4 Eylül 2014 Perşembe

Otuzdördüncü gün

Göz muayanesi günüydü bugün. Dün, babayla ben birbirimize demeden tedirgin geçirmişiz geceyi. Süt uyanmalarında, belirli belirsiz dua ediyordum misal. Sonra durup düşünüyordum niye ediyorum bugünkünü ben diye, sonra hatırlıyordum muayene günü olduğunu.

Neyse, nispeten iyi haberler aldık diyelim. Yani biz sanıyorduk ki, doktor bakacak "sapasağlam hiç bir şeyi yok", ya da "malesef kötü kötü şeyler var" diyecek. Öyle olmadı, önce "iyi haberler maşallah" dedi. Sonra anlattı detayları. Beş aşamalı olup sadece prematürelerde görülen bir rahatsızlığın, ilk evresi varmış Kurabiye'de. Ama bu çok normalmiş, 3 hafta sonra yeniden bakılacakmış. İlerliyorsa kötü, ilerlemiyorsa iyiymiş. Doktor bizi bırakıp gittiğinde, iyi mi hissetmeliyiz kötü mü hissetmeliyiz anlayamamıştık. Yani demiştik, şimdi haber almak yerine 3 hafta sonra toplu haber almak belki de daha mı iyi. Yoksa, çocuk doktorunun dediği gibi "ilk 3 yıl sürekli ve çok" mu "kritik?"

Yine de gülümsüyordum çıkışta ben, içimden neredeyse eminim Kurabiye, bu yolculuğu "savulun bree" diye diye tamamlayacağından. Ama erken doğuran kadınlar, genelde hep erken doğuruyor diyorlar ya, hani bu tatlı sürece nasıl dayanır analar birkaç kez, diyor diyor, susuyorum.

Şirin bir kedimiz var Kurabiye bizim. Sen vakitli gelseydin, birazcık zorlansak da birlikte büyür gidersiniz diyorduk. Ama sen aceleci çıkıp, türlü korku ile bizi sarınca kedinin de yeni ev arayışı mı başlamalı diyorduk ki, bugün doktordan net olarak duyduk. Kurabiye içeri, kedi dışarı olacakmış durum. Kedinin gitmesine mantıklı bir yüzde vermiş olsam da, gerçekliği bugünkü kadar hissetmek dokundu. Baban daha çok bile seviyor olabilir kediyi, kedinin onu daha çok sevdiği kesin ve hatta. Beni böyle ettiyse, babayı daha da kötü etmiştir durum.

Şimdi sen, kediyi de hiç göremeyeceksen, sana onu biraz anlatmamız, anlatırken de yüreğimizi hafif sızlatmamız gerekiyor olabilir.

Kedi, elimize doğdu sayılır bizim. Anasını, babasını, kardeşlerini ve hatta ananesini tanırız yakınen. Kaka yapmayı, mama yemeyi, yürümeyi, yorulup yol ortası -yani baba karnı ile omzu arası- uyumayı bizimle öğrendi. Biz de kapıyı her açtığımızda, evde bizi bekleyen birinin olduğunu, olmasının ne güzel olduğunu onunla öğrendik. Çok denediysek de "kızım, bir çay koy bize mutfaktan" teklifimize hiç yanıt alamadık.

Ağladığımız oldu bazen yanında, hır gür çıkardığımız da. O zamanlarda olan bitenden nasıl etkilendiğini gördük. Hiç unutmayacağım günlerin biri gözümün önünde, yazılacağı yer burasıymış demek ki bak. Can sıkıcı bir günün sonunda, ayrı odalarda yattık babayla, benim odanın kapısı kapalı. Sabah olunca, beni normal yerimde göremeyen kedi, kapalı kapılı odanın önüne gelip çağırdı beni. "Kalk uzatma, bak ben de üzülüyorum" dedi. "Ben de buradayım, olan bana da oluyor, ben armut muyum?" dedi. O kadar çok şeye şahit oldu ki kendince bu evde, o kadar çok konuşmaya, hep hayal ettim dile gelme gününü onun "Sen, geç hele, anlatacaklarım var" diyeceği günü. Biz senden önce ikibuçuk kişiydik yani evde Kurabiye.

Pratik bilgiler:

  • Bir arkadaşımın da kedisi uyutulmuş bugün ömrünü doldurup. Kediler ölmez sanırdım ben, çok sevilen insanlar gibi. Ölünüyormuş demek ki. Neydi özlü güzel sözlerden biri, her anın tadını elden geldiği kadar çıkarmak; ilerde öyle olursa böyle olursalarla doldurmamak gerek zihni. Gelecek, hiç beklemediğiniz şekilde gelip sizi içine çekebiliyor nasılsa, siz hiçbir şey yapamazken müdahale için hem de. Dünya büyük, biz ise yıldız tozu hepi topu.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder