15 Aralık 2014 Pazartesi

Yüzotuzaltıncı gün

"Lohusa Depresyonu Haftası"  varmış bu aralar Kurabiye. Gülümsedim niyeyse duyunca, okuyunca. Biliyordum olduğunu o depresyonun, bir de ayırmışlar "lohusa hüznü" ve "lohusa depresyonu" diye. Hüzün olan, bebek uyuyunca ya da biri anneye yardım edince geçiyormuş; diğeri tedavi edilmeden geçmiyormuş. Böylelikle, benimkinin -yani çok afadersin birazcık senlen ilgili bu durum hani- depresyon değil, hüzün olduğunu anlamış olduk. Yaşadığım şeyin adının hüzün olduğunu bilmiyordum, o mu komik geldi nedir bilemiyorum. Birilerine yaşama sevincimi kaybediyorum, dediğimi hatırlıyorum; ki bu da o hüznün bir parçasıymış. Lohusa mı ne demek, hm buna sonra gelelim, asıl konuya dönelim.

Biz bugün seninle gezdik yine, sen heybede, ben tin tin yürüyerek. Esnafa, meslek gruplarına karıştık yine. Emlak ofisine evrak bıraktık, dişciye gittik, taksiye bindik, mağazaya girdik. Koca bir kamyon geçti önümüzden gürültüyle, irkildin, koala gibi durduğun kucağımda daha da küçüldün minicik oldun. Korkma dedim sana sarıp, sevip. Korkma dedim, yanındayım ben, dedim, geçti, dedim. Etrafımdakiler baktı şaşkın şaşkın bana. Hangimiz daha tuhaf görünüyorduk, bilmiyorum. Kamyon sesinden irkilmeyen onca insan mı, ilk kez kamyon duyan ve sıçrayan sen mi, seni sakinleştirmeye çalışan ben mi. Kamyon şöförünü normalleştirdim bak, halbuki hayvan olan o, değil mi. Hop sakinleşiyorum, hep o hüzünden oluyor bunlar.

Yol boyu konuştum seninle, duyduğun sesleri anlattım, sen kıpırdadıkça seni dinledim. Etrafa baktım, onlar bana baktıkça. Pusetteki bebekleriyle konuşmuyordu anneler, benim gibi heybede taşıyan kimse de yoktu aslına bakarsan. Sen bana bu kadar yakınken, göğsümdeyken, konuşmamak olmazdı ki Kurabiye. Hem sen benim en tatlı arkadaşımsın öyle değil mi, diğer tatlılar hiç alınmasınlar üzerlerine, bir süre gitsin böyle senin hükmün. Sen beni istemeyene kadar misal, olur mu.

Keyifli geçti gün, gezmeye zorla mı alıştıyorum seni, yoksa zaten severek mi doğdun bilmiyorum. Ama sakinliğinden hoşlandığını anlıyorum gezmekten, değişen seslerden ve hareketten. Ha naptım bugün baban duymasın. Dört şerit akan ama aslında akamayan trafikte yola adımımı attım Avrupa'daki gibi. Bizi görenler tek tek durdular, bize yol verdiler. Vay be dedim, heybeliyim ben, özelim, güzelim, dedim. Yine de çok güvenmeyeyim ben bu anlayışlı insanlara, trafik ışıklarını yoklayayım bundan sonra.

Dişcideyken, yani ben dişci koltuğunda sen de hemşire ablanın kucağındayken, kızın gözlerinin içine bakıp dudaklarını şapırdatıyordun. Aslında küfrediyordun, biliyordum. Söyle şu ana olacak kadına, kalksın bana meme versin kaç saattir bekliyoruz, sen anla anlat ona bari, diyordun. Oncağız, a çok tatlı, acıktı galiba, diyordu.

Senin bu herkesle ayrı telden ilişki kuran hallerine hastayım, hayranım Kurabiye. Benimle, babanla, babanneyle, ananeyle başka kuruyorsun ilişkiyi. Ayırıyorsun bizi, farkediyorsun. Hepimizde farklı uyuyorsun, hepimizde farklı sakinleşiyorsun. İnsan nasıl sevmesin seni, nasıl şaşmasn olana bitene. Enine boyuna bir insansın Kurabiye. Dünyayı görüşü, algılayışı, evirip çevirişi bambaşka olan bir insansın. Şimdilik benim en tatlı arkadaşımsın.

Gözünden gerçek yaşlar gelerek ağladığında dağlanıyor içim. Ben de ağlıyorum o zaman. Bazen bana bakıp acıyorsun, susuyorsun. Nolursun, diyorum sana, nolursun ileride başka şeylere ağla; ama şimdi yapma, diyorum. Ben buradayım, süt, kaka, gaz köpek olsun sana, diyorum. Üzme kendini, hepimiz senin için varız, diyorum. Belki de iyidir göz yaşların, ama benim içime akıyor. Tut onları olur mu, çok gerekmedikçe sence, içeride tut. Büyüyünce ağla, geçenlerde rüyamda gördüğüm dayın gibi, içini döke döke ağla; kollarımızda ağla, sakinleşe sakinleşe ağla. Ama şimdi, ne istesen emrine amade, hayat kolay şimdi, üzenler az seni, sevenler çok. Ondan, şimdilik az ağla, olur mu.

Öptüm seni kulağındaki kokudan Kurabiye...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder