20 Eylül 2014 Cumartesi

Kırkdokuzuncu gün

Sevgili Kurabiye,

Uzun bir gün oldu bugün. Sana yazmak, biriktirmek istediğim şeyler çok değişti gün boyu. Süzmeye çalışacağım gecenin içinden.

Öncelikle beslenmen artmış, 12*18 cc besleniyorsun. Bunu evet ileride gülebilelim diye not düşüyorum, sen şu an günde 216 cc süt ile doyan minik mideli bir dev adamsın. O ne ya, dişimin kovuğuna yetmez o kadarcık şey diyeceksin. Sonra bugün dedik ki sen 5 kiloluk un çuvalı içine girsen -nereden bulduysak bu fikri de- farkedilmeyecek kadar ufaksın aslında. Altındaki bezin artık bir markası ve numarası var, "2" yazıyor üzerinde. Bu ne demek bence peki, en küçükten bir büyüksün artık. Ve senin gibiler için bir marka var artık, yani normalleşiyorsun Kurabiyecik. Yolun açık ve uzun olacak inşallah.

Günün uzunluğuna ve sana süzülecek anılarına gelirsek; okuduğum okula gittim ben bugün senden sonra. Beşinci kaytarma günü oldu yani Kurabiyeli dönemde. Okulda ben çok eğlendim Kurabiye, hatta dayının da kanına girdim. Ve kampüse ilk gelişimizi hatırlıyorum büyük büyük baban ve dayınla. Ananenin büyük hayalleri vardı, üniversitede hanım hanımcık bir kız olup, topuklular giyip makyaj yapacaktım- bir üniversitem olmayışıydı onsekiz yıldır bu güzelliklerden beni alıkoyan yani- Ama bir bakmıştım, tüm kampüs çimenlik alan, ananenin topuklu hayallerinin taca gittiğini anladığım andı. Zaten sonra ilk sene beni kırmızı eşofman altı ve kapşonlu bir üstle okuldan eve gelirken gördüler sık sık. Çimenlerde en rahatı eşofmandı çünkü, ve evet erkekler öyle de beğeniyordu anneni.

Neyse, okuldan Bebek'e indim, oradan Ortaköy'e yürüdüm. Bunlar da insanlık için küçük, benim için büyük adımlardı. Aylardır etmediğim şeylerdi. Birçok anı doldu içime, on yıl oluyor mezun olalı, on yıl önceki heyecanlarıma götürdü aşağıların havası beni. Heyecan derken, hep olmayana duyulan heyecanlar, meraklar, hevesler. Ve düş kırıklıklarımı hatırlattı. Üzüntülerimi. Sonra seni düşündüm. Sana en çok ne verebileceğim, katabileceğim dedim. On numara bir çocuk yetiştirmeyi garanti edemem belki ama, nasıl güzel düşüleceğini ve düşünce nasıl güzel kalkılacağını öğretebilirim dilim döndüğünce dedim. Düşmenin güzelliğini, ve her düştüğünde sığınabileceğin bir kuytun olduğunu. Hiç düşmemenin, hiç yaşamamak, hiç anı biriktirmemek demek olacağını anlatabilirim.

Bir de çok sevebilirim seni, çünkü çok arıyoruz bunu, hayatımızın her döneminde. Bizi çok seven, karşılıksız seven birilerini. Anneler en çok bu anda çıkıyor sahneye. Sınırsız koca bir sevgi, Bebek'in güzel denizine, salınan kayıklara ve onları seyreden, başka hiçbir şey yapmadan, konuşmadan o güzelliği seyreden insanları görünce bunları düşündüm. Sonra ananenin bana mektup yazdığını gördüm. Ben ne düşünüyorsam senin için, aynını bana söylüyordu mektupta. Gülümsedim. Evet, dedim. Ben de senelerce ne gördüysem en çok, neyle bezendiysem, onu vereceğim elimden geldiği kadar Kurabiye'ye dedim. Rahatladım.

Dayına anlattım elimden geldiği kadar bildiklerimi. O beni büyüttü, ben onu. Şimdi sıra sende. Baban, dayın, dedelerin, ananen, babaannen, ben ne biliyorsak sereceğiz önüne. Allak bullak edeceğiz kafanı, doğruların karışacak birbirine. Kendi doğruların yanlışların çıkacak sonra meydana. Kafa tutmaların, kapı çarpmaların. Ama en çok, her canın yandığında dönebileceğin evlerin olacak ömürler yeterse.

Bilmediğin bir yolda giderken kaybolduğunu düşünürsen, haritalar ve pusulalarla vakit kaybetmeden geldiğin yoldan geriye dön. Bildiğin bir yere, bildiğin yollardan gidiyor olmak seni huzurlu kılacaktır. Yaşamında yolunu kaybettiğinde de aynı şeyi yap ve olabildiğince geriye dön. Sözgelimi çocukluğuna, aramıza…
Şebnem İşigüzel, Öykümü Kim Anlatacak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder