6 Eylül 2014 Cumartesi

Otuzaltıncı gün

Bugünden anladığım en net konuyu aktaracağım şimdi kısaca. Süt denen hadise, deniz kıyısında, çimlerin üzerinde kesinlikle daha çok geliyor. Yani moral birçok şeyi etkiliyor. Bunu bilmemek için taş olmak gerek sanki Kurabiye.

Sonra, bugün biz biraz felekten gün çaldık açıkcası. Ben rakı içemesem de içki içilen yerde bulundum Kurabiye. Rezeneler, şalgamlar, havlıcanlar birbirini kovaladı benim için. Evde sensiz geçen son günler artık hüzünlendirdi mi, neşelendirdi mi anlamadık bizi. İspanyol filmleri havası oluştu gibi gibi evde, sokakta, deniz kıyısında bugün. Her şeyin yeni bir sonunun olması tuhaf geldi hafif. Senden önce senden sonra her şey bir başka türlü mü olacak acaba Kurabiye? Misal biz dayıyla sahile gidip hiç efkar yapamayacak mıyız acaba? Ben dokuz aydır göbek atamadığımı aniden farkedip, salonun ortasında oynayamayacak mıyım? Ya da, ya da yüksek sesle oradan buradan müzik dinlenemeyecek mi evde seçip seçip? Kediciğin gidici olmasından ve bize verdiği pozlardan hiç bahsetmiyorum şimdilik. "İnsan çocuğunu sokağa atar mı" diyor baban. Bir çocuğun gelmesi için diğer bir çocuğun gitmesi gerekiyormuş demek.

Büyüyor muyuz Kurabiye? Seni, büyümen için yan odaya aldıkları gibi, bizler de büyüyor muyuz birer birer? Yüzümüzü güldüren, canımızı sıkan, trafikte sövdüren şeyler büyütüyor mu boyumuzu? Boyumuzun ölçüsünü mü görüyoruz yoksa? Ananaler, babaneler, anane babane oluyor senin sayende. Ben ana, baban baba, dayın dayı, dedeler dede oluyor. Kırk santimlik boyunla, hepimizi yeniliyor, büyütüyor musun sen? Gidecek misin onsekizinde de? Neredeyse eminiz biliyor musun bundan, hepimiz ayrı ayrı eminiz.

Hayır olsun Kurabiye, hepimize hayır olsun, içimizden gelen sesleri duymak nasip olsun. Yaşımız çocuk olsun, çocuk kalsın. Her şey, ol demekle olacak kadar kolay, duru, açık seçik olsun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder