31 Ekim 2014 Cuma

Doksanbirinci gün

Bol ağladığın günlerden biri Kurabiye. Umarız bu bir alışkanlık, hatta sende yapıtaşı olmaz. Ayırt edici noldu bugün de bakıyım, dersen hiçbir şey yok. Ananen tüm gün üzerimden çıkarmadığım pijamalarıma saydı bol bol. Halbuki ne değiştiricem, süt sağma, süt verme, alt değiştirme ve ütü yapma dışında naptım, sanırım hiçbir şey. Bir ömür böyle geçer mi, umarım geçmez. Şikayet gibi görünen bu saptamaları kesmem gerek daha büyük sıkıntılarla sınanmadan. Ama hani biz alışamadık henüz Kurabiyecik olan bitene.

Arada sana komik kıyafetler, daha doğrusu henüz sende oldukça komik duran kıyafetler giydirerek eğleniyoruz. Neye güldüğümüzü anladığından emin değiliz, şüpheli gözlerle bize bakıyorsun.

Sonra, ananen bana bugün pasifloralı çay almış, her ne kadar sen iç çocuğa süt olsun, sakinlesin, dese de; çayı daha çok bana almış gibi görünüyor.

Hayalim, laftan anlayacak bir çocuk idi, akıllı mantıklı insanlarız bak bizler diyerek konuşmaktı. Doğru yolda mıyım, yani yol uzun, taşlı, yol çalışmalı, tünelli bir yol da olabiliyorsa, hadi doğru yoldayım diyeyim.

Yazılar gittikçe sempatiklikten uzak mı oluyor ne, yok yok toparlıcaz Kurabiye. Ya ben alışıcam olan bitene, ya sen sakinlicen. Yoksa insanlık nasıl yıllarca çoğalsın, değil mi. Vardır bir hikmeti..

Uyu Kurabiye.

30 Ekim 2014 Perşembe

Seksendokuzuncu ve doksanıncı gün

Gün atlamaları başladı işte. Olacağı bu idi, yine de iyi gidiyorum belki de, ne dersin Kurabiye? Aslında dün yazabilmeliydim, önemli günlerden biriydi minik yolculuğumda. Kendimdeki çıkışsızlığı, şaşkınlığı, isyanı farkettiğim günlerden biriydi.

Ağladı dün annen ara ara, bu çocuk neden susmuyor, neden susturamıyorum, beni görmüyor bile, nereden çıktı şimdi bu, beni sevmiyor, yoksa ben de onu mu sevmiyorum, yoksa harcım değil miydi, neydi ne oldular dedi dedi durdu. Anane, sendrom bu sendrom, duymuştum ben, dedi. Öyledir belki. Ben sendromumu, doğumunla atlattım sanıyordum. Halbuki sendrom iki parçalıymış. Olay doğum sonrası bebekle kırk gün imiş, biz doğum sonrası kırk günü geçirmişiz henüz. Bebekli günlerin ise yirmilerindeyiz. Kırkta umarım daha iyi oluruz, inanıyor bile olabilirim buna.

Gece gaz sancıların tuttu, avutamadık seni. Zaten ben uykudan baygın haldeydim, sen bas bas bağırırken; ananenle baban sen git yat, dedikçe ben gittim yattım. Sonra bir uyandım sessizlik, herkes uyumuş. Ağır bir suçluluk ve korku, sen anne değil misin, nasıl uyursun o bağırışta, şimdi beslenme saati, nasıl uyandırırsın uyuyan devi. Sonra besledim sakin sakin, gaz sancısı geldi geçti bu defalık diyelim.

Bu sabah, yağmurlu ve oldukça tatsız bir havada evden çıktım sana alışverişler için. Puslu havaya eşlik eden yoğun suçluluk duygusu ile, annelik denen şeyden, şeyimden utanarak. Bu çocuk üşüyor dedim satıcı kadına, gazı da var, dedim. Ne verdiyse aldım sonra. Oradan çıktım eczaneye, bu çocuğun gazı var, dedim ne verdilerse aldım. Birkaç tatlı anneyi taciz ettim yine, bu çocuğun gazı var, dedim, ben hiç iyi değilim, dedim. Hepsi, biliyoruz, dediler. Hepimiz öyleydik, ilk zamanlar hep böyle, dediler. Ben hiç bilmemişim Kurabiye, bu zamanlar demek böyleymiş. Bir parça rahatladım yalnız değilim diye, sevginin başka türlü bir şey olduğunu düşünmeye çalışıyorum. Aslında üzerine kafa yormamaya çalışıyorum.

Minik bir şey daha diyeyim sana, metrobüsle dönerken uyuklar gibi oldum, bir rahatlama geldi üzerime, şu an kulak kabartman gereken bir yer yok uyu, dedim; şu on dakika tamamen özgürsün uyku için, uyu dedim. Cici bir anne yıllar önce demişti konaklamalı bir gezide. Biz, burada mı kalıcaz, ne sıkıcı ve sakin derken, o bu gece çok güzel benim için, ilgilenmem gereken hiçbir şey yok eve dair, demişti. Bir parça anlamış olabilirim ne dediğini.

Daha da iyi günlerimiz olsun, olur mu Kurabiye...

28 Ekim 2014 Salı

Seksensekizinci gün

Günlük, bu olanları çok sonra hatırlamak için olduğundan, rahat rahat yazıyorum Kurabiye. Bugün türlü duygu geldi, yokladı beni. Gittiler mi, tam gitmediler. Demeye çalışacağım bir çırpıda.

Akşam uyumadın yine, çok zor daldın diyelim. Hatta ben değil ananen uyuttu seni. Bu da bende onlarca soru yarattı, hala da cevaplarından emin değilim. Beni görmüyorsun, bilmiyorsun, hatta sevmiyorsun diyorum. Ben de seni uyutamıyorum, avutamıyorum, sana yetemiyorum, diyorum. Garip bir uzaklık var aramızda gibi. Bugün yalvardım sana sütten sonra kucağımda; nolur dedim, yardım et bana seni anlamama. Anlamazsam yardım edemem, dedim. Anlarsam, elimden geleni yaparım dedim. Duydun mu bilmiyorum ama gözüm çok korkmaya başladı Kurabiye. Neler dedim akşam sabah, ananen baban korktu. Herkes anne olmamalı, dedim. Herkes ısrar etmemeli, dedim. Beni sevmiyor, dedim. Sonra sen daha çok huysuzlandın. Sen huysuzlandıkça ergen olup kapıları camları çarptığını hayal ettim. Sığamadım içime, dışıma.

Sonra baban dışarı çıkardı beni, insan içine çıktım. Pis saçlarla insan içine çıktım. Tatlı yedik tatlı konuştuk, diyelim. Sorunu anladım sonra kendimce. Sana ne olsa kendimden biliyorum. Bu bir senlik değil, aslında benlik mesele. Dünya ellerimde dönüyor sanıyorum. Sen meme almıyorsan, benden ötürü diyorum. Uyumuyorsan, ben uyutamıyorum, diyorum. Aslında çocuksun belki de, böyle bir çocuksun belki de.

Yaklaşan uykusuz geceden yine çok korkuyorum. Keyif diyorlar ya, o bir an önce gelsin bizi bulsun diyorum. Ananen dönüyor haftasonu, geri kalan bizlere hayat dar olmasın diyorum.

Çocuğu olan kadın mutlu olur, ben de olayım diyorum. Öyleysem de farkedeyim diyorum.

Uyu olur mu Kurabiye...

27 Ekim 2014 Pazartesi

Seksenyedinci gün

Bugün tam üç aşı oldun Kurabiye. Doktor amca ne yağan yağmura, ne sana acımadı, batırdı iğneleri, boşalttı ağzına karışımları. Bir damlacık boyunla çok şeyler yaşıyorsun gibi geliyor bize, umarım kötü şeyler etmiyoruzdur sana.

Bir de kalça ultrasonun vardı bugün, yine yufka yürekli anne olup bacağını adam gibi tutmadığım için sen ağlarken, bıyık altı gülümsemelere maruz kaldım doktor hemşire ahalisinden. E ağlıyor dedim gülümseyerek ben de, hemşire sen gel tut, dedi sonra doktor. Onlara et çuvalısınız belki de. Sense muameleye ağladın bence. Sonra tepende koca bir florasan vardı, yoğun bakımdakilere benzer. Sakıncası yoksa, dedim, bu ışık kapanabilir mi ben giydirirken, florasan sevmiyor, dedim. Hemşire anlamsızca bakarak kapadı ışığı. Ve sen tabi ki kestin ağlamayı. Hatırlamak istemiyorsun uzun yoğun bakım gecelerini çünkü, biliyorum, bildim. Bunu bildiysem, anladıysam, daha birçok şeyi de bilir anlarım, değil mi Kurabiye.

Bugün yine günlerimin keyiften çok endişeden ibaret olduğunu anlattım bir anneye. Biliyorum, dedi; geçecek, dedi. Normalmiş Kurabiye, her anne geçmiş buralardan. Her uyanışın, "şimdi neye ihtiyacı var acaba"dan, "ne güzel uyandı oynayalım"a dönecek herhalde bir gün.

Geceyi de rahat geçirirsen, yarın seni yıkayarak, bugünün tüm kötü muamelelerini, can yanmalarını unutmak istiyoruz Kurabiye.

Kulağına fısıldadığım zaman, sen beni dinlemeye devam et, olur mu. Güç veriyor sakinliğin, sükunetin ve bakışların çünkü bana. Öptüm seni pamuk teninden...

26 Ekim 2014 Pazar

Seksenaltıncı gün

Bugün saatler geri alındı Kurabiye. Sen arada, ya fazla ya az yedin, bir karışıklık oldu kesin. Bir de uyutmadın kendini, ananeyi ve beni. Babayı soruyorsan, baba halen hasta, ondan çok uyuması gerekiyor. Bu numarayı sen ve ben daha ne kadar yeriz bilmiyorum, çok sürmez herhalde.

Sabah, beni uyutmadığın için sana kızdığımı farkettim, hatta baban da farketti, sonra sen daha çok ağladın. Sonra ben napıyorum dedim, sakinledim. Sonra sen de sakinledin. Biraz zor gelse de, sakinliği korumaya çalışacağım. Herhalde bir şey olmuştur da akşam uyumamışındır, diyeceğim. Yoksa gıcıklığına, sırf biz uyumayalım diye yapmamışsındır diyeceğim. Deneyeceğim.

Bugün ev imkanlarıyla seni tartmaya çalıştık. Kendimizi darı belleyip, seninle ve sensiz tartı üzerine çıktık. Herbirimizde farklı çıktı kilon biraz, o yüzden doktorun tartısına bel bağlamaya karar verdik yine. Yarın yine doktor kontrolün ve kalça ultrasonun var. Saydım Kurabiye, eve geldiğin onküsür günde tam altı kere çıkmışın evden, hepsi de doktor işleri için. Arabada gezmeyi seviyorsun, onu anladık sayılır. Ancak bu kadar çok doktor ziyaretinin, can yanmasının acısını çıkaracaksın sanırım, hakların birikiyor içeride.

Sonra bugün, evlilik yıldönümünde sağdığım sütü içtin. Hani benim ağlayarak sağdığım, iki sağma saatini kaçırıp toplu sağdığım, senin hakkını gasp ettiğim için kendimi çok kötü hissederek sağdığım. Acaba dedim, benim üzüntüm süte geçti de, sen de onu içtiğin için mi ağladın tüm gece. Sağmalara daha dikkat ediyorum bundan sonra, elde rezene, arkada Hint müzikleri ile sağmayı deniyorum.

Neşeli uykular, bol sütler, bol kakalar Kurabiye...

25 Ekim 2014 Cumartesi

Seksenbeşinci gün

Bugün hava güneşli idi. Tabi bunu sen de biliyorsun, ama benim kadar değil. Çünkü ben bugün dışarı çıktım, ama sen çıkmadın Kurabiye. Hoş yine dışarı dediysem, hep sana oldu çıkışlar. Bez almaya, temizlik malzemesi, biberon almaya oldu. Biberon neden mi gerekti, senin halihazırdaki biberonunu sabaha karşı 04 sütüne kalkmışken kırıverdi annen çünkü. Sonra aniden ya sen büyük olsaydın da sesi duyup patır patır gelseydin de, her yana savrulan cam kırıklarına ayağın bassaydı diye düşündü. İyi ki küçücük ve yatağında dedi rahatladı, camları topladı, gitti diğer biberonu aldı anne.

İzmir'den hediyeler geldi sana bugün. Güzel güzel yat ve güzel güzel gez diye. Babaannen gezmelik ciciler almış, onları getirdi sonra. Birazcık büyüsen birazcık da havalar elverse, tozunu atıcaz buraların seninle. Babaannen hem seni hem beni avuttu bugün ben seni beslerken, çabuk büyü Kurabiye ki annenlere festivallere git, dedi sana. Olur mu dersin Kurabiye?

Sonra bugün, pantolon üst giydin ilk defa. Minik adamlar gibi gibi. Pek yakıştı bana sorarsan. Balıkçı çoraplarıyla taçlandırdık tabi görüntüyü.

Bir de dayının çektiği cici foturaflarını bastırdı baban bugün. En sevdiğim tatil yöresinde çektiğim foturaflar gitti, senin foturafların geldi çerçevelerin içine. Yayılıyorsun eve sinsi sinsi Kurabiye. Kendi odanla, yatak odamızdaki yatağınla, banyodaki biberonlarınla ve salondaki foturaflarınla parça parça yayılıyorsun eve, yatıya gelmişken, kalıcı olacaksın sanırım, seziyoruz.

Aralanan kışta, neşen bol olsun Kurabiye...

24 Ekim 2014 Cuma

Seksendördüncü gün

Bugün güzel bir gün. Göz muayenen vardı yine, o kısmı zordu biraz. Bağırıverdin çünkü aniden, önceden de hazırladılar bizi. Şimdi Kurabiye'yi sizden alıcaz, hemen yan odada olucaz, birazcık ağlıcak ama hemen bitecek, getireceğiz, dediler. Sonra o bağırış geldi, hani aşı olduğunda çıkan bağırış. Hani acıktım, gazım var, kaka yaptım bağırışına benzemeyen cinsten. Allahtan acı kesilince bağırma da hemen kesiliyor da içimiz çok dağlanmıyor. İyiymiş durumun çok şükür, ama bir kontrol daha gerekecekmiş. Doktor öyle deyince ben yine hafif salya sümük oldum, otuz küsürlük ana karizması gitti dağıldı yine. Kızaran gözlerime uzun açıklamalar yaptı doktor, sevinin durum kötü değil, ne ağlıyorsunuz, dedi. Bir sonraki doktor kontrolünde bunu çözmeye çalışacağım. Her canın yandığında ağlarsam bu iş olmayacak, bize iyi gözle bakmayacaklar Kurabiye.

Bir ara çalıştığım şirkete gittim, seninle ilgili birkaç evrak işi için. Çok iyi geldi o gidiş, tam olarak nasıl anlatırım bilmiyorum. Yolda düşündüm, evet yahu dedim, benim bir Kurabiyem var, dedim. Hem de çalışıyorum bir yerde, burası çay içtiğimiz yerdi evet, dedim. İnsanın Kurabiyesi olması çok güzel bir şey, dedim. Sanki şu ilk günleri sürekli bir endişe ile geçirmişim, senin tadını tam da çıkarmamışım gibi geldi. Birkaç annenin dediklerini yine hatırladım sonra, tadını çıkarmasını öğren bir an önce, dedim kendime. Sonra daha iyi gitti her şey sanki. Evde gülücükler saçtım, ananeye sarıldım. Hadi babaya da biraz sarıldım. Süt çok geldi bir kere. Doktoru hatırladım, anne sütünü artıracak iki şey, bebeğin emmesi ve moral dedi o koca adam. Moral nereden nasıl geliyorsa hoşgeldin demek lazım ona. Süt arkadan tıpış tıpış geliyor gibi görünüyor.

Ankara'daki cici bir teyzenin miniklerinin tulumlarını giydirdik bugün sana. Çok cici oldun içinde mini mini krem rengi tulumların. Ayakları kolları sana bile tam gelen tulumlar yapmışlar bak, ya da sen büyüdün gittin Kurabiye.

A sonra, bugünün başka bir önemi de var. Ben bugün kaka oldum Kurabiye. Senin safran sarısı minik kakaların üzerime sıçradı bugün. Çok bilinmeyenli denklem gibisin bazen. Bugünkü problemimiz, altı yeni temizlenip akpak edilmiş bir Kurabiye, henüz bezlenmeden aniden yeniden kaka yapmaya başlarsa, o kakanın içine tekrar değmeden nasıl temizlenir ve hızlıca yeni bez popo altına yerleştirilir idi. Altından kalktık mı, eh işte bir parça, gülümsedim kakalanınca. Bu bir aşamaydı, bu da oldu, artık ilerliyorsun Kurabiye annesi dedim. Darısı nicelerine Kurabiye...

Seksenüçüncü gün

Pazara gittim bugün Kurabiye. Son gidişim senin eve gelişinden önceydi, aslında hepi topu onbeş gün önceydi, ama bana yıl gibi geldi. Zaten evden çıkışlarım nadir, bugün de pazar için olunca pazar yolu şehirlerarası yol gibi oldu bana.

Temizlik vardı bir de bugün. Lütfiye Abla'ya seni gösterdik, odanı temizleyip sana hazırlayan, sana süt olsun diye köyünden bana yumurta getiren abla bu abla. Sen ayaklanınca, seni beni köyüne götürüp koyunlar, inekler gösterecek abla, yaz bir yere. Yanaklarını bana benzetti senin. İlk defa biri seni biraz da bana benzettiği için, yanak gibi bir detaya dikkat eden ince ruhu için ablanın, sevindim.

Yoksa beni hiç görmüyormuşsun gibi geliyor, bana da benzemiyorsun, yani böyle kendimi amme hizmeti yapar gibi hissediyorum bazen afedersin. Herhalde değişir zamanla, sen anne yerine korsu beni, gülümsersin bize, öpücük atarsın, işler değişir. Yoksa şu an ağladığında seni susturmak üzerine kurulu bir düzen yaşıyoruz açıkcası. Ne acı itiraflar oluyor yarabbim. Az önce iki buçuk saatlik ilaç&alt değiştirme&avutma&besleme&uyutmaya çalışma&alt değiştirme&avutma&besleme&uyutma maratonundan çıktığımız için de olabilir tabi hepsi. Uyudun mu, tamam. E ne anladım ben bundan, senin uyumuş halin, evin eski hali zaten, yanılıyor muyum?

Babanın hastalık durumu geçmedi, iyi niyetle yaklaşsa da sana ve sana dair herşeye, ne zaman odana girse, bir öksürüktür tutuyor kendisini. Sana bişi olmasın diye de çıkı çıkıveriyor sonra odadan. İyileşir herhalde Kurabiye. Sen de dua et, çabuk iyileşsin, o da sarsın sarmalasın seni, olur mu.

Sütlü rüyalar Kurabiye...

23 Ekim 2014 Perşembe

Seksenikinci gün

Şaka maka bayağı bir zaman olmuş Kurabiye sen geleli buralara. Seksen küsür gün olmuş bak.

Bugün dayını yolcu ettik kuzey ülkesine, senin cici foturaflarını çekti gitmeden. Yüzüne bakınca pek minik gelmiyorsun bana da, foturaflarda ellerini ayaklarını görünce şaşırdım biraz. Ha çok şirinsin bize, orası ayrı. Ama senin büyüyüp top koşturduğun, bisiklete bindiğin, kucaklara sığmadığın halleri hayal etmeye çalışınca bir garip oluyorum. Sen büyüyücen ki biz yaşlanacağız herhalde. Hep öyle olmuştur sanırım.

Burnundan ilk defa sümük aldım. Nefesinle sümüğü çekip bir yere hapsettiğin aletler varmış, onları denedim. Sen de uslu uslu bana yardım ettin çekebileyim, seni de rahatlatayım diye. Düğme burundan çıkan yarım düğme sümük ne kadar rahatlattı beni, diyemem sana. Sen de derin bir uykuya daldın sonrasında, dedim burundan kaliteli nefes her yaşta mühim demek ki.

Onun dışında, süt, gaz, kaka, uyku rutinin devam etti. Dayına bu yaşam şeklin pek bir tuhaf geldi, sadece yiyip içip çıkarıyor bu çocuk, bebek işte, dedi. Bebeklik bundan ibaret olmasa gerek, değil mi Kurabiye. Daha birçok numaların olsa gerek bizimle paylaşmak için, değil mi. Sabırlıyız bekliyoruz, şimdilik uyusun, büyüsün diyoruz. Ben minik minik öpüyorum yanaklarını, tam öpücük sayılmaz. Sana bişi olmasın diye, dudaklarımı, nefesimi değdirmiyorum sana, dudaklarımı kapayıp yanaklarımı değdiriyorum. Bir de burun selamımız var, burun buruna verilen. Yavaş yavaş ilerliyoruz. Bir de gaz seanslarında kulağına fısıldadığım iyi dilekler var, bir yerlere gidiyordur dediklerim diyorum. Biraz biraz konuşuyorum seninle, sen gaz çıkarabilmek için kendinden geçerken. Dualarla sana eşlik ederken.

Öptüm uyuyan yerlerinden Kurabiye...


22 Ekim 2014 Çarşamba

Seksenbirinci gün

Aslında dün akşam yazmalıydım ama işte yorgunluk, yazamadım. Ancak bu günlüğün saati, uzak ülke saatlerine ayarlı olduğundan, kendini hala dün sayabilir, o zaman şimdi dün için yazsam, ve bunları bu kadar hiç açıklamasam, dünün yazısını dün yazmış olurum ne güzel, olması gerektiği gibi.

Dayı beni sahile götürdü dün, on küsür gün sonra ilk defa serbest zaman arası verdi annen. Hoş çok serbest olmadı, sana bişiler aldık yine birlikte. Ama deniz gördüm, sahil gördüm, dayıyı dinledim, gitar çalan adam, bisiklete binen adam gördüm. Hayat oldukça normal, hatta bıraktığm gibi akmaya devam ediyormuş Kurabiye.  Hoşuma hem gitti, hem gitmedi, bir garip oldum. Zaten aralarda saatin alarmı senle ilgili bir şeyler hatırlattı yine, sana bağlandı konularımız.

Sonra, sana yastık kılıfları diken terzi amcadan bahsetmiştim, bu defa da süt bezleri diksin istemiştim. Dükkana girdim ki, hasta olduğunu öğrendim. Hem de fena bir hastalıkmış Kurabiye, üzüldüm. Umarım tanıma fırsatın olur amcayı. Onu, sana yetişsin diye yastık kılıflarını acele acele diken, ne zaman alayım dediğimde "cumartesi bir uğra" diyen ve beyninde koca bir tümörle yaşadığını yeni öğrenen bir amca olarak tanımazsın sadece umarım. Bugün ameliyata girecekmiş, umarım güzel olur her şey. Ölüm diye bir şey var, ama sana anlatacaklarım sıralamasında ilk başta yer almıyor, zamanı yeri gelince anlatacağım. Terzi amca şimdilik, yastık kılıfçı olarak yer alsın hayatımızda.

Aşı oldun dün, bacağının yan tarafında, bacağının yarısı kadar bir yara bandı var şimdi. O iğne girerken sen hiç duymadığımız bir sesle ağladın, o zaman anladık ki evdekiler mızmızlanma bu ise bariz can yanması imiş. Allahtan kısa kestin de, içimizi çok dağlamadın. Yoksa sen devam etsen, doktorun yanında sen ben koro olarak ağlayacaktık, hayati olmayan soru ve sorunlarımızla oldukça az ilgilenen doktorun gözünde ikimizin de karizması düşecekti iyice. Güzel toparladın. Canın yanarken, soran gözlerle bana baktın yine. İyiliğin için canım, diyebildim sadece. Umarım bu yeni yeni oluşan güvenin kısa zamanda sarsılmaz, uzunca bir süre beni iyi ve güzel bir kadın olarak bilirsin sana karşı. Her şey, iyiliğin için yoksa. Akşam uykudan uyandırıp ağzına tıkadığımız kan ilacı da, sabah verdiğimiz TSH damlaları da, önümüzdeki aylarda sık sık olacak bu aşı arkadaşlar da...

Dayı gidiyor bugün memleketine, uzak ülkeye. Bu defa daha gitmeden hüzünlendirdi bayağı beni, sen büyüyeceksin gün be gün. Ve bunu göremeyecek dayı. Bir ara türlü sebeple dinlediğim şarkı düştü aklıma bunları düşününce, bir yalnızlık çöktü omuzlarıma. Sen dolduruyorsun aslında günü, hayatı güzelce ama, bir hüzün, bir eksiklik, bir çok güzel şeyi paylaşabilmek yerine tek başına yaşayacak olma burukluğu sardı içimi. Ananene bahsettim sonra biraz, patlattı yine vecizelerini. Sen de oğlan annesisin, anla artık beni, dedi. Çekip gidiyor bunlar, nasıl özlüyorsun anla beni, dedi. Dayıya üzülürken, sonra bir de sana mı üzüleceğim ben. Her şey sırayla olsun, sabırla olsun, aşkla olsun, olur mu...

Öptüm yana açılmış kollarında uyuyan yerlerinden Kurabiye...


20 Ekim 2014 Pazartesi

Sekseninci gün

Bugün seni hastaneye kontrole götürdük Kurabiye. Doktor bir aşıdan bahsetti sonra, belki önceden demişti ama çok hızlı ve yüksek sesle konuştuğundan, anlamadık. Neticede bir aşı olman gerekiyormuş. Onu da bugün yaptıramadık, yarın yine yolcuyuz.

Emmemen biraz sorun olmaya başladı, ya da başlayacak bugün anladım. Aşı için hastanede vakit geçirirken, beslenme saatinin yaklaştığını farkettik, ağlayıp her yanı birbirine katmadan sen, besleyeyim dedim. Ama bunun için sağma aleti ve biberon edinmem gerekti. Sonra seninle gezme hayallerimi düşündüm, sütü sağıp sana içirebilmem için, ciddi ekipmanla gezmem gerekecek. O yüzden, senin bir an önce emmeyi öğrenmen gerek Kurabiye. Gezmeyen bir anne çok sıkıcı ve hatta pis kaka olabilir. O yüzden öğren annem hemen.

Sonra, bugün hastane için evden çıkış, taksi, kalabalık, insanlar, trafik beni pek yıldırdı. Seni göre göre senin gibi yaşamayı benimsemişim gibi geldi. Senin odanı, sessizliği, battaniyelerini, yastıklarını özledim sokakta, senin de özlediğini düşündüm sen uyuklarken. On küsür gün evden adam gibi çıkmamak, dünyamı evden ibaret hale getirmiş sanki. İyi mi kötü mü dersen, bilmiyorum. Ama bildiğin odanı özledim sokakta iken.

Doktoruna bugün dedim ki, acil durumda size ulaşamıyorum, napmalıyım. O kadar acil durumda telle yardımcı olamayız zaten, dedi bir anlamda. Bir rahatlattı ki sorma Kurabiye. O yüzden, kendine dikkat et ömür boyu. En azından bu kış, doktorun deyimiyle. Bu kışı atlat bakalım hayırlısıyla...

19 Ekim 2014 Pazar

Yetmişdokuzuncu gün

Bugün dayının gelip, seni evde gördüğü ilk günün akşamı Kurabiye. Nasıl bulduysa, kuzey ülkelerinden tam sana göre tulum bulmuş, yünden hem de. Bir de çorap bulmuş ki sorma, nasıl şirin oldun içinde, hafif çizme gibi durdular tulumunun üzerinde.

Biberonu ya da zaman zaman beni ellerinle tutuyormuşsun gibi geliyor bana, yanılıyor olmalıyım sanırım ama belki de büyümüş küçülmüşsündür, belli mi olur.

Odanı yaptık bugün senin. Yatağını her gece ve her sabah odadan odaya taşıma eziyeti -hem sana hem bize- sona erdi bir başka deyişle. Şirin bir yer oldu odan. Olay uzun kollu body ve kuzey çorabıymış sanırım, ya da odanı sevdin. Alt değiştirmelerde bile ağlamadın bugün neredeyse.

Baban gibi asabi bir damarın olmasından endişe ediyorum. Gazın istediğin kadar çıkmadığında, süt istediğin kadar gelmediğinde, öfkeleniyorsun, başını ordan oraya atıyorsun, sinirden hızlı hızlı nefes alıyorsun gibi geliyor bana. Yatıştırmaya çalışıyorum, duygularınızı hisseder bebekler diyorlar diye, ben sakin şeyler düşünmeye çalışıyorum o an, kuşlar böcekler, otlarda inekler falan. Fayda ediyor mu, tamamen diyemem. Ama dedim ya, devir benim öğrenme, alışma devrim, zaman alacak, zamana yayılacak bunlar hep.

Anneler duygulanıyormuş bizi okurken, ben de duygulanıyorum çoğu zaman yazarken. Çoğuna tanıdık geliyormuş dediklerim, "anlıyorum ve geçecek"leri duyuyorum sık sık. Geçecekse bile, sonradan hatırlayabilmek, anlayabilmek için yazmak iyi geliyor bana.

Tuluma tam geldiğine göre, büyüyorsun dimi Kurabiye, yarın doktor kontrolün var, tartıya koyacağız seni, bakalım neler çıkacak falında.

Huzurlu uykuların olsun Kurabiye...

18 Ekim 2014 Cumartesi

Yetmişsekizinci gün

Yanımda uyuyorsun şimdi sen. Galatasaray-Fener derbisi var bu akşam, evdeki erkekler- ki dedelerin ve baban oluyorlar- bağıra çağıra maç izliyorlar. Belki sen de seversin yaşın erince de, ben pek anlamıyorum bu hayatın anlamını bir doksan dakikada arama olayını, neyse es geçeyim bunu, anlamadığım konularda yorum yapmayayım.

Seni beslemeyi unutmuyorum -yani şimdilik- ama kendimi senin için sağmayı oldukça unutuyorum Kurabiye. Halbuki iki iş de aynı amaca hizmet ediyor, ama aksıyor işte birisi. Ki sonuçları çok acı olabilir, biliyorum da. Yeniyetmeliğime veriyorum olan biteni, alışırım, öğrenirim diyorum zamanla. Bakalım.

Sonra bugün ne farkettim, üzerimde olanca gerginlik var senli birçok şey için. Bu geçecek de güzel yanları doya doya yaşayacağım sanıyordum. Ama öyle olmayacak galiba. Yani endişe ve sevinç hep kolkola olacak. Sen her nefes aldığında, acaba bir dahakini de düzgün alacak mı diyeceğim, ne kadar güzel ağzı burnu var bunun, derken. Ya da her gaz çıkarışta, acaba tıkanıverir mi hep gelecek aklıma bir parça, kollarımda ne güzel kendinden geçiyor, kendini teslim ediyor derken. Garip, bana da yeni olan biten Kurabiye. Ki sana bunu, her göz göze gelip durduğumuzda söylüyorum. Yardım et bana diyorum sana, anlat bana nolur, diyorum. Seni anlamam için bana yardım et, diyorum. Anladıktan sonra, elimden geleni yaparım, diyorum. Diyorum da, diyorum.

Baban, babalık izni boyunca grip olup, senden uzak durmayı başardı. Haftaya iyileşir artık kesin. Sen onu beyaz maskeli süvari olarak tanıyorsun, sürekli üzerini örten hafif kısa boylu kadını ananen, kulağına besteler okuyan, arada bir gözü dolan, kulağına ismini okuyan adamı da deden biliyorsun. Beni ise, süt verici, gaz çıkartıcı ve alt değiştirici olarak tanıyorsun. O yüzden genelde beni gördüğünde bızıklıyorsun. Kendimi "fixer" denen adamlar gibi hissetmeme sebep oluyorsun bir yandan. İş görücü, iş bitirici, bir nevi son ütücü. Ya da ben az uykudan saçmalıyorum.

Ama güzelsin Kurabiye. Müzikli kutun, sana bile dar gelen tulumun, sarı çizgiden yeşil çizgiye dönen bezlerin ve düğme burnunla güzelsin.

Allah baba daha güzel etsin...

























































































































































































































































Gecikmeli yetmişyedinci gün

Evet ilk gecikme geldi Kurabiye. Çok vakit bulamadığımdan değil de, elim gitmedi yazmak için. Şimdi de kısa geçicem o kısmı, bizi biraz korkuttun dün, umarım bir daha olmaz ve ben de çabuk çıkarım etkisinden.

Deden geldi Ankara'dan dün, yıllar sonra ilk defa otobüse bindi seni görmek için. Bu akşam da dayın geliyor ta Oslo'lardan. Sana pabuç getiriyormuş oralardan, kaç numara giyiyor eleman diyormuş ananeye. O da serçe parmağım kadar ayağı, demiş. Görücez ne kadarlık bir pabuç gelecek kuzeyden.

Seni beslemek için saatin alarmı ile uyanıyorum, daha doğrusu öyle sanıyordum. Dün akşam saatin kapandığını bu sabah farkettim, sen kurulu saat gibi tüm beslenme saatlerinde kibarca uyandırmışsın beni. Sana güvenebiliriz demek ki Kurabiye...

Bugün yalancı mobilyacılar, yatağını getirecek, biz de bir haftadır odadan odaya seni ve yatağını taşımayı keseceğiz. Ama eve gelsin diye beklenen teknik servisler gibi, mobilyacılar da gelicez deseler de gelmeyebiliyorlar. Bunların hepsini bir bir öğreteceğiz sana inşallah.

Alt değiştirme seanslarında bana yardımcı olduğunu farkettim, bu işbirliğinden pek memunum. Kirli bezi altından alabilmem ve temiz bezi geri koyabilmem için, gereken zamanlarda poponu kaldırıyorsun. Yedi günde bunları öğrendiysek, süper bir ekip olabiliriz. Acıktığında da ağzını şapırdatıyorsun zaten. Bir de "üşüdüm, bu ne sıcak" ları diyebilsen, ha bir de "o nasıl biberon tutuş, eğsene şunu adam gibi" desen tamam olacak.

Öptük Kurabiye seni...

16 Ekim 2014 Perşembe

Yetmişaltıncı gün

Yine hafif içli ve sümük bir günlük yazısı geliyor olabilir Kurabiye. Bugün doktor kontrollerin vardı, önce işitme sonra TSH değerlerin için endkronolog ziyaretleri gerçekleştirdik.

Daha önceki ilk çıkışın da hastane ziyareti içindi, yetmiş küsür gün hastanede kaldığın yetmemiş gibi, sokak diye de seni üç kere doktora götürdük iyi mi, o kadar hazırlandığın, hayalini kurduğun, ısrarcı olduğun hayat bu değil, biliyorum. Olmasın da zaten. Araba koltuğunda ağlamamanı, anan hadi biraz da baban gibi gezmeyi sevecek olmana bağladık.

İşitme testi, normal çocukların olduğundan biraz daha farklı, daha riskli durumları test ediyorlar çünkü. Baban kesin baktı internetten, ben bakmadım daha da ürkmemek için. Uyutucaz burada, ona göre getirin, dedi doktor. Yedirdik, içirdik, temizledik, götürdük seni. Doktor kafana tuhaf tuhaf şeyler yapıştırdı seni, "Sizin kadar ellemedim kafasını henüz ben" dedim. Derin uykunda olan bitene hiç tepki vermedin kucağımda. Doktor "geçmiş olsun, bir problem yok" dediğinde, ben yine sulugöz olmuştum Kurabiye. Her aştığın adımda biz sevinirken, bir parça da içleniyoruz senin için.

TSH kontrolün de iyi geçti, hemen geçen şeyler değil, aylarla gelip gitmek olacak doktorlara, ama alışacağız bunlara da.

İki doktor ziyareti seni çok yordu gibi geldi, hele bir de akşam o bayıldığın demir ilacını sana içirirken, kapalı gözlerle gülümseyen yüzün içimizi eritti yine. "Kötüyüm ben, kötüyüm, kötüyüm, kötüyüm" şarkısı ile yaklaşıyorum sana; sabah TSH, akşam demir ilaç saatlerinde.

Ha bir de ne diyeceğim, bizim kediciği aşılar için veterinere her götürdüğümüzde tedirgin olurdu. Veteriner iğneyi batırırken yüzü bize dönük durur, mahzunca bakardı bir yandan çığlık atarken. O bakış dağlardı içimizi, "senden bana kötülük gelmez değil mi, canım yanıyor ama iyi bir şeydir, değil mi" bakışıydı onun adı. Bugün işitme testinde, sen de öyle baktın bana. Kafana tuhaf şeyler takılırken, araladığın gözlerle baktın, elimi tuttun, yani parmağımı. O bakışı ben tanıdım aylar önceden Kurabiye. Zormuş annem bu işler, zormuş.

Bahtın açık, ömrün uzun, neşen bol olsun Kurabiye....

15 Ekim 2014 Çarşamba

Yetmişbeşinci gün

Bugün seni ilk kez yıkadık Kurabiye. Altın değişirken çıkardığın sesleri düşününce, banyodan nefret edeceğini sanıyordum ki öyle olmadı, ve üzerine uzun uzun uyudun. Babanın, yangın anında suyuna diyazem katma fikrinden daha cazip olabilir seni yıkamak, sakinlemen için. Değerlendireceğiz bunu.

Doktor randevularının bazıları alındı. Yarın işitme testine gireceksin, umarım iyi geçer her şey, yeni sınavlara gebe olmaz günümüz. Ardından da TSH değerlerin için-ki bundan daha çok korkuyoruz- doktor kontrolün olacak. Cuma da baban sana bir aşı alacak, sanırım Pazartesi de o aşı sana yapılacak.

Yurdumun muhtelif yerlerinden anneler-öyle çok çok da değil sayıları, yanlış olmasın, cici birkaç anne işte, genelde de erkek anneleri, inanır mısın- güçlü ol diyor bana. Korkma diyor, korkunun üzerine git, diyor. Nispeten daha iyiyim, daha da iyi olurum umarım.

Saçların uzuyor gibi geliyor bana, boyun da sanki haliyle uzuyor. Alt değiştirme yerinde cetvel var bir tane. "Alt değiştirmicem işte!" diye kendini kastığında bacaklarını da uzatıveriyorsun bilmeden, hop çekiştiriyoruz altındaki alt değiştirme bezini, hizalıyoruz boyunu ölçmek için. Mimiklerini taklit ediyoruz, ben gaz çıkartma hareketlerini baban üzerinde deniyorum. Hareket kendine göre uygun olduğunda gaz çıkartılıyor senin gibi.

Sonra, dün akşam ilk defa TVde dizi izledik sen uyurken. Ama farklar geldi oturdu tabi. Sesini her zamankiden az açtık ki, sen içeride ağladığında duyabilelim. Daha önce çay molası için ara verirken, bu defa senin ağlamalarınla aralandık. Ve hatta son ağlayışın dizinin bitimine iki dakika kala falandı. Dizi bitsin bakarız, diyemeyeceğimizden sezon finalini seninle yapmış olduk.

Bebeklerin ağlamaya, sadece ağlamak için ağlamaya çok ihtiyaçları olduğunu uzun uzun anlatan bir kitap vardı. Bazı nedenini anlayamadığım ağlamalarında bunu düşünüyorum. Umarım daha çok düşünmem gerekmez yine de. Kitaptan uzun uzun okurken iyiydi de, başına geldiğinde yaşaması pek cici bir deneyim olmuyor sanki.

Uyu, büyü Kurabiye...

14 Ekim 2014 Salı

Yetmişdördüncü gün

Yorgunluk katsayısı artıyor Kurabiye, ve endişe katsayısı da. Dışarıdan ne kadar farklı sanıyormuşum, görüyormuşum ben çocuk sahibi olmayı. Ya da sen henüz minicik olduğun için, normal bir insan için çok basit olabilecek onca şey, sözkonusu sen olunca bize çok zor geldiğinden olabilir.

Doktor randevularını alıyoruz yavaştan. Haftasonuna deden ve dayın da geliyor. Ev daha da şenlik olacak. Her geçen gün, dakika dakika geçiyor gibi geliyor. Umarım kalkarız altından hepsinin diyorum.

Senin rahat uyuman için, zamanında kediciği ve beni salonda koltukta saatlerce uyuklatan Hint müziklerini çalıyorum odanda. Ondan mıdır yoksa senden midir bilmiyorum, ama uyuyorsun genelde.

Kötü kötü ilaçların ve burnuna ara ara damlattığımız serum fizyolojiklerin var, yüzünü ekşitiyorsun. İçimiz eziliyor suratın ekşiyince, ama iyiliğin için gerekli deniliyor. Vardır bir bildiği doktorların herhalde. Gündüz uyuyup, gece pek uyumamak umarım alışkanlık yaratmaz sende. Zira gece uykusuzluğu pek başka bir şeye benzemiyor. Ve hatta tehlikeli. Dün akşam değiştirdiğim bir bezi, tam olarak hatırlamıyorum misal, kopuk kopuk olanlar. Elimden bir kaza çıkmaz umarım.

Düşününce, günlüğün en kaygılı mektuplarından biri oluyor bu. Güzel bir şeylerden bahsediyorum aslında, sen gibi. Ama her şeyden çok, endişen var bende, bizde her yanımızı saran. Anneler, normal alışacaksın, diyor; umarım öyle olur. Yoksa nasıl yapıcam dizi dizi kardeşler ben sana, der misin bana.

Yardım et bize emi Kurabiye...


Yetmişüçüncü gün gecikmeli

Ya Kurabiye, evdeki üçüncü günün itibariyle, günlüğümü yazmakta geciktirdin beni. Etraftaki anneler kıs kıs gülüyordur şimdi, sen daha dur neler neler gecikecek diyordur. Hadi bakalım.

Dünden ertesi gün olarak bugün sabah, senin bir sonraki ilaç saatine kırkbeş dakika kala, birazcık daha uyumakla gecikmeli günlük yazmak arasında kalıp, varsın otuz dakika uyu Kurabiye elveriyorsa, yeter ki yaz şu günlüğü, dedim kendime. Bu kadar da inanıyorum bak bu işe.

Seni doktora götürdük dün ilk defa, biz adama gazdır, uykudur, ağlamadır gibi son derece normal çocuk soruları sormaya hazırlanırken; lafları tıkadı ağzımıza. Sıralı doktor kontrollerini aktardı. Gözüne, kulağına, TSHına, beyin gelişimine, kalça çıkıklığına ve daha bir sürü şeyine, ek aşılarına bakılacak zamanları söyledi, bizi sandalyelerimize kitledi, ayaktakiler ayakta kaldı, sorularımız da havada. Ne zormuş seni büyütmek Kurabiye. Babanla aynı gün içinde ayrı zamanlarda aynı şeyi söylemişiz kendimize, "Bu Kurabiye nasıl büyüyecek?" Ama her şey bir yana, belki her anneye anka görünen kuzgunlar gibi- bu da böyle bir deyim, öğreticem hepsini sana- çok güzel görünüyorsun bana. Kafan avucuma sığıyor şimdi, gövden de bir karışım ediyor. Kucakta iken, iki kilo inciri, unu taşıyor gibi hissediyor insan, minicik olup kıvrılıveriyorsun.

Sonra çok akıllı olduğunu düşünüyoruz. Elde ne varsa ona uyum sağlıyorsun. Gaz için az mı vuruluyor, eh napalım, bununla idare edip çıkarıcaz bakalım, diyorsun. Süt kötü biberonla mı veriliyor, eh napalım içemicez bugün, diyorsun. Duyguları hissettiğini düşünüyorum, şimdi ağlıcak diyince hop ağlıyorsun. Sevmediğin alt değiştirme seansları var misal, şimdi ağlayacak çabuk hareket edeyim dediğim anda, kurmalı bebek gibi başlıyorsun. Halbuki ağlamıcak, çok güzel olucak dersem, bana bakıp uzun uzun, ağlamıyorsun. Ya da her şey minik tesadüflerdir. Henüz genelleyecek kadar tanımıyorum bile seni, ama alışıyorsun sanki bize.

Ha bir de, dün ilk defa dışarı çıktık sen eve geldikten sonra, akşam alışverişe gittik babanla. Hoş ne aldınız dersen, hepsi sana idi neredeyse; popoya bez, odaya ısıtıcı, süt poşetlerine kalem, dezenfekte eller için havlu, oda telsizine pil gibi gibi. Koca markette duyduğum her sesi, odandan gelen tıkırtılara benzettim sonra, ah bir yerlerde Kurabiye ağlıyor bak, dedim. Anons seslerine, market sepet çekişlere, konuşan insanlara hep kulak kabarttım yan odadan senmişsin gibi.

Bir bir de, ne zaman gözümü kapatsam senin mimiklerin geliyor gözümün önüne. sanki sen benmişsin de, ya ben senmişim de; napsam senin mimiklerinle yapıyormuşum gibi. Senin gibi esniyor, senin gibi yutkunuyor, senin gibi dudaklarımı büzüyormuşum gibi.

Çok tatlısın Kurabiye, büyü daha tatlı ol inşallah. Ne dedi doktor amca, hedefimiz bir ayda bir kilo. Gelsin sütler, gitsin kakalar!!!

Yeni yetme ev halkı,

12 Ekim 2014 Pazar

Yetmişikinci gün

Kurabiyecim.
Bugün en az dün kadar tuhaf bir gün oldu hepimiz için. Hala da oluyor. Ağlaman, susman tüm günü belirliyor. Kucağa alışma diye ağladığında kucağa almıyor olmak canımızı sıkıyor sanki. Birileri de diyor ki ilk aylarda ne zaman isterse alın kucağa deniliyor, kim kucağa alsa susuyorsun kucakta; demek ki kucak istiyorsun.

Odana sadece, seni beslemek, altını değiştirmek ve gazını çıkartmak için giriyoruz. Hem iyi, hem kötü. Belki de tüm annelere oluyordur, ne bileyim. Alışırız herhalde.

Bir ilacını veremedik sabah vaktinde, babanın da benim de sinirler alt üst oldu. Konuşabilmeni çok isterdim, gideceğin uzun yol, gözümde nasıl büyüyor anlatamam sana.

Sabah 7'de kalkıp kahvaltıyı 12'de yaptık bugün. Akşam üstü bayıldık bir yerlerde bir saat uyku için. Halbuki bu sadece ilk gün. Yine yanıldığımı gördüğüm olaylardan biri oldu Kurabiye. Ne doğum yapılan gün, ne de eve gelinen an sandığım kadar neşeli olaylar değilmiş. Tedirgin ediciymiş.

Öptüm seni, sen içeride ağlarken yeniden.

Sev bizi, emi Kurabiye....

11 Ekim 2014 Cumartesi

Yetmişbirinci gün

Bugün yazabilmem, bundan sonra her gün yazabileceğim anlamına gelmiyor ne yazık Kurabiye. Bugün sen bizim eve geldin. Artık bir evin, odan, yatağın ve dönencen var. Biz mi, biz şaşkınız. Çok kolay tedirgin olup, çok kolay neşelenenebiliyoruz.

Misal, yanlış biberon seçimiyle yıkılırken, atom karınca ananenin gidip doğru biberonu almasıyla rahatladık. Baban yanlış biberonları, sabah flaşı patladığı için fırlattığı telefonu gibi fırlatacaktı, büyüyünce belki kullanır, diye ikna etmeye çalıştık onu. Lıkır lıkır içtin sonra, hepimiz rahatladık. İçemediğinde, babanla konuşmasak da durumu, ikimizin de atan yüzü, kızaran gözlerinden neler düşündüğümüz okunuyor gibiydi. Minik bir kurabiyenin beslenememesi demek, her şeylerin en kötüsü demek olabilirdi çünkü.

Şimdilik bunun dışında çok korkutmadın bizi, tabi henüz tam bir gün olmadı bu evde. Umarım sevmişsindir, ya da seversin bir şans verip hepimize.

Bez değiştirme konusunda henüz on numara seviyeye gelmedik sanırım, ama geliriz herhalde. Gazda da çok iyi değiliz, ben sana vurdukça, nasıl annesin sen diyorlar bana. Ben vurdum vurdum, gaz çıkarmadın; baban kızdı aldı seni benden, yumuşak yumuşak sevdi sırtını. Bak işte çıkmıyor gazı, ver bana, dedim. Ben alır almaz, daha vuramadan çıkardın gazı. Hani benim muamelemden mi korktun, baban yordu ben mi attım golü, anlayamadık. Ama neticede, gaz çıktı mı, çıktı.

Benim süt sağma saatlerim şaştı tabi, ama herhalde bir düzen oturturuz, birbirimize adapte oluruz, değil mi. Sana baktıkça, koca adam nasıl olur bu minik kurabiye diyorum sık sık.

Korkutma bizi, emi Kurabiye...

10 Ekim 2014 Cuma

Yetmişinci gün

Bugün daha bir sürü şey olur herhalde de, ben yine de unutmamak için sabah halini yazmak istedim Kurabiye.

Ananen geldi uzun süreliğine, kalıcı olacak burada. Sana, bana bakacak. Babaannen balonlar vermiş eve takalım diye. Halbuki ben şenlikten çok koca bir sınava giriyormuş halindeyim. Geçmiyor endişem, heyecanım, kalbimin küt küt atması. Doluya koyup almama, boşa koyup dolmama durumu gibi. Biberonlar ve pompalar aynı anda nasıl sterilize olacak, sen beslendikten sonra sağma nasıl olacak gibi gibi birçok sorum var kendime göre. Uykular azalıyor haliyle, ama iyi bir yerde, sana hazırlık. Doğumla her şey çok güzel oluyor sanıyordum birilerinin doğum haberini alınca, ama bayağı gerginmiş ilk zamanları sanırım. Ben doğuralı oluyor bayağı da, eve gelişin yeni olacak hepimize. Ördek olacağız tam olarak bir süre. O süreyi kazasız belasız atlatsak çok güzel olacak.


Gelişin ciddiye binince, buzdolabının üzerine astığım sen öncesi listeyi aldım, baktım. Hesap kitap yaptım.  Kendince bir dengesi var diyelim listenin. Ha gerginliğimi azalttı mı listeye bakmak, yo hiç azaltmadı. 

Gelişine bir gün kala oturdum "Etkili Anne Baba" kitabını karıştırdım. Tipik final öncesi son dakika öğrenci psikolojisi. Senelerle unutmuşum bu karın ağrısını, sancıyı, endişeyi. Ne süt liman yaşıyormuşum yarabbim ben, hiç öyle streslerim yokmuş Kurabiye. Şimdiki tutuşma hali hemen hiç yokmuş. "Hayırlısı olsun" mu diyormuşum, "n'olursa olsun" mu diyormuşum bilmiyorum. Ama bu korku geçmiyor şimdilerle Kurabiye.

Utandırma rabbim beni, bizi, diyorum. Sana da sesleniyorum, yardım et bana, bize diyorum. Sakin ol, sakinleştir bizi, alışalım ufak ufak, olur mu. Yoksa çok korkuyor annen, içi dışına çıkacak kadar. Seni evde karşısında gördüğünde far gören hayvana dönecek kadar. Yardım et bana...

9 Ekim 2014 Perşembe

Altmışdokuzuncu gün

Okuyucularımız azalıyor Kurabiye. Yani tam anlamıyla günlük olmaya doğru ilerliyor, değil mi. O da güzel, bu ara her şey bir parça güzel zaten.

Yere halı serdik bugün temizlikten sonra misal, ev oldu şimdi burası, sana yakışacak bişi oldu, seni halıda hayal edebildim daha ne olsun parkede hayal edemezken. Annen, evet birazcık şaşkın Kurabiye.

Şaşkın demişken, dün akşam hastanede seni görmek için beklerken, mühim düşüncelere daldım. Sana body giydirirken, önce kafanı mı yoksa kollarını mı sokmalıyız, dedim. Düşün anne düşün dedim kendime, kendini düşün dedim. Kazak giyerken önce kolları sokuyor musun, yok dedim. Sonra babana söyledim kahkahalarla. Ben gülüyordum ama o gülmüyordu Kurabiye. Hatta beni babaannelere taşınmakla tehdit etti eğer bir an önce kendime çeki düzen verip, sorumlu bir annelik sergilemezsem. Artık biliyorum Kurabiye, önce baş, sonra kollar.

Ama ben sana bugün başka bir şeyler anlatacaktım. Sana masal sevdiğimden bahsetmiştim. Deli deli kurslara gittiğimden, yazmak ve anlatmak hakkında minik bir şeyler öğrendiğimden. Bu bilgi bir saklı dursun şimdi. Sen bugün yine emziği biraz tutup, sonra atı atıverdin hemşire gelsin sana dokunsun, seni okşasın, tekrar emzik versin diye. Bu hadise üç dört kez cereyan etti. Kızcağız artık kafanı bana doğru çevirmeye başladı her defasında, anneye bak oyalasın seni, atma şu emziği dedi. Ben de sana, evde atarsın burada atıp durma, sayılı gününde yıldırtma ablaları nolur, dedim. Dinlemedin. Sonra ben sana masal anlatmaya başladım cam ardından. Orman cinleriyle, gökyüzünden gelen kirpinin hikayesini anlattım uydurup. Sen dinledin hepsini, gelen geçenler baktı, size bakıyor bu çocuk, dediler. Masal anlatıyorum çünkü, dedim. Sen baktıkça ben heyecanlandım, masal saçmalaştı, topladım birazcık, bağladım. Sonra masal bitti, son kelimeyi de bağladım, sen emziği attın. Ben de yazdım bu kareyi altın harflerle anneliğime Kurabiye. Masal işini geliştireceğim zaman içinde. Sen de zürafa, ben diyeyim tavşan, gezeceğiz hayvanlar alemini seninle.

Terzi amcaya uğradım yine, bir ümit yastık kılıfları olmuştur diye. Durumu bir daha anlattım, yarın alayım ki hazır edeyim ertesi güne, dedim. Ne dese beğenirsin, "yarın sabah bir uğra" dedi. Yaşasın, dedim. Uğrayacağım.

Beni bekle akşam beslenme saatine Kurabiye. Renkli uykuların, kolay gazların, lezzetli sütlerin olsun...

Altmışsekizinci gün

Bugünün yazısı biraz geçe kaldı. Her şey olsun bitsin de, hepsini bir diyeyim istedim. Oldukça oldu halbuki olanlar da bana inat. Baştan başlayalım.

Evci çıkıyorsun Kurabiye birkaç güne. Bir devir kapanıp bir devir açılıyor başka bir deyişle. Dünkü hezimetimin üstüne bu havadis pek keyiflendirdi sabah sabah beni. N'apmalıyım deyip saçmaca işler buldum kendime yine. Yastık kılıfların olacak kumaşları topladım, terzi amcaya gittim. Anlattım tane tane, "ne zaman alırım amcacım?" dedim. Terzi titizliğindeki zamanlama geldi kendisinden; "Cumartesi bir uğra" dedi. Bir uğra bir bak, nasılım, iyi miyim, hoş muyum dedi. Ama onu çok sevdiğimden üstelemedim. "Olur tabi de, Kurabiye gelecek, Cuma olmaz mı?" dedim birazcık. "O zaman Cuma bir uğra" dedi. Tanışmalısın bu terzi amcayla, sırf muhabbetine bir şort diktirmek isteyebilirsin kendisine. Bir uğrar bakarsın olmuş mu diye sık sık...

Saçlarımı kestirdim sonra, ağzına girip seni sinir etmesinler diye kestirdim. Sen gelince sokaklara çıkamam, saçımı aylarca kestiremem, çirkin olurum diye kestirdim, nasıl iyi etmiş miyim?

Hemşire ablalara hediyeler aldım, senin ağzından teşekkür notları yazdım. Yazarken öyle keyifliydim ki, güzel müzik yanına çikolata üstüne de rezeneli çay patlatmış idim. Neden mi, akşamki beslenme saatinde çözüldüm çünkü gemici düğümleri gibi.

Beni tanımıyor, dedim senin için gözüm kızararak yine. Olur mu öyle şey, dedi hemşire. Siz anne babanızı tanımıyor musunuz dedi, ama  o beni hiç görmedi dedim. Dokuz ay taşıdınız ya karnınızda, dedi; yedi, dedim. Sonra kafanı okşadım gayri ihtiyari, senin ne kadar rahatladığını gördüm o an. Tanıdığını düşündüm elimi, dokunuşumu, kokumu, sıcaklığımı, sesimi. Benden sana o an ne ulaştıysa, onu tanıdığını düşündüm. Ağlamamam şartıyla kucağımda bıraktı seni hemşire abla. Siz biraz oturun birlikte, tanışın dedi. Sen uyudun, ben uyandım Kurabiye. Tüm uykularımız böyle olabilir diye düşündüm. Senin minicik ağırlığın göğsümde karnımda çukur oldu benim. Tarifi biraz zor, hem küçücük hem kocamansın. Hemşire aldı seni yerine götürmek için, içeridekilere seslenirken duydum sonra onu; "ne kadar huzurlu uyuyor, bakar mısınız..." dedi onlara. Aramızda bir bağ olduğuna, oluştuğuna, olacağına ikna oldum. Birilerinin bugün dediği gibi, her şeyin bir zamanı var, belki de. Her şey kontrolümüzde değil belki de. Bir bıraksak, bir bıraksam, su akıp yolunu bulacak belki de.

Baban da dokundu sana bugün, biberon besleme seansına onu da aldı hemşire. "Pencereden çok mahzun bakıyorsunuz her gün, sizi de almak istiyorum bugün yanına" dedi. Minicik ve kocamansın nasılsa. Tüm hemşireler hasta sana, seslerini duydum bugün "Kurabiye gidecek mi şimdi, çok özleyeceğim onu" diyen ablalar. Kuvözün yanından geçerken uzaktan makas alanlar hani. Beni de göğsümde yarattığın çukurla tavladın işte. Dünyalar açılsın önünde ömür boyu.

Alkolsüz aylardan sonra, gökyüzündeki aya bakıp neşelenmeye sebep olan varlığın için şükran. Verdiğin, vereceğin her şey için şükran. Uyurken gülümseyen yüzün için şükran. Hayata tutunduğun için şükran...

7 Ekim 2014 Salı

Altmışyedinci gün

Güzel başlayan, zor biten bir gün oldu Kurabiyecik. Bunları buraya yazmamın yine kendimce tek sebebi, ileride okuyup gülümseyebilmek. Yoksa şu an çok uzak hissediyorum gülümsemekten, az sonra anlatacaklarımı düşününce.

Dayın bilir, benim çocukken, kapı kilidini açamayan ve aynı zamanda bisiklete de binemeyen bir halim vardır. Becerememe, kıvıramama hissim ne zaman tavan yapsa bu aptalca anıyı hatırlarım. Yıl kaç dersen emin değilim, bisiklet kapı ve Kastamonu dersek ilkokula başlamış olmalıyım, en fazla ikinci sınıf olabilirim. Ama o dağılma, darma duman olma, kendini hiçbir işe yaramaz hissetme halini her başarısızlıkta çok net hatırlarım. Ananen bisikletimi iterdi, o bıraktı mı düşerdim hep. Elime anahtar verirdi sonra, o kilitte döndüremezdim bir türlü.

Bir de Adana'da ortaokuldaki beden derslerinde akrobatik hareketlerden sözlü olurduk. Parende atabilmek, köprü yapabilmek falan gerekirdi herkesin içinde. O mindere "başarabilirsin, başarabilirsin" diye çıkıp, çıt çıkmayan salonda kıvıramadıkça kızaran yüzümle "başaramadın, başaramadın" sesim çınlardı kulaklarımda. Bir de bu anıyı hatırladım bu gece dönüşümlü.

Yumuşatarak anlatmış gibi oldum olan biteni.

Bugün seni adam gibi emziremediğim gibi, korktum, üzüldüm, panikledim. Hemşire tekrar tekrar söyledi, hisseder sizi, dedi. Sakin olun, dedi. O dedikçe sen baktın uzun uzun bana, memeyi tuttun tuttun bıraktın, ben yine kopartıp atmak istedim o memeleri. Sen ememedikten sonra bana neye yarar demek istedim. Daha çok küçük, bu haller çok normal deseler de, ter bastı her yanımı. Süt dolu, ama sana veremiyorum, içim şişti şişti taştı. Zavallı hemşire de çabaladı benimle uzun uzun. Senin beslenme saatin gecikti, biberona döndük sonra daha da geciktirmeyelim diye.

Yalnız bıraktı sonra biraz bizi. Sen bi ara biberonu itip öksürdün, sonra aniden sustun. O sustuğun, hiç kıpırdamadığın an ben neler neler düşündüm, nereden nereye savruldum da sonra çaresizlikle "hemşire çağırır mısınız lütfen" diye seslendim. Evde hemşire olacakmış gibi, o an gitmiyor gözümün önünden. Nefes alıp almadığını nasıl yoklayacağımı bile bilemediğim an, elimi iğne deliği kadar olan burun deliklerine götürüp yoklamam. Sonra hemşirenin gelişi, yüzünü gıdıklayışı ve kıpırdanman. Bir şey yok, merak etmeyin, deyişi. Sonra bildiğim her şeyi unutmam. Kalan biberon beslemesinde, gaz çıkartmasında ard arda çakılmam. En son seni teslim ederken yüzünü bana çevirip, gözlerinin içinden özür dilemem hepsi için. Ağlamam üzerine bir güzel. Hemşirenin karşısında un ufak olmam, yedi aylığından suçlanmam. "Kucağınıza almak nasip oldu, öyle demeyin" telkini. "Çok sakin, tatlı bir çocuk" telkini.

Korkuyu da hisediyormuşsun Kurabiye. Korkmamayı nasıl başaracağım bilmiyorum. Laciverte çalan gözlerine bakmamız yeter belki de değil mi, zaten fazla güzel olduğun için bizden olmamandan şüpheleniyorum biraz.

Yoldaki annelere baktım sonra dönüşte, hepsi mi geçti bu yoldan, korkudan, panikten, kıvıramamaktan, dedim. Nasıl olacak bunların hepsi dedim. Hemen büyü, utandır beni, emi Kurabiye. İlahi anne, de bana. E öyle ama, diyeyim ben de sana.


6 Ekim 2014 Pazartesi

Altmışaltıncı gün

Kurabiyecik,

Bugün babaannenlerle şekerlerini yaptık senin, harıl harıl çalıştık dört kişi. Fiyonkları, tülleri, bademleri dizdik minik minik. Tarih yazdık anlayacağın. Saplı şekerleri babandan kaçırmaya çalıştık, gitti birkaç tanesi. Lavantalı böcüklerle saplı şekerleri aynı yere koyduk, her gelen gidende kontrol edecekmiş baban, şeker dururken böcük alana yuh diyecekmiş.

Seni yine sevdik sevdik bugün, cam ardından biraz. Sonra ben kucağıma aldım yine. Öyle bir sarmışlar ki seni battaniyeye, bir lokmalık yemek gibi olmuşsun kafan ortada boncuk gözlerle. Veriverdiler kucağıma sandalyede. Besle, büyüt dediler. Besledim seni, battaniyeden fırlayan ayağını sevdim, bacağına uzandım oradan, sonra üşürsün filan diye sokuverdim içeri hızlıca.

Buraya yazmakla yazmamak arasında kaldığım bir anıyı, uygun kelimelerle ifade etmeye çalışacağım şimdi. Hani sana "2" numaralı bez giydiriyorlar demek ki büyüdün, demiştim bir gün; sonra da önden gördük ki bez göğsüne geliyor, demek ki o kadar da büyümemişin, yokluktan bağlamşlar büyük bezi sana demiştim ya; o öyle değilmiş. Sen, hani geçen bir hemşirenin çok güzel ifade ettiği gibi, maşallah büyük abdesti sağlam yaptığın için, prematüre bez olmuyormuş sana be Kurabiyecik. O yüzden büyümüş bez numaran. İyi bişi mi peki bu, dedim hafif kızararak. İyi bişi, iyi bişi dediler. Hani ben şimdi buraya şaşkınlığımı yazdım ama sen büyüyüp bunu okursan kesin kapattırırsın bu günlüğü bana. Olsun, biraz dursun ben silerim belki bir süre sonra.

Sonra cankuş, ananenler tatile gitmişti cici bir memlekete bayrama, hop dönmüşler evlerine, neden sıkılmışlar çünkü iki günde. Ki bu bizim ailede yaygın bir durumdur, bir günümüz bir günümüze uymaz, sıkılıveririz, değişiklik isteyiveririz falan filan. Yani canım, senin yedi ayda gelmiş olman, aslında hepimizi düşününce, hiç de acayip bir durum değil. Her şey çok normal olsaydı, o zaman bir huylanırdık asıl...

Sen çok süt içmeye, gerinmeye, büyük abdest yapmaya devam et. Mememi bugünkü gibi almamazlık etme, evde onları dövmek zorunda kalıyorum sonra bak. Makineye gelince tamam, kurabiyeye gelince sükunet de ne oluyor deyip sıkısıkıvereceğim onları yoksa.

Tatlı rüyalar Kurabiyecik!


5 Ekim 2014 Pazar

Altmışbeşinci gün

Bugün yan kuvöz annesinden bayram hediyeni teslim aldık mahçup olarak. Senin sizin hep küçük kalmayacağınızı bildiği için büyük kıyafet almış sana, öyle dedi. O an onun minik kızı için neler hissettiğini düşündüm, senden üç hafta daha küçük olan kız çocuğu için. Neyse, hayırlısıyla çıkarsanız oradan, defalarca anlatsak da pek anlamlı gelmeyecek anılar biriktiriyoruz gibi geliyor bazen size.

Bu arada, biz seninle üç gündür yakından görüşüyoruz. Kucağıma alıyorum seni, öyle masum bakıyorsun ki, beni görüp görmediğinden, tanıyıp tanımadığından emin değilim, ama boncuk gibi gözlerin olduğundan eminim. Bugünkü hemşire ablalar mavi gözlü olacağını söyledi, hiçkimsede yok ki mavi göz dedim, olsun o mavi gözlü olacak, dedi kendinden emin olan. Bakalım, olur musun mavi gözlü, baban yaptırır mı bu durumda o meşhur DNA testini. Kan grubun AB + miş, hiç kimsede yok AB grubu kan. Nevi şahsına münhasır diye bir tabir vardır çok eskilerden, bu da onun gibi, adın gibi ve hatta...

Kucağımdaki halin aptal ediyor hafif beni sonrasında. Gaz çıkartma kısmında pek başarılı bulmuyorum kendimi, ama öğrenirim biraz daha sanırım. Hemşireler yalnız bırakınca ikimizi, hızlıca kokluyorum seni tulumla boynun arasından, ama duyduğum tulumdaki deterjan mı, elimdeki dezenfektan mı, sen misin bilemiyorum. Sana yoruyorum tabi çoğunu. Çıkışta elimi kokluyorum, "Dezenfektan mı bu?" diyorum babana emin olmak için. Olmasa gerek, değil mi.

Seni günde üç kere görmüş oluyorum birkaç gündür. Öğle ve akşam ziyaretlerinden sonra on dakika yakınlaşma. Daha enerjik olmam gerekirken daha yorgunum yalnız. Anlamıyorum tam. Türlü kaygılar biriktiriyorum, üretiyorum. Gelişin yaklaştıkça nasıl olacak, edeceklerim artıyor. Eve bakıyorum, çok büyük, sen miniciksin. Nasıl bakacağız sana burada, diyorum. Saçma işler yapıyorum sonra, gardrop düzeltiyorum, atılacakları ayıklıyorum onuncu kez. Saçlarımı kestirmeliyim ki çocuğun ağzının içine girmesin diyorum ve günlerdir erteliyorum sonra bu işi.

Bir atalet var üzerimde yorgunluğa arkadaş. Korku, tedirginlik, endişe kolkola geliyorlar sanki bize. Sonra seni seslendiriyoruz arada, o iyi geliyor. Bakışlarındaki sukunet inandırıcı kılıyor sözlerini; "sakin, her şeyi öğreteceğim size sırayla, çok yaptılar burada bana, biliyorum artık, beni dinleyin, dinlemesini bilin, adam gibi, yeter. Nasıl altım değiştirilecek, ne zaman besleneceğim, nasıl gazım çıkacak anlatacağım, panik yok. Her şey güzel olacak, gözlerimin içine bakın, yeter" diyorsun. 

Sonra bugün hemşire "ne zaman ağlarsa, meme vereceksiniz" dedi bana. Tarif etmem zor ama korkum bir kat daha arttı desem, teslimiyetin resmi bu işte dedim. Adamın biri günün herhangi bir saatinde, evin herhangi bir yerinde bas bas bağırdığında, elinde ne var ne yok bırakıp, koşup meme vereceksin ağzına, o kadar. Sırası, sekisi, kuralı yok bunun. Ne zaman isterse vereceksin. Ne isterse vereceksin, hayat boyu hep vereceksin. Sonra o çekip gidecek, bir el kızı alacak, o kız bunu üzecek, elinden hiçbir şey gelmeyecek, vesaire vesaire...



4 Ekim 2014 Cumartesi

Altmışdördüncü gün

Bugün bayram Kurabiye. Ki sen biliyorsun bunu, çünkü yanına girdik bugün biz senin. Tüm anne babaları yanınıza aldılar bayramlaşmaya. Elleri yıkadık, dezenfekte ettik, açtık kutunuzu sonra. Sevdik de sevdik, elleri, ayakları, yanakları, göbeği, burnu, alnı... Huzurluydun yine. Bu evin ihtiyacı olan şey, çuvalıyla sende olabilir Kurabiye. Doğru zamanda doğru yeri doğru şekilde şenlendiriyor olabilirsin, neden olmasın...

Bir elini bana bir elini babana verdin, sağa sola baktın sakin sakin. Sen bunu al, sen de bunu, hah tamam aynen öyle devam edin, beni sevin, dedin. Senin sakinliğin bizi de sakinleştirdi, tüm güne sirayet etti bir şekilde. Bu akşam yine beslenme saatin var kucağımda, zorla alıştırıyoruz sana kendimizi.

Sonra, yan kurabiyenin ablası bayramımı kutladı bu sabah benim. Çok mutlu etti beni. Mektup arkadaşı olacağız onunla. Senin ablan o olacak, onun ablası de ben olacağım.

İyi bayramlar olsun Kurabiye...

3 Ekim 2014 Cuma

Altmışüçe iki

Ben bu akşam seni sardım Kurabiye. Tuttum, kokladım, baktım, besledim, konuştum, dokundum. Ne çok küçükmüşsün, ne de huysuz. On numaraymışın. Favorisiymişin hemşire ablanın da, en kıdemlilerdenmişin koğuşta. Sütün kokusunu aldın mı, ağzını büyük açıp hepsini mideye indiriyormuşsun, ki gördüm onu. Bir dikişte bitirdin ikinci partiyi.

Uzun uzun konuştum seninle kendimce. Onu dedim, bunu dedim okşarken seni. Sonra hemşire geldi, "aa, uyumuş" dedi. Ben hepsini duydun sanıyordum, uyuyormuşsun Kurabiye. Acemilik işte. Önce ayık mısın kontrolü, sonra hayat hikayesi anlatmaca bundan sonra, öğrendim.

Ben daha çok doğururmuşum Kurabiye. Senle açtık kapıları, nicelerine abi olman nasip olsun inşallah.

Altmışüçüncü gün

Bugün iki parçalı gelecek. İlki şimdi, diğeri yüreğim kaldırırsa akşama. Neden, öyle...

Emzikle Kurabiye'nin dostluğuna şahit olduk bugün biz. Emzikle ağızda nasıl oynanacağına. Emzikten sıkılıp ya da yorulup, nasıl atılacağına. Atıldıktan sonra nasıl sağa sola gelen giden var mı diye bakılacağına. Gelen kimseler olmayınca yaygaranın nasıl basılacağına. Yaklaşan hemşire emziğe davranıp ağzına sokarken, nasıl sakinlediğini gördük. İçim ezildi tabi benim. Bir dokunuşa, sevişe ne kadar muhtaç olduğunu gördüm. Emzik ağzına girince yanaklarını sevdin elinle. Hemşire anladı durumu, kaçın kurası tabi, kaç bebek geldi geçti elinden. Okşadı seni, elini parmaklarını sevdi, başına dokundu. O dokundukça sen çözüldün, sakinledin, kapadın gözlerini, duruldun.

Bıraktı sonra seni emzikle, kapadı kuvöz kapaklarını, uzaklaştı. Az biraz emdin huzurla, sukunetle. Sonra yine attın ağzından. Etrafa bakındın gördü mü, geliyor mu yine sevmeye diye. Baktın oralı olan yok, bildiğin diğer daha etkili yolu denedin, gözlerinden yaş gelmeden bağırmaya başladın, dokunmayı çağırdın kendine. Yine geldi, yine sevdi seni o el, sen yine sakinledin. Sen büyüdün, biz on yıl büyüdük Kurabiye. Nasıl tez yazılmasın temas isteyen bebekler üzerine, desene bana? Bu kadar muhtaç mıyız hepimiz her yaşta sevgiye, sevilmeye? Küçüklüğün içine atmamana mı sebep oluyor sadece? Hepimizin derdi aynı da, dilimiz mi varmıyor çoğu kez? Kendimizi mi kandırıyoruz olan biten, gelen geçenle? Bir sevgi mi hepimizin aradığı?

Sertab zamanında doğru mu söylüyordu "Bir duru sözle gönül alana, bir kuru dalla çiçekle gelene, gitti gidiyor yaralı yüreğim, gitti gidiyor kanadından tut" diyerek. Bir duru söz, bir kuru dal için mi tüm çabalamalar? Huzur mu hepimizin arzusu Kurabiye? Sen sadece emzik istedin, ben yine kayıp mı oldum uzayda? Evde ağladığında da durup dalacak mıyım uzaklara? Seninle mi ağlayacağım yoksa, ya derdini anlayamadığımda içimden iç gitmeyecek mi peki? Korkuyor muyum, evet oldukça.

Hele şimdi, benden önce sana dokunan onlarca eli düşününce, hayat boyu kızgın olmayacak mısın bana diyorum. İçinde adam gibi tutmasını bile bilemediğin bir bebeğe nasıl bakarsın ki, diyor musun diyorum. Bir anne anlattı demiştim, o gün gülerek ama şimdi biraz daha sızlayarak. Tanımadı beni kucağımda, dedi anne. Gözlerini açmadı bile, dedi. Ya beni de tanımazsan Kurabiye, susturamazsam seni göğsüme bastırsam da. Bir dokunuşa hasret halin içime dokundu bugün. Seni çok sevenlerle, değerini bilenlerle geçsin ömrün. Bana yakın, elin elimde. Yerim yanında olsun, gitsen de gelsen de ardında sıcak bir kuytu kalsın, ne zaman istesen yanında bitecek.

Tutamadım vakitli içimde, ama ömür boyu tutmak nasip olsun sevdiğin her şeyi seninle.





2 Ekim 2014 Perşembe

Altmışikinci gün

Bugün çok maşallahlandın Kurabiye. Korktum bile biraz ben, herkes dönüp dönüp sana baktı ne şirin şey bu, diye. Her "ne şirin şey"e bir gerinme ile karşılık verdiğin için, izleyici sayısı hızla arttı. Hatta yeni doğum yapmış bir anne vardı, erkek çocuk doğurunca mavi sabahlık giymiş olan, çıktı odasından direkt seni gördü, "Çubuk kraker bu!" dedi sana. Benim aklıma gelmemişti bak bu, çubuk kraker de olabilirsin belki biraz, ne dersin?

Ha sonra, hani geçenlerde çıkışta getirin bana bunu seveyim seveyim, teyze geldi yine. Sen gerine gerine yatınca, burada ifade edemeyeceğim kelimelerle sevdi seni, meal olarak her bir yanını yaymış ne güzel yatıyor dedi sağolsın. Ben de öğrenmiş oldum tabirleri bu yatış pozisyonları için. Not edip, yeri geldikçe sana anlatacağım. Kavgada orada burada gerekir belki neme lazım diye.

Sonraaa, bize köy buldum Kurabiye. Senin inekleri, koyunları, tarladaki mısırları, domatesleri, fasülyeleri görmen için, bayramlaşma nedir bilmen için köy buldum. Temizliğe gelen abla, gezdirecek bizi, tavukların altından yumurta almasını öğretecek bize. Hemen gelsin bayramlar...

Yarın arefe, sonra ilk bayramın. Evin bayramı, senin ilk bayramından hemen sonra olacak inşallah.

Sen benim kurabiyem misin, dedim bugün sana ben, gözünü açtın sen de emin olmak için. Tersinden de söyledim evet kolay olsun diye, ben senin annen miyim dedim. Bir süre daha sürecek salakça sorularım, sonra normalleyeceğim, sen de idare edeceksin. Sonrası hep iyilik, güzellik.

Süt göbeğinden okşadım Kurabiye...

1 Ekim 2014 Çarşamba

Altmışbirinci gün

Bugün babaannen şekerlerini almış sana, camın ardından gösterdik, bak dedik. Üzerinde adın yazılı, şortun içinde ne var diye bakan minik adamların olduğu şekerler bunlar, çok ciciler. Senin gibi.

Uyku halin hakimdi yine, ama bu kadar huzurlu uyunur dedik. Gözlerin en sona doğru aralandı biraz, teyzenin biri geldi, bakarım ben buna ömür boyu dedi. Arkamız sağlam bak, bunlarla gelsinler bana, nedir o "a çok küçük..." ler falan, "bakarım ben bu çocuğa, gelirim sevmeye"lerle gelsinler başım gözüm üstüne.

Ev bakmaya başladık demiş miydim sana, geliş günün belli olmadığı gibi, hangi eve geleceğin de belli değil. Ama sen diğer durumu nereden bileceksin tabi, senden önceyi hiç bilmeyeceksin ne güzel. Hop bu da neymiş diyeceksin her şeye. "2" numara bezinle selam çakacaksın hayata. Arada ellerinle kendini yoklayıp, dudaklarınla emzik arayarak. Yani aynen bugünkü gibi.

Gel Kurabiye...


Altmışbirinci güne günaydın

Günaydın Kurabiye,
Dayın sana ilk hediyesini göndermiş uzak diyarlardan. Onu sana muştulamak istedim. Hani sana geçenlerde çok dokunaklı şarkıdan, sesten bahsetmiştim. Beni minik bir tüy gibi havalandırıp, sonra sessizce yere bırakan, ne yaparsak yapalım, önüne geçemeyeceğimiz türlü başa gelişten bahis açan melodisini dinlemiştim defalarca. Bizi okumuş dayın uzaklardan, sana bana madem sevdik diye albümünü yollamış. Sen ben bir olduğumuz için, benim tüm sevmelerim sana, seninkiler bana bir şekilde tesir ettiği, edeceği için, sen hiç duymasan bile, benim dinlerken sağdığım sütlerle sana duygusu geçeceği için, uzaklardan seni beni mutlu etmek istemiş.

On numara dokunuşlar bunlar hayata Kurabiye. Teknolojinin, internetin her şeyin içine bir güzel karıştığı bir dönemde, içe dokunan bir sesin CD'sini, Norveç'ten niyet edip Almanya üzerinden İstanbul'a göndermek çok güzel karşılamalar hayata. Bu da benim masal bardağım, dayının bana hediyesi. İsveç'ten niyetle Hint işi bir dükkandan İstanbul'a uzanan. Adını ben koydum, efsunlu bu bardak. İçinde türlü mucize var güne açılan. Ne içsen, o oluyorsun bu bardakla. Hiç mutsuz olmadım ben bu bardaktan bir şeyler içerken, hiç bir kötü anım yok bu bardakla ne güzel değil mi. Masala açılan kapılarımdan en güzeli bu bardak benim. Babanın ellemesi yasak bu bardağı, bulaşık makinesine koyulması yasak. Benden içime açılan bir yolculuk bu bardak. Hem o kadar özel, hem o kadar aleni.

Ömrünü güzelleştiren insanlarla dolu olsun etrafın Kurabiye. Kan bağın olsun olmasın, içine dokunan insanlar huzur vermek için yapsın bunu. Diğerlerine görünmesin güzelliklerin, yok saysınlar seni. Boş olsunlar senden ömür boyu.