11 Ekim 2014 Cumartesi

Yetmişbirinci gün

Bugün yazabilmem, bundan sonra her gün yazabileceğim anlamına gelmiyor ne yazık Kurabiye. Bugün sen bizim eve geldin. Artık bir evin, odan, yatağın ve dönencen var. Biz mi, biz şaşkınız. Çok kolay tedirgin olup, çok kolay neşelenenebiliyoruz.

Misal, yanlış biberon seçimiyle yıkılırken, atom karınca ananenin gidip doğru biberonu almasıyla rahatladık. Baban yanlış biberonları, sabah flaşı patladığı için fırlattığı telefonu gibi fırlatacaktı, büyüyünce belki kullanır, diye ikna etmeye çalıştık onu. Lıkır lıkır içtin sonra, hepimiz rahatladık. İçemediğinde, babanla konuşmasak da durumu, ikimizin de atan yüzü, kızaran gözlerinden neler düşündüğümüz okunuyor gibiydi. Minik bir kurabiyenin beslenememesi demek, her şeylerin en kötüsü demek olabilirdi çünkü.

Şimdilik bunun dışında çok korkutmadın bizi, tabi henüz tam bir gün olmadı bu evde. Umarım sevmişsindir, ya da seversin bir şans verip hepimize.

Bez değiştirme konusunda henüz on numara seviyeye gelmedik sanırım, ama geliriz herhalde. Gazda da çok iyi değiliz, ben sana vurdukça, nasıl annesin sen diyorlar bana. Ben vurdum vurdum, gaz çıkarmadın; baban kızdı aldı seni benden, yumuşak yumuşak sevdi sırtını. Bak işte çıkmıyor gazı, ver bana, dedim. Ben alır almaz, daha vuramadan çıkardın gazı. Hani benim muamelemden mi korktun, baban yordu ben mi attım golü, anlayamadık. Ama neticede, gaz çıktı mı, çıktı.

Benim süt sağma saatlerim şaştı tabi, ama herhalde bir düzen oturturuz, birbirimize adapte oluruz, değil mi. Sana baktıkça, koca adam nasıl olur bu minik kurabiye diyorum sık sık.

Korkutma bizi, emi Kurabiye...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder