım annelerine, babanın dediği gibi. Alttan alır bizi.

Sonra eve geldim uyudum, uyku temizler bizi dedim. Zaten elden başka ne geliyor ki dedim. Uyandığımda daha iyiydim. Seni akşam yeniden görmek istedim, belki oksijen küresi çıkmıştır dedim. Bunu gelmeden, telefon açıp öğrene de bilirdim, ama "hayır çıkmadı" yı duymaya cesaret edemedim sanırım. Çıkmadıysa bile, beni görür, duyar, hisseder, güç veririm belki dedim. Gitmem gerek dedim. Sonra yola çıktım, torununu seven yaşlıca bir adam gördüm, ölüme yakın. Ya da ben yakınlaştırdım. Sonra dedim, ne kadar temel bir hakkını alabilmesi için, tüm hayata, tüm uzun yola sıfırdan sağlıkla başlayabilmesi için mücadele veriyor, ve biz çabalıyoruz dedim. Torunu seven dedeye kadar uzanabilecek çok uzun bir yolun daha ne kadar başında ve ne kadar temel bir şey için uğraşıyorsun diye düşündüm. "Biliyor musun, ben yedi aylık doğmuşum" demek için.

Taksiye bindim, "Aldırma Gönül" çalıyordu, ki olmaz genelde radyoda güzel şarkı. Gözlerimi ovuşturdum yine yol boyu. Ne taksiciyi zora sokmak istedim "nen var abla" ile ne de anlatmak istedim nem var, neden Koşuyolu Medipol'e gidiyoruz yağmurlu bir iş çıkış saati.

Neyse, daha sulandırmayalım, iyiydin Kurabiye akşam. Oksijen küresiz, kendi başına nefes alıyordun. Ben orada da ağladım biraz, gelip geçen "ah maşalah, çok küçük..." lere direnemeden bu defa hem de. "Çok zor, değil mi?" dedi bir kadın, dedi geçti sonra cevap bile beklemeden. Ne çok zor bilmiyorum aslında Kurabiye. Normal bir insan olabilmeni istemek mi, hiç tanımadığımız bu yeni ruh hali mi, tüm eksenimizi değiştiren bu zaman dilimi mi, yoksa bu kadar kolay göz dolduran bir kıpırdanışın mı. Sonra başka bir baba geldi yanıma "çocuklar, anne babalar için hep bir kaygı kaynağı..." dedi ben herhangi bir şey demeden. Sonra devam etti, iki oğlan çocuğu varmış yirmili yaşlarda. Sonra ne dedi, seni güldüreyim öyle bitireyim mektubu, günümün en eğlenceli kısmı o kısmıydı çünkü, sana da iyi gelsin. "Biliyor musunuz" dedi, "Eşlerini çok seven kadınlar ilk erkek çocuk doğururlarmış" dedi, gülümsedim "İki oğlunuz vardı, değil mi?" dedim, "evet, ama kendimi kandırmak için söylemiyorum bunu, böyleymiş" dedi.

Senin de çok seveceğin eşin, sevdiğin, sevgilin, kedin, köpeğin, yunusun, domatesin, biberin olsun, olur mu.

Benim imtihanım, seni büyütsün, beni temizlesin.


16 Eylül 2014 Salı

Kırkaltıncı gün

Kurabiye,
Bugün bir anne seni dudaklarından öpmek istediğini ifade etti bana. Biz daha elini tutamamışız, kadın gelip öpecek seni. Hani onun da kuvözde bebeği olmasa verecektim cevabını, acıdım sonra. Neymiş, seni ilk gördüğünde çok güzel büzmüşsünmüş dudaklarını. Neyse dedim, neyse hadi neyse. Unutturma, sana kadınlar konusunda uzun dersler vereceğiz, her yaş grubuna özel. Bizler, bizler çok fenayız Kurabiye.

Sonra, sanırım genelleyebilirim, seni gördükten sonraki sütler daha çok çıkıyor. Demek ki, sen eve gelince de sağma seramonileri olacaksa bir dizi, sana baka baka, artık nasıl olacaksa yapmak daha iyi olacak. Ama o ara, sen bana yardımcı olacaksın ve hiç ağlamayacaksın, anlaştık? Anlaştık, anlaştık.

Baban iki günde bir görmeye gelecek artık seni, bu çok iyi bir şey aslında Kurabiye. Sana artık normal bir çocuk muamalesi yapıyor biz demek. Normal anne babalar gibi normal sıkıntılarımız olacak inşallah bundan sonra demek. Sen büyü, parklar bahçeler, düşüp diz patlatmalar, el derisi yüzmeler, üflemeler, kolonya sürmeler bizim demek.

Gezi arabanı ve anneyle gezmeli kuşağını sipariş ettik, yatacak yerin de hazır sayılır. Banyo takımı tamam, yıkanabilirsin. Bir henüz kaka yapamazsın çünkü bezleri almadık, ama anlayış gösterirsin bize.

Dayın gelecek seni görmeye, senin oyuncaklarına yer açmak için de, yıllardır bizim evde konuşlandırdığı çok cici gitar kılıfını ve de ve de anfisini alacak giderken. Evet, o bir müzisyen ve o bir sanatçı, fotoğrafçı, gezgin. Dayıya çekersen, çok gezeceksin Kurabiye. E zaten annen ve anne zoruyla baban da fena gezici değil. Beni en çok "bana ne, evde oturucam ben!" diyerek kırabilirsin, ama yapmazsın bunu, eminim.

Salçalar da tamam, sana ek gıda için, bize süt ve çabuk yemek için domatesler salça yapıldı. Cuma Masal gecesi varmış Kurabiye. Seni de götürmek istiyorum ileride, halen olursa. Gidersem, sana derim zaten.

Kurabiye annesi öptü seni.


Not: Dayın şarkı göndermiş bana, öyle yapmamış aslında da haydi öyle olsun adı, koltuğa kilitledi beni, istedim sanki böyle bir şeyler bu gece. Garip. Ne dediğini anlamadığım bir kadın bağırıyor. Hani başta sen de bizi anlamayacaksın, biz de seni anlayamayacağız ya, o hesap gibi. Ağlamasa da ağlıyor gibi. Beni, bir göl kıyısına, yaralardan berelerden bırakıyor gibi. Türlü zorluklardan geçmiş, tüylü bir hayvan gibi düşletiyor kendimi. Kediyi yollamanın vicdanı mı acaba bu, ya da başka türlü eşekliklerin. Hırpalanmalardan, bir göl kıyısına sığınan ürkeklik gibi. Yeni gün ümidi gibi. Ama yaralı, ama ölmemiş, ama umut dolu. Kazalar olsa da yol devam etsin olur mu, seneler önce bir arkadaşla uzun uzun dediğimiz gibi, ona da birinin dediği gibi, kazalar olsa da, yol devam etsin...


15 Eylül 2014 Pazartesi

Kırkbeşinci gün

Sevgili Kurabiye,

Bugün, çok seveceğin "Alice Harikalar Diyarında" DVD'in, Raksotek'ten devşirildi. Tabi senin izleme çağın geldiğinde DVD teknolojisi de yerle bir olursa naparız bilmem, ama benden kaçamazsın, anlatırım en kötü sana Alice'in maceralarını.

Etraftan duyduğum sesleri birleştireceğim birazcık bugün sana bana. Anladığım kadarıyla anane ve babaannelerle annelerin kuvöz bebeklerine karşı alakası birazcık farklı. Anane babaneneler, oradan bir çıksa yapacağı yaramazlıklarla anneleri yıldırmaya çalışırken, anneler "olsun, yapsın, orada çok çekiyor yavrucak" tarzında yaklaşıyor. Bu bizi iki ihtimalle karşı karşıya getiriyor Kurabiye. Ya yeni yetme anneler olarak çok sığ görüşlü ve duygusalız ve görmüş geçirmiş anane babaneler haklı; ya da jenerasyon farkı canım diyerek hop kapatacağız mevzuyu. Çok yaramaz -hadi öyle demeyelim, "haylaz ve zeki"- oluyormuş erken doğanlar. Bu da nazar boncuğu mu acaba, bizi şu an korkutmuyor yaramazlığınız ama yanılıyor olabilir miyiz yoksa?

Kedicik, dün akşam yeni sahibinin yanına gitmemiş yatmaya. Sevindik ne yalan diyelim, bir gecede silseydi bizi ve tüm yaşananları, olmazdı öyle. Kedi bile değildi ki bizimkisi, insan evinde doğmuş, insanlarla büyümüş bir canlı. Zamanla alışsın, ağırdan satsın biraz kendini yeni sahibine. Rüyasında bizi görsün birkaç gece hatta oluyorsa.

"Sizinki yan odaya ne zaman geçti?" dedi bir anne bugün, "hmm, emin değilim, günlüğüme bakıp yarın söyleyebilirim ama!" dedim. Günlük işe yaradı bak bugünden görüyor musun. Yıllar sonra kimbilir neler diyecek, neleri anımsatacak bize.

Bir de bir de, film festivalleri, gösterileri filan başlıyormuş birazcık. Anneciğin, sen gelmeden birazcık-çok azıcık- kaytarabilir görevlerinden, olur değil mi. Olur olur. Netleştikçe derim sana, yoksa her şey süt için biliyorsun. Anne gezsin, sana süt olsun.

14 Eylül 2014 Pazar

Kırkdördüncü güne ek

Bugün gözlerini çok kocaman açtın sen Kurabiye. Göz göze geldik bence uzun uzun. Yani bir parça rahatladım, tanıdın beni sanırım. En azından camdan cama bir aşinalık. Sesle, kokuyla hallederiz gerisini sanırım. Gülen yüzün, içini ısıtıyor insanın. Ve sanırım, babanın çocukluk fotoğraflarına benziyorsun oldukça. Çocuk halini çok beğenip buzdolabının üzerine yapıştırmıştım bir zaman önce. Buzdolabını çok açıp kapayıp, çok bakmış olabilir miyim acaba. Genleri bir çırpıda yerle bir ettim bak. Babaya benzemek de neymiş, tesadüftür, anneden ötürüdür dedim kendime göre.

Güler gibi yapsam da pek gülemiyorum aslında bugün. Bugün kedicik gitti Kurabiye. Hafif ya da bayağı bir buruğuz babanla. Onun bizi okuduğunu bilmesem daha içli yazardım, ama üzülsün istemiyorum daha fazla. Evde- yine ukalalık olacak ama diyeceğim- çocuğunu okumaya ve kimbilir bir daha dönmemek üzere uzak bir kıtaya göndermiş anne baba mahzunluğu var. Kedicik hemen hiç ses çıkarmadığı halde, evde bir sessizlik var. Neler değişti bir çırpıda, kapıda bir karşılama yok, yere düşen fasülyeleri kovalayan bir çift göz yok, açıktaki tabaklara saldıran bir çift pati yok, oda kapılarını kapamak yok, kaybettiği faresini yalvararak arayan gözler yok. Akşam yanımızda bizim gibi kıvrılıp yatan minik bir gövde yok kısmına gelmiyorum henüz, yaşamadık daha. Biz bir yıldır sadece tatillerde onsuz kaldık Kurabiye. Onda da yüksek sesle onu özlediğimizi söyledik dönünce sevmek üzere.

Tatlı bir aile aldı onu, biz oldukça tuhaf bir sıfatla gittik evlerine, elimizde bir yıldaki tüm malvarlığıyla kedinin. Şunu sever, bunu yapar, dedik. "Ah çok şirin!" dediler, "öyledir!" dedik, neyine gururlandıysak. Girmekten nefret ettiği kafesi var, evden kafesle her çıkışı veteriner gidişi için olduğundan. Kafesi gördü mü, girmemek için kaçardı, bugün de öyle yaptı evden çıkarken. İkna ettik soktuk. Yeni evinde çıkardık kafesten, biraz bakındı sonra dağladı içimizi, tuttu geri girdi kafese, eve gidelim dedi bize. Babasıyla biz anladık-babası demiş bulundum Kurabiye, biz senden önce onun anne babasıydık ufacık.

İyi bir evde iyi ellerde bakılacak artık ona, sana da inşallah bu evde iyi ellerle biz bakacağız.

Öptük Kurabiye,

Kırkdördüncü gün

Babanı az sev demiştim, ama biraz daha çok sevebilirsin Kurabiye. Kaplumbağaları ve kediciği veriyor başka evlere, bilgisayar oynadığı odayı ve masayı değiştiriyor. Ha hala oynuyor mu, evet malesef oynuyor, ama daha rahatsız bir ortamda.

Tüm bunlar olurken de sık sık "senin yüzünden!" dese de bana, aslında tüm bunları senin için yapıyor. Kelimeler karışıyor dilinde ve içinde sadece. Duyduğu bir kızgınlıklık, eksiklik, değişiklik var. Sana konduramıyor tüm olanları, onu da korkutuyor bacak kadar boyun. Bana dönüyor sıkıntısı, yıllardır bildiği gibi.

Yani, sevebilirsin onu da.
Annecik.

13 Eylül 2014 Cumartesi

Kırküçüncü gün

Doğalı kaç gün olduyu bu günlükten takip ediyorum desem, pek yersiz olmaz Kurabiye. Hiç olmazsa buna yaradı bak, şıp diye söylüyorum birileri sorduğunda.

Bugün güzel bir gündü yine, kilo almışsın bir kere, büyüyorsun. Gözlerin kocaman kocaman açıktı, etrafa, yani kablolara, kuvözün duvarlarına, florasanlara bakıyordun.  Daha eğlenceli şeyler gösterebilmek de nasip olsun, ya da görebilmek sana nasip olsun. Neden, çünkü sen benim gözümde koca bir adamsın. Bana lütfen ihtiyacı olan, aslında beni adam edecek olan kocaman bir adamsın. Hani öyle alıştım ki bir yandan bu fikre, sana minik bodyler aldım geçen gün yine. Bir karış boyunda, üzerinde komik hayvanlar olan body'ler. Alırken şirin tabi de, koca adam olmuş, büyümüş küçülmüş bu tip neden giysin bunları sorusu yankılanıyor kafamda. Sayıp sövüyorsun sürekli bana, "Bu ne? Bu ne diyorum sana cevap ver, bunu mu giyeceğim ben? Sırf biraz kısayım diye hem de? Bebek gibi bir halim mi var?" diyecekmişsin gibi geliyor. Kendimden de, senden de korkuyorum sonra. Senin sesini duymadan, hep bir camın ardından uzun uzun bakıp, kafada uzun uzun düşünmekten kurmaktan mı oldu, oluyor böyle diye korkuyorum. Sana yazıyorum ya tüm bunları, her akşam uyumadan okuyup sindiriyorsun gibi falan da geliyor sanırım. Çok süt sağmaktan ve rezene tüketmekten oluyor belki de hepsi...

Sonra, tatlı bir amca var bizim apartmanda. Bugün seni sordu bana. "Çıkarıyor musun dışarı?" dedi ilkin. Çok sevdim soruyu, amcayı da severim zaten. "Yok" dedim, "daha değil, hastanede henüz, gelecek inşallah" dedim. "Gelsin gelsin" dedi, seni bekleyen biri daha var artık. Sen de seversin, onunla da gezersin belki. Olayımız seni gezdirmek olsun Kurabiye.

Baban doktora sorduğum yerli yersiz sorulara kızıyor hafif. "Anlayışlı oluyor bu doktolar bayağı, tüm anneler böyle herhalde ki alışkınlar" dedi hatta. Sen beni ondan çok sev, emi Kurabiye. Neden, öyle...

12 Eylül 2014 Cuma

Kırkikinci gün

Dün akşam ve bu sabah, taksicinin geçen gün dedikleri uğulduyor kulaklarımda Kurabiye. Dün deli deli gezince, eski gençlik günlerimi hatırlayınca oldu biraz sanırım, tam anlayamadım henüz. Neyi anlıyoruz ki şıp diye, değil mi. Hayata anlam katıyor belki gerçekten bu meşgale, bir düzen katıyor. Her an her şeyi, her istediğimi yapabilirim, beni bağlayan eden hiçbir şey yok hissi, çok da iyi bir his değil belki de. Kaybolabiliyoruz boşlukta. Şimdi bile hayatıma kattığın rutin, düzen rahatlatıyor bir şekilde beni. Her şeyimle bağlı olduğum, bağımlı olduğum, dünya yansa dışına çıkamayacağım bir düzen var üç saatte bir uymam gereken. Gözünün yaşına bakmıyorum kimsenin, kendim dahil. Ve rahatlatıyor bu beni.

Bebeklerin neden kundaklanması gerektiğini okumuştum bir yerde. Elleri kolları çok serbest kalınca, ne yapacaklarını şaşırdıkları için huzursuzlanıyorlarmış. Her birimiz bebek olmadık mı bir dönem. Bizi de huzursuz ediyor her an her şeyi yapabilir halde olmak, boşlukta olmak, "Özgür" hem olmak, hem olamamak.

Bebekler düzen sever deniyor ya bir de, aynı saatte uyumak, uyanmak, yemek, kaka yapmak. Oda sıcaklığının aynı olması, düzen. Sizden öğrenecek çok şeyimiz var değil mi, içinize bakmamız, gerçekten bakmamız yeterli. Seni, eve geldikten sonra elimden geldiği kadar iyi okuyacağım Kurabiye. Sana iyi bir anne olabilmenin yanısıra, daha iyi, daha kendine dönük bir insan olabilmek için. Beni adam edebilmen için.

Gel Kurabiye...

11 Eylül 2014 Perşembe

Kırkbirinci gün

Kurabiyecik. Bunu buradan demek ne kadar doğru bilemiyorum da, demiş bulunacağım; senin pipini ve poponu gördüm ben! Hem de babandan ve tüm güzel kızlardan önce! Bir popo bu kadar mı şirin olur dedim hemşire kız evirip çevirdikçe. Miniciksin evet, ama o kadar çok kıpırdıyorsun ki maşalah, kızcağız sanırım sakinleşmen için bir eliyle kafanı okşayıp duruyordu sürekli. Bu çocuk bu kuvözden çıkar arkadaş, dedim kendime. Neşeli çıktım hastaneden.

Sonra ben bugün yine felekten bir gün çaldım senin izninle Kurabiye. Pilli sağma makinem ve ben yollara düştük. Haftalardır ve hatta aylardır etmediğim şeyleri ettim. Şehri bir parça sevdim yine. Vapura bindim, çay söyledim, simit yedim. Karaköy'de balıkçıların bağırışlarını dinledim, sokak kedilerinin balık kılçığı yalamalarını seyrettim. Kıyıya vuran dalgalara, türlü seyyar satıcıya baktım. Tünele bindim turistler gibi, bir yakadan hop başka bir yakaya yollandım. Kapanan, kapanmak üzere olan bir sürü eski dükkanı gördüm. Bu sarhoşluk o kadar sardı ki beni, suçluluk gelip çatmakta gecikmedi. Hop bir bebek mağazasına girip sana kıyafet aldım. Dengeledim anneliğimle şaşkınlığımı. Elimde bebek mağazası poşetiyle İstiklal Caddesi ilk defa gördü beni. Metroya, otobüse, metrobüse bindim sonra. Bir de seninle her şeyi ilk defa yapma faslı olacak diye düşündüm. Yapacak çok işimiz var Kurabiye.

Sonra, senin bunları belki de hiç okumayacağın, yani tam olarak böyle yaşamayacağın düştü aklıma. Üç yaşındaki minik bir prensesi hatırladım. Bana geçen gün "Beni seviyor muydun sen? Ne yapıyordun bana?" dedi. Yakın zamanda yeni bir kardeşi olan prensese anlatmaya başladım bana dün gibi gelen anıları. "Ben senin ayaklarının altını öptüm uzun uzun" dedim, "Altın değiştirilirken sana baktım, kucağımda seni uçak yaptım, fotoğraflarını çektim" dedim. "Yaaa" dedi, ama hatırlamıyor hiç, anladım Kurabiye. Annesini yeni kardeşini emzirirken gördükçe çatıyormuş hatta "sen beni hiç emzirmedin, onu emziriyorsun!" diyormuş. Anne üzülüyor haliyle,  "Yazıklar olsun, iki yıl emzirdim seni, iki yıl!" diye çatıyor. Çocuk işte.

Ama sen öyle misin, minik boyunla kocaman bir adamsın Kurabiye. Evde bizi idare edeceksin biliyoruz. "Hop beslenme saatim, süt nerde süt? Şimdi gazım çıkarılsın, bez değişti mi bez?" diyeceksin. "Bu oda ne kadar serin, bunları hep ben mi söyleyeceğim size?" diyeceksin. Hazırız azarlara. Neden, öyle popo kimsede yok Kurabiye, en çok o yüzden.

Öptük seni hepimiz (bizler ve İstanbul'un en güzel halleri ve yerleri)





10 Eylül 2014 Çarşamba

Kırkıncı gün

Gelelim kırkıncı güne,

Beni hastaneye taşıyan taksici ile başlayalım bugün Kurabiye. Hastaneye taşıdığım süt sağma makinesi kutusunu, doğal olarak alet çantasına benzetti, oradan başladı muhabbet. Benim de açıklayacağım tuttu her şeyi. Yapmam normalde, hepi topu onbeş dakikalık tanışıklığımız olacak, hıhı der geçerim. Ben de zamanında cici bir annenin kutusunu alet çantasına benzetip çok dalga geçtiğim için, yakın buldum adama kendimi sanırım. Hı hı dedim, süt sağma makinesi, evet bebek erken geldi, evet kuvözde. Her gün mü sağıyorum, yok taksit taksit, kafama esince, acıkınca bi alo çakıyor, sağıyorum filan. Yok öyle demedim. Anlayışlıydım, üç çocuk babası olmuş adam ama hiç erken gelmemiş bebekler, hatta beşer kilo beşer kilo gelmiş anneye yazık, izah ettim durumu. Sonra bana çocukların güzel yanlarını anlatmaya başladı. Orada kazındı laf kafama ve buraya not düşüldü işte. "Güzel bir şey çocuk, hayatın bir anlamı oluyor o zaman" dedi. O sustu, ben sustum trafikte. Hayatının anlamı olmuş adamın baba olunca. Taksici olmuş, büyümüş etmiş, hep boşa. Baba olunca değişmiş iş, tuhaf değil mi Kurabiye. Bir damla boyunuzla anlam katmanız anlamsız hayatlarımıza. Haklı mı, haksız mı bilemedim amca.

Emzirmeyen kadınlara gıcık olduğundan bahsetti sonra, e tabi muhabbet alet çantasına benzeyen süt sağma makinesi ile başlayınca, buralara geleceğini biliyorduk ikimiz de, sulandırmadık. "O göğüsler süs diye verilmedi ki size, bir anlamı var onların" dedi. Bir erkekten bunları duymak garip gelse de biraz, hak verdim yüksek sesle de. Derler ya anneler sık sık "göğüslerim kamu malı, utanmıyorum" diye, o hesap. Ama sen nereden bilecen.

Taksiden inip hastaneye gelince, süt sağma odası -diğer ve genel bilinen adıyla emzirme odası- ziyaretimde, içeride ben dahil beş kadın olduğumuzu farkettim. Daracık odada, iki emzirme, bir süt sağma, iki alt değiştirme işlemi başarıyla yapılabiliyordu. Ve tüm kadınlar birbirlerine ve birbirlerinin çocuklarına gülümsüyordu, çocukların pipileri ve kadınların memeleri ortadayken. Bu keyifli bir koloni Kurabiye. Sevdim bu tarzı. Hamam deneyimim çok az var ama bu keyifliymiş, tanışmadan tanış olma hali. Garip ama keyifli. Neyse, sen bunları da bilemezsin, bilme de zaten. Senin sevgililerin ay pardon önce arkadaşların olsun. Benim bir babaannem vardı Kurabiye. Beni ve dayını uzunca bir süre "sevgili yok, arkadaş var" diye büyüttü. Sonra baktı ben evlenmiyorum, korktu bayağı, "Hayırdır?" dedi "E sen demedin mi sevgili yok arkadaş var diye? Diye diye böyle oldu işte" dedim. Gülümsedi "tamam artık, arkadaş yok sevgili var, anlaştık mı?" dedi. Benle anlaştı bir şekilde de, dayınla halen anlaşamadı. Demek ki neymiş, bir şeyi çok kaktırmayacaksın çocukların kafasına. Ben sana yapmayacağım Kurabiye. Bir kere diyeceğim, laf dinlemiyorsan, çekileceğim kenara. "Vardır bir bildiği bir damla çocuğun" diyeceğim, vallahi.

Sen iyisin, uyuyorsun, geriniyorsun yine. Evi, bitip tükenmeden toplamaya devam ediyoruz. Ne zormuş diyoruz, atılan eşyanın haddi hesabı yok, ananen babanen çok kızıyor bize. Ancak evin içinde gizli bir ev daha barındırıyormuşuz adeta Kurabiye. Yani sana şöyle diyeyim, bunları atmazsa annen, senin minicik montlarına, botlarına, oyuncaklarına, uçurtmalarına yer olmayacak evde. O yüzden, atmaya devam.

Alice Harikalar Diyarında DVDsi hazırlanıyor sana. Çok seveceksin Kurabiye. Ben çok sevdim, sen de kesin çok seveceksin. Nereden mi biliyorum, anneler bilirler.





9 Eylül 2014 Salı

Otuzsekinci ve dokuzuncu gün

Dün biraz kaytardım Kurabiye, kaytardım biraz yanlış oldu. Bayağı yorulmuştum evi toplamaktan. "Aman bre kim okuyor benden başka günü gününe, yazmıyıveriyim ne olacak ki, yarın derim diyeceklerimi" demiştim ki, baktım ki okuyanlar soranlar var imiş. "Bu sorumluluk seni aşar Kurabiye annesi", dedim kendime. Karşındayım şimdi ve umarım bundan sonra en az sen eve gelene kadar her gün...

Senin hangi eve geleceğin halen muamma Kurabiye. Onun için, bir taşınır bir taşınmaz gibi yapıyoruz sanki biz. Geçen gün "hobi odası" nı "hobi" den arındırdığım gibi, dün bugün de evi "süs"lerden arındırdım. Ya attım, ya kutuladım tüm süsleri. Ne oldu peki, kreması dökülmüş pandispanya kaldı geriye, pasta desen değil, kek desen değil. Ama tadı var mı var. Ne mi saçmalıyorum, ev bu haliyle de güzel geldi gözüme, kendimden korktum sonra. O kadar çok ıvır zıvırım var ki afadersin Kurabiye'cim. Sen sevecek misin acaba bibloları, kitap ayraçlarını, kitapları, kalemleri, onlarca minik defteri, plakları, kasetleri... Kafama kafama atacak mısın yoksa, çok korkuyorum senden Kurabiye ben.

Bayrama bir bayram şekeri edasıyla gelme ihtimalin var evimize. Ya da bayram ertesi. Sağlık olsun da gerisi hallolur, hesap kitap yapma, hepsi patlamadı mı bir yerlerinde diyorum yüksek ve alçak sesle kendime. Ancak yine de, birkaç hafta içinde hayatımızın ne kadar değişeceğini kestiremiyorum ben. Otuzküsür yıl pek öngörü katmamış bana bu konuda. Hayır olsun diyorum, tüm güzel dualarımızın, çaresizliklerimizin son raddesinde dediğimiz gibi.

Sonra bugün, sen yüzüstü yatar halde iken, nasıl ettiysen poponla gövdenle davranıp kafanı bizden tarafa çevirir gibi yaptın, aklımız çıktı. Gidip durumu bildirmek zorunda kaldım hemşirelere. Ellerimle de gösterdim neler ettiğini- bu kadar acıklı hallere düşüyor annen bazen işte- "elleri böyleyken böyle yapıp, kafasını böyle döndürdü, bişi olmasın?" dedim, anlayışlı ve annelere alışkın yoğun bakım hemşiresi gülümsedi "kafasını hareket ettirmesi, solunumunu etkilemediği sürece normal" dedi. Normal kısmı güzel, ancak "solunumunu etkilemediği sürece" kısmı, eve çıktığın dönem için yeni bir korku dönemeci bize. Nereden emin olacağız solunumunu etkiliyor mu etkilemiyor mu, orada olduğu gibi ayak bileğine bağlı alarm kabloları da olmayacak ki, nereden anlayacağız bir şeylerin ters gittiğini. Hop susturuyorum sesleri, ters mers gitmeyecek hiçbir şeyler. Her şey on numara olacak. Kedicik bile gidiyor evden alıp başını senin için, güzel olacak tabi.

Kediciğe ev bulduk, hem sevindik hem üzüldük. Demiştim sana, kediler ölmez daha doğrusu bizim kedicik hiç ölmeyecek sanıyordum ben. Böyle sanmaya devam edebileceğim sanırım. Evden gidişi ciddi kaza etkisi yaratacak üzerimizde, seziyoruz babanla. Kedicik de seziyor bir şeylerin olacağını, oraya buraya kusuyor, olmayacak yerlere yatıyor, ve uzun uzun soran gözlerle bakıyor bana. Sen dayının çektiği birkaç enfes fotoğrafla bileceksin kediciği. Hatta belki diyeceksin ki "çok şirinmiş, neden verdiniz ki, insan çocuğunu verir mi?" O zaman baban sigarasından derin bir nefes alacak, ah diyecek, ben dedim ki diyecek. Ne sen bileceksin neden gittiğini, ne biz bileceğiz kalsa daha mı iyi olurduyu. Neyse, kedi üzüntüsü, başka bir yazının, tam da evden gittiği günün yazısının konusu olacak sanırsam, şimdiden darlamayayım seni.

Yarın benim kırkım çıkıyor Kurabiye. Böyle mi denir emin değilim de, yarından sonra normal bir insan olacağım sanırım. Çok heyecanlıyım, bakalım neler olacak bir gecede. Saçmalıyorum değil mi, evet Kurabiye'cim, annen çok saçmalar bazen, alışman gerekecek. Bir yanım hep çocuk yaftasına dayanıyorum ama pek sağlam değil gibi dayanak, yapıp ettiklerim için. A sonra, video kasetinden DVD çeken birini buldum. Sana zorla izleteceğim çizgi film video kasetini teslim edeceğim yakında. Sen de Alice'in Harikalar Dünyası'ndan haberdar olacaksın Kurabiye. Yorum yapmadan sonuna kadar seyredeceğine söz ver bana. Annen çok sevdi tiktaklı tavşanı, gözyaşı denizini, beş çaylarını, kağıttan askerleri. Beğenmesen bile yüzüme vurma olur mu. Ben çok anlayışlıydım hep anneme, babama, tüm büyüklerime, sen de bana ol olur mu. Ananen okuyor bizi çok yazık, yalan diyecek sana büyüyünce. Hiç dinlemedi beni diyecek, sen de onu dinleme, çık tepesine diyecek.

Olsun Kurabiye, sen gel hele.



7 Eylül 2014 Pazar

Otuzyedinci gün

Bugün hareketli bir gün oldu Kurabiye. Sen uyuyordun gördüğümüz kadarıyla genelde, ama biz uyumadık pek. Öncelikle, buralarda bilinen bir şarkı vardır, Mazhar Alanson söyler, "bana yeniden şarkılar söyleten kadın..." der sevdiğine. Ben de kulaklarını çınlattım sık sık, "bana ütü yaptıran adam behey behey" dedim bu sıcakta. Senin mini minicik bodylerin, zıbınların, tülbentlerin ütülendi ananenin bıraktığı yerden. Sana bir sır vereyim, ben hiç sevmem ütü yapmasını. Ve hatta babanın ütülü eşyaları bitince ve temizlikçi kadın gelişine daha varsa, ütü yapmak yerine gidip yeni kıyafet aldığım bile olmuştur. Ama sen tekrar ediyorum hepi topu kırk santim boyunla bana ütü yaptırdın Kurabiye. Evet, ben bayağı bayağı korkuyorum bu işlerin geleceğinden.

Sonra, sana artık bir oda yapmak zorunda hissettiğimizden kendimizi, evde bir düzen değişikliği hareketi başladı. Zaten vardı da daha belli belli artık. Ve ben, adı ötelerden beridir "hobi odası" olan bir odayı, "hobi" den arındırıp oda haline getirmeye çalışıyorum, yine kendime şaşarak tabi. Odayı "hobi" odası yapan şeyleri sıralıyorum kısaca- elime geçirip attığım sırayla aktarıyorum- kaset, cd, kalem, oyuncak, fotoğraf, oldukça çok fotoğraf, film festival katalogları, gazete kupürleri, kitap bölümü fotokopileri. Hani tüm bunları özenle fırlatıp atınca, evet "oda" kalıyor geriye de, "hobi" filan kalmıyor Kurabiye. Bazı bazı cdleri sakladım-içinde çizgi film olanları- zorla izleticem sana, ben çok severdim,  sen de sev diyerek. Olsun o kadar kaprisim ama değil mi, neler attım neler Kurabiye bugün. Senelerdir ellenmemiş, kendine anı diyen çöpleri atı atı verdim.

Tuhaf geldi sonra, özellikle fotoğraf kısmı. Binlerce gün yaşamış olmalıyız iyi kötü, ama içlerinden sanki sadece fotoğrafı olanları çok net hatırlıyorum gibi geldi. Hem korktum, hem üzüldüm, hem şaşırdım, hem gülümsedim dün gibi yakın hatırlayınca bazı şeyleri. Hepi topu on onbeş tatile gitmişim yurt içi yurt dışı dedim- burası biraz yalan, çok muhim bir ayrıntıyı vermedim sana, baskı fotoğraf diye bir şey vardı eskiden, dijital fotoğraf sonradan çıktı, yukarıdaki tüm sayıp sövmelerim baskı fotoğraf dönemlerine denk gelir, yoksa gezme tozmalar daha da arttı dijital devrine paralel- Bir iki kere de gülüp eğlenmişim dedim, iyi mi olmuş, iyi olmuş dedim. Ama az olmuş dedim. Artık kaldığımız yerden Kurabiye alır yürür dedim.

Yani özetle, sen gel diye bu hobileri atma işi biraz dokundu Kurabiye. Durumu henüz tam idrak edememiş olabilirim. Ütü yaparken terden ter ter olunca da, buzluktan süt poşetleri düşerken parmağımı yaralayınca da, eşyaları atı atı verince de çok içten birkaç kez "haydaaa" dedim ben birazcık. Sen mi, sen gerine gerine uyuyordun kuvözünde Kurabiye.



6 Eylül 2014 Cumartesi

Otuzaltıncı gün

Bugünden anladığım en net konuyu aktaracağım şimdi kısaca. Süt denen hadise, deniz kıyısında, çimlerin üzerinde kesinlikle daha çok geliyor. Yani moral birçok şeyi etkiliyor. Bunu bilmemek için taş olmak gerek sanki Kurabiye.

Sonra, bugün biz biraz felekten gün çaldık açıkcası. Ben rakı içemesem de içki içilen yerde bulundum Kurabiye. Rezeneler, şalgamlar, havlıcanlar birbirini kovaladı benim için. Evde sensiz geçen son günler artık hüzünlendirdi mi, neşelendirdi mi anlamadık bizi. İspanyol filmleri havası oluştu gibi gibi evde, sokakta, deniz kıyısında bugün. Her şeyin yeni bir sonunun olması tuhaf geldi hafif. Senden önce senden sonra her şey bir başka türlü mü olacak acaba Kurabiye? Misal biz dayıyla sahile gidip hiç efkar yapamayacak mıyız acaba? Ben dokuz aydır göbek atamadığımı aniden farkedip, salonun ortasında oynayamayacak mıyım? Ya da, ya da yüksek sesle oradan buradan müzik dinlenemeyecek mi evde seçip seçip? Kediciğin gidici olmasından ve bize verdiği pozlardan hiç bahsetmiyorum şimdilik. "İnsan çocuğunu sokağa atar mı" diyor baban. Bir çocuğun gelmesi için diğer bir çocuğun gitmesi gerekiyormuş demek.

Büyüyor muyuz Kurabiye? Seni, büyümen için yan odaya aldıkları gibi, bizler de büyüyor muyuz birer birer? Yüzümüzü güldüren, canımızı sıkan, trafikte sövdüren şeyler büyütüyor mu boyumuzu? Boyumuzun ölçüsünü mü görüyoruz yoksa? Ananaler, babaneler, anane babane oluyor senin sayende. Ben ana, baban baba, dayın dayı, dedeler dede oluyor. Kırk santimlik boyunla, hepimizi yeniliyor, büyütüyor musun sen? Gidecek misin onsekizinde de? Neredeyse eminiz biliyor musun bundan, hepimiz ayrı ayrı eminiz.

Hayır olsun Kurabiye, hepimize hayır olsun, içimizden gelen sesleri duymak nasip olsun. Yaşımız çocuk olsun, çocuk kalsın. Her şey, ol demekle olacak kadar kolay, duru, açık seçik olsun.

5 Eylül 2014 Cuma

Otuzbeşinci gün

Bugünün, tarihe geçmesi gereken notu şu ki Kurabiye; biz bugün, hastanede seni karıştırdık yavrucum. Anan, baban, ananen, babanen olarak seni başka bir bebek sandık bugün biz. Ben başka bir bebeğin başında, çekilen beyin tomografisini görünce "Canın yanmasın nolur" diye ağladım. Baban "Tamam geçti bak Kurabiye iyi" diye beni teselli etti. Ananen "kocaman olmuş bu Kurabiye!" diye seni sevdi. Fotoğrafların bile çekildi sensin diye. Kuvözün üzerindeki yazıları okudum tek tek, aa doğum kilosu buymuş halbuki şu değil miydi dedim. Aaa boyu da bu kadarmış doğarken, bu kadar değil miydi dedim. Aaa ismi de Kurabiye değil, bizimkini tutup başka kuvöze koymuşlar hay Allah bile dedim. Ama bir türlü yanlış kuvözdeki yanlış bebeğe bakıyor olmayalım demedim Kurabiye.

Biraz utandık, biraz güldük. Yo yo çokca güldük. Bir aydır camdan cama bakışmıyor muyuz seninle dedik. Demek elimize ne verseler, alıp gidicez dedik. Anne de karıştırır mı yuh dedik. Etraftan gören eden oldu mu ki dedik. Sonra senin başına geldik, senden hafif özür diledik. Yazmasam da iyiydi belki, hani hiç bilmesen. Ananen de öyle tembihledi aslında ama böyle rezillik yüzyılda bir olmaz mı Kurabiye, bilmek ve bizimle dalga geçmek hakkın değil mi Kurabiye. Zaten, ağzında Red Kit'in samanına benzeyen hortumunla hafifçe gülümsedin sanki bize, daha on fırın ekmek gerek size, Allah'tan buralardayım biraz daha, kendinize bi çeki düzen verin diye, dedin sanki. Dedin dedin.

Eminönü'ye gittik sonra sana alışverişlere bugün. Bir sır vereyim sana, Eminönü ziyareti, sen eve gelene kadar yapılacak şeyler listemdeki en keyifli kaçamaklardandı. Oldu mu oldu sanki. Biraz yalan oldu tabi, tüm alışveriş sana yapıldı çünkü. Hiç girilmemiş dükkanlara girildi, yerlere gidildi. Çok güzel yer Eminönü Kurabiye. Görmeliyiz birlikte.

Ha bir de ne diyeceğim, ismini yelkenlinin üstüne yazdık bugün senin. Dalga geçtiler yine benimle, çekip gitsin diye mi yapıyorsun böyle diye. Hepinizin çocukları bir bir gitmedi mi, benimki de gidecek pek tabi dedim, savurdum başımdan sesleri.

Yolun açık, gözün hep yeni yerlerde olsun Kurabiye,

Pratik bilgiler:

  • Bir ay boyunca bir şeyi çok iyi bildiğini sanmak, aslında pek de bilmek anlamına gelmiyormuş Kurabiye.
  • Yapılacak güzel işler listen olsun elinde hep, yaptıkça tik at, yaptıkça yeni şeyler ekle listene.



4 Eylül 2014 Perşembe

Otuzdördüncü gün

Göz muayanesi günüydü bugün. Dün, babayla ben birbirimize demeden tedirgin geçirmişiz geceyi. Süt uyanmalarında, belirli belirsiz dua ediyordum misal. Sonra durup düşünüyordum niye ediyorum bugünkünü ben diye, sonra hatırlıyordum muayene günü olduğunu.

Neyse, nispeten iyi haberler aldık diyelim. Yani biz sanıyorduk ki, doktor bakacak "sapasağlam hiç bir şeyi yok", ya da "malesef kötü kötü şeyler var" diyecek. Öyle olmadı, önce "iyi haberler maşallah" dedi. Sonra anlattı detayları. Beş aşamalı olup sadece prematürelerde görülen bir rahatsızlığın, ilk evresi varmış Kurabiye'de. Ama bu çok normalmiş, 3 hafta sonra yeniden bakılacakmış. İlerliyorsa kötü, ilerlemiyorsa iyiymiş. Doktor bizi bırakıp gittiğinde, iyi mi hissetmeliyiz kötü mü hissetmeliyiz anlayamamıştık. Yani demiştik, şimdi haber almak yerine 3 hafta sonra toplu haber almak belki de daha mı iyi. Yoksa, çocuk doktorunun dediği gibi "ilk 3 yıl sürekli ve çok" mu "kritik?"

Yine de gülümsüyordum çıkışta ben, içimden neredeyse eminim Kurabiye, bu yolculuğu "savulun bree" diye diye tamamlayacağından. Ama erken doğuran kadınlar, genelde hep erken doğuruyor diyorlar ya, hani bu tatlı sürece nasıl dayanır analar birkaç kez, diyor diyor, susuyorum.

Şirin bir kedimiz var Kurabiye bizim. Sen vakitli gelseydin, birazcık zorlansak da birlikte büyür gidersiniz diyorduk. Ama sen aceleci çıkıp, türlü korku ile bizi sarınca kedinin de yeni ev arayışı mı başlamalı diyorduk ki, bugün doktordan net olarak duyduk. Kurabiye içeri, kedi dışarı olacakmış durum. Kedinin gitmesine mantıklı bir yüzde vermiş olsam da, gerçekliği bugünkü kadar hissetmek dokundu. Baban daha çok bile seviyor olabilir kediyi, kedinin onu daha çok sevdiği kesin ve hatta. Beni böyle ettiyse, babayı daha da kötü etmiştir durum.

Şimdi sen, kediyi de hiç göremeyeceksen, sana onu biraz anlatmamız, anlatırken de yüreğimizi hafif sızlatmamız gerekiyor olabilir.

Kedi, elimize doğdu sayılır bizim. Anasını, babasını, kardeşlerini ve hatta ananesini tanırız yakınen. Kaka yapmayı, mama yemeyi, yürümeyi, yorulup yol ortası -yani baba karnı ile omzu arası- uyumayı bizimle öğrendi. Biz de kapıyı her açtığımızda, evde bizi bekleyen birinin olduğunu, olmasının ne güzel olduğunu onunla öğrendik. Çok denediysek de "kızım, bir çay koy bize mutfaktan" teklifimize hiç yanıt alamadık.

Ağladığımız oldu bazen yanında, hır gür çıkardığımız da. O zamanlarda olan bitenden nasıl etkilendiğini gördük. Hiç unutmayacağım günlerin biri gözümün önünde, yazılacağı yer burasıymış demek ki bak. Can sıkıcı bir günün sonunda, ayrı odalarda yattık babayla, benim odanın kapısı kapalı. Sabah olunca, beni normal yerimde göremeyen kedi, kapalı kapılı odanın önüne gelip çağırdı beni. "Kalk uzatma, bak ben de üzülüyorum" dedi. "Ben de buradayım, olan bana da oluyor, ben armut muyum?" dedi. O kadar çok şeye şahit oldu ki kendince bu evde, o kadar çok konuşmaya, hep hayal ettim dile gelme gününü onun "Sen, geç hele, anlatacaklarım var" diyeceği günü. Biz senden önce ikibuçuk kişiydik yani evde Kurabiye.

Pratik bilgiler:

  • Bir arkadaşımın da kedisi uyutulmuş bugün ömrünü doldurup. Kediler ölmez sanırdım ben, çok sevilen insanlar gibi. Ölünüyormuş demek ki. Neydi özlü güzel sözlerden biri, her anın tadını elden geldiği kadar çıkarmak; ilerde öyle olursa böyle olursalarla doldurmamak gerek zihni. Gelecek, hiç beklemediğiniz şekilde gelip sizi içine çekebiliyor nasılsa, siz hiçbir şey yapamazken müdahale için hem de. Dünya büyük, biz ise yıldız tozu hepi topu.





3 Eylül 2014 Çarşamba

Otuzüçüncü gün

Bugün Kurabiye'yi tek başıma gördüm. Baktım daha keyifliymiş böyle, durumdan faydalandım bir parça. Hep bana baktı sanki, babayla, başkalarıyla paylaşmadık görüş saatimizi. Bir ara göz göze geldik gibi geldi, yani ben ona hep bakıyordum da, o havalara oralara buralara bakıyordu. Göz göze geldik, o gülümsedi sanırım, ben de ağladım o an. Japon çizgi filmleri gibiydi, hani az çizgiyle çok şey anlattıkları, genelde hafif rüzgar çıkan, rüzgarda saçların, elbise kenarlarının ve ağaç yapraklarının kıpırdadığı. Bir anlık çizgi film gibiydi olan biten. Sonra toparladık ikimiz de, o başka yerlere baktı, ben de sildim gözümü.

Neyse, asıl diyeceğim bu değildi. Hastane sonrası alışverişe çıktım, dönerken ellerimdekilere baktım. Beş altı poşet olmuşum. Biri babaya, diğerlerinin hepsi Kurabiye'ye ya da Kurabiye'ye dair işlere. Sesli güldüm yol ortası. Hey gidi kadın dedim, sen böyle olacak insan mıydın dedim. Babaya olan poşet de aslında dolaylı olarak Kurabiye'ye idi. Baba hastalanmasın, anneyi de hastalandırmasın, anneden de sütle Kurabiye hastalanmasın diye alınmış bir önlem zinciri poşetiydi.

Eskiden baban, ben çok para harcayınca-artık kime göre, neye göre çoksa, benim kesin bir metresim ve ondan bir çocuğum olduğunu, ona baktığım için paramın nereye gittiğinin hesabını veremediğimi söylerdi. Halbuki o zamanlar ben bilirdim para nereye gider, gezmeye tozmaya, yemeye içmeye gidiyordu. Yani çok da eski bir zamandan bahsetmiyoruz aslında, hepi topu otuzüç gün önceden sadece. Şimdi ben gezip tozmadığım halde para gidiyor her gün, ben de şaşkınım. Bir de metresten çocuk olsaymış, işim gerçekten zormuş Kurabiye.

Olsun, sen gülümse yeter.

Pratik bilgiler:
  • Arada, görüş günlerine tek gidilecek. Babaya, "sen yorulma, ben giderim, önemli bir şey olursa seni ararım" denilecek.
  • Babalar hasta olmayacak, hastalık çok kuvvetli bir ihtimal olursa, en ölümcül silah olan zencefil & bal& karabiber devreye sokulacak. Kimsenin gözünün yaşına bakılmayacak. Neden, çünkü süt mühim.
  • Gezip tozma şansı varken sonuna kadar yapılacak. Paraların her daim gideceği bir yerler oluyor, o dönem paranın canı nereye gitmek istiyorsa, o yöne doğru bırakılacak, mücade edilmeyecek.

2 Eylül 2014 Salı

Otuzikinci gün

Bugün iyi haberler aldık Kurabiye'den. Yattığı yer değişmiş, tabi bunu bir de babaanneye sormak gerek, çünkü olması gereken yerin boş olduğunu görünce kafasından sular dökülmüş gibi olmuş bir parça.

Hemşire sakinleştirdi sonra bizi "Büyüdüğü için bu tarafa geçirdik" dedi. Büyümek, ne garip bir beklenti değil mi. Yani her yaşta biraz büyümüyor muyuz, halbuki şu an Kurabiye için tek gerçeklik, aşılması gereken tek yükseklik bu, büyümek. Garip.

Gözlerini açtın bugün, büyümüş halin ile gözlerinin ikisini de bugün ilk defa görmüş gibi hissettim ve çok beğendim Kurabiye seni. Ne anana ne babana benziyorsun bence, beni geçtim haydi, ama baban da bu kadar güzel değil ki. Sen bir başkasın. Yoksa karıştın mı hastanede, duyduğumuz kötü hikayeler gibi? Ama karıştıysan bile, ben senin annenim artık, sütlerim sana gidiyor. Seni görünce mutlu oluyorum, o zaman sen bizimlesin artık.

Kendimce tüm bunları, Kurabiye bir gün büyüsün de, bir parça okusun diye de yazıyordum ama aklım bugün başıma geldi. Onun bunları okuyabilmesi için süper eğitim sistemimizle bile en az altı yıl geçmesi gerekiyor-yan kuvöz yakını arkadaşımdan biliyorum- Altı yıl boyunca ne devam edebilir ki, bu günlüğü, günlüğümsüyü tutundursunlar internet denen, bazı bazı bulut denen bu dünyada? Yok olup gider kesin, ben en iyisi, el işi süslemeli bir deftere de yazayım olan biteni, ya da en azından doğru düzgün bir yerde de tutayım.

Bugün başka prematüre annelerinden de haber aldım, mektuplarıma cevaplar vermişler, sevindim. El ele tutuşmak için yeni arkadaşlarım oldu bak Kurabiye. Birbirimizi hiç tanımasak da, çok ama çok özel bir ortaklığımız var onlarla. Bir tanesi anlatıyordu bir yazıda başına geleni, "...Herkes kokusunu içine çekip göğsüne bastırırken, ben seni günde bir yarım saat cam arkasından görüyordum" diyordu. Ben yazmamıştım böyle sanırım, ama olan aslında tam olarak buydu. İçinde yaşarken, anlamıyor bazen insan olan biteni. Ama farklılığı fark etmek gerek. Üzülmek için değil, unutmamak için. Ha bir de tanışma soruları var etrafla; "Maşallah, sizinki kaç haftalık doğdu? Kız mı erkek mi? Büyür büyür inşallah..."

Altınlarını da biriktiyorum Kurabiye. Sen bir büyü, bunları bozdurup bozdurup dünyayı gezeceğiz. Sen küçükken, bana çok hayran olacaksın, beni beğeneceksin, o ara yani senin gözün açılana kadar gezeceğim seninle. Sonra beni beğenmeyeceksin, kendi başına gideceksin arkadaşlarınla, sevgililerinle, peki diyeceğim. Başıma geldi, oradan biliyorum.

Pratik bilgiler:

  • İnternet yarın bir gün olmayabilir, değerli notlar, mektuplar başka yerlerde de, pamuklara sarılarak gerekirse, muhafaza edilmeli.
  • Düne not düşmemişim, ama bebeklerde ya da en azından prematürelerdeki giysi takımı olayını çözdüm yine bir anneyle konuşurken. Biraz güldü, duydum ama olsun. Olay, çıtçıtlı bir iç body ve üzerine bir tulum, tepesine de bir şapkadan ibaret, en içte de bez, oldu mu sana tam bir çocuk. Budur.
  • Çocukların gözü açılana kadar, anne babaya olan hayranlıklarından sonuna kadar faydalanılacak. Ben gezmek için kullanacağım kartımı, babayı, dayıyı bilemem.

1 Eylül 2014 Pazartesi

Otuzbirinci gün

Hızlıca bugüne göz atarsak, çok güzel ya da kafama göre prematüre kıyafetleri satan bir dükkan ve çok tatlı bir satıcı buldum. Sordum da sordum, aldım da aldım ve rahatladım. Elimde poşetlerle gururla döndüm eve.

Bugün yan Kurabiye'nin-kuvöz kertmesi- kuzeni olan minik arkadaşımın, benim günlüğüme benzer günlük yazmaya başladığını öğrendim. Dün anlatmıştım ona, "ben yazıyorum benim Kurabiye'me, sen de yaz, unutacaksın sonra olan biteni" demiştim. Mantıklı gelmiş, yazmaya başlamış. Ben günlüğümde ondan da bahsettiğimi söyledim ona. Artık o da bir karakter bu yolculukta bizimle.

Sonra, belki de aylar önce tamamlamam gereken, alışveriş listesinin tamamladım sonunda. Her şeyi aldık manasında değil, ama artık benim de elimde, nice anne ve hatta anne adayları elindeki gibi tam teşekküllü bir liste var. Beni ihya edeceği gibi, dünyaya gözlerini yeni açacak bebekler, ruhlar, güzellikler için de yardımcı olabilir. Bana bunca yardım eden anneleri gördükçe, benim de sıram gelsin ve yardım edeyim istiyorum.

Dayın okuyor bizi, demiştim sanırım. İlk yazılar daha karamsarmış, artık daha neşeliymiş. Halbuki hep neşeliydik, değil miydik Kurabiye. Önümüzdeki çok güzel günler yok mu, var var.

Misal bugün babanla sanırım puset ve park yatakta anlaştık. Artık gelebilirsin ufaktan sanki yanımıza.

Yolun açık, ömrün güzel, hayallerin zengin ve ve gördüğün yerler benden, bizden çok olsun Kurabiye!

Pratik bilgiler:

  • Para harcamak, tüm kadınları rahatlattığı gibi anne kadınları daha da rahatlatıyor olabilir. Alalım ki çoğalalım.
  • Gözümüz daha çok korkuyordu sanki başlarda, artık korkmuyoruz Kurabiye. Eskilerin dediği gibi, "olacak olduynan olur..." Sen gel.