28 Aralık 2014 Pazar

Yüzkırkdokuzuncu gün

Bugün dayın geldi kuzeyden. Kuzeyden deyince çok gizemli oluyor, dayın şu an Norveç'te yaşıyor, çalışıyor, büyüyor. Oralardan geldi seni görmeye. Senin, bizim şekilli foturaflarımızı çekti. Senin ayaklarını zaman zaman birazcık üşütmek pahasına çeşitli kreasyonlar giydirdim. Çok ama çok cici oldun foturaflarda Kurabiye.

Sonra dışarı çıktık dayıyla biraz, seni babaya bırakıp. Hesapta zamanı gelince biberondan içecektin sütü, içmemişsin. Kaideli adamsın, o süt memeden içilecek arkadaş, diyorsun. Uyumuşun, kalkmışın, ama yine içmemişin. Kendine has zevk ve tercihlerin olmasına yorarsak güzel, seni emdiğin müddetçe hiç uzun süreli -uzun dediysek iki saatten uzun- bensiz bırakamayacağımı düşünürsek hafif korkutucu bir durum yani.

Sonra ben geldim emzirdim seni, kolumda uyuyacaksın, ya giderse telaşıyla mı, uyusan tadını, keyfini kaçırıcan diye mi bilmiyorum, dalıp dalıp uyandırdın kendini kafanı silkeleyip geriye doğru. Hepsine tamam, dedim. Senin hepsi, al bakalım nasıl istersen, dedim. Foturaflarda bu kadar şirin çıkan bir çocuk, hiç kötü olamaz, dedim. En şekillisini bastırıp odana asmayı düşünüyorum ki; senin ağlama, benim sinir nöbetlerimde ona bakıp, hatırlayayım bu hallerini, kendimi soğutayım.

Ömrün uzun, ağlamaların küçük, gözlerin hep ışıl ışıl olsun Kurabiye...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder