31 Mart 2015 Salı

İkiyüzkırkıncı gün

Bugün elektrikler kesildi Kurabiye. Bugün tarih gibi bir gün oldu ondan yavrucum. Senin zamanında belki hiç kesilmez elektrik, hatta benim son zamanlarımda bile hemen hiç kesilmemişti sanki. Halbuki zaman durdu bugün. Annen ne çay yapabildi, ne de sana çorba. Çamaşır yıkayamadı, müzik açamadı, süper hiper olduğunu zannettiği kablosuz internetin de elektrikle çalışan bir fani olduğunu ise akşam babandan öğrendi. Ki kimse duymasın, annenin aslında internetle oldukça yakından ilişkili bir işi var. Ki bu basit bağlantıyı bile bilmezken, onu -yani beni- tutup müdür yapmamış olmamalarını anlamak pek zor olmasa gerek sevgili okurlar için.

Konuları nasıl bağladım birbirlerine kördüğüm ettim bak. Asıl konuya dönelim. Elektrik işlemiş her bir yanımıza annecim. Ve on numara yeni evimizde asansör için jeneratör varmış, yoksa her birimiz katlarımızda- zavallı biz ise sekizinci katımızda- mahsur kalacaktık. Babanne gelemeyecekti, sana bakacak bakıcı adayı gelemeyecekti, ben dışarı çıkamayacaktım, zaten çıkmamış olsam bile, çıkamayacak olduğumu başından peşin peşin bilmek daha sıkacak, darlayacaktı beni. Ama iyi ki jeneratör vardı. Ve o elektrik akşamüstüne doğru geldi ancak. Seni o saate kadar uyutmaya çalıştım ben de, neden korktum emin değilim. Elektriksiz, her türlü dış ve yan etkensiz bir dünyada seninle yalnız kalmak neden bunca korkuttu, ürküttü beni bilmiyorum. Sanki çaldığım müziklerle susuyormuşsun gibi, öyle mi oluyordu yoksa. Ya da rezene çayı gerçekten sakinleştiriyor muydu beni-su ısıtamayınca onu da içemedim bugün. Telefonumu, ya onun da jarjı biterse diye kurcalayamadım, hah dedim bişiler okumak için harika bir zaman, sonra sen uyandın, çocukları faili meçhul denen cinayetlere kurban giden anaların mahkeme salonlarında hak arayışlarını anlatan yazı yarım kaldı elimde.

Sonra baban bir yazı okuttu akşam bana, elektrikler akşam yine kesilince balkonda oturduk sessizce, çok uzun süredir olmadığı gibi. Bazen ne çok ihtiyacımız var halbuki, sesleri kısmaya, azaltmaya, azı ama özü duymaya, sadece konuşmaya, Gündem olaylarıyla bölündü yazım, aynı konsantrasyonla devam edemeyeceğim sanırım, bağlayıp bitirmeye çalışayım.

Babanın okuttuğu o yazı, anne babaların bebeklerini yürümeleri için nasıl teşvik ettiklerini, bebeklerin en az yüz kere popo üstü düştüklerini, ama anne babaların teşviği nasıl da sürdürdüklerini, ısrar ettiklerini anlatıyordu. Nedendi teşvik, çünkü anne baba da denemişti ve olmuştu her birinin hayatında, bu evre aşılmıştı, herkes eninde sonunda yürümüştü. Denenmiş sınanmış olduğundan, hayata geçeceği kesindi,o yüzden destek, o yüzden inanç tamdı.

Halbuki büyüdükçe, hiçbir şeyi yüz kere, yüzü bırak çoğu kez üç kere bile denemiyorduk. İnancımız, her şeye olan inancımız yerle bir olduğu için çok kolay, aza tamah etmemiz öğütlendiği için, içimizi yeterince duymadığımız için, olmuyor işte'lere çok bel bağlamışken, olmuyorsa zorlama'lara çok değer vermişken, sen busun'lara çok yaslandığımız için, hepsini bırak, yeni neslin sorduğu ama bizim çoğu zaman soramadığımız "aslında ben ne istiyorum?" sorusunu elimizde tutamadığımız için. Dayın bile "istiyor muyum?" derken, ben çoğu zaman "yapabilecek miyim?" dediğim için.

Halbuki sen, sen X'ten Y'den daha da fırlama bir yeni nesil olabilirsin, tanımıyoruz senin neslini daha, o yüzden sana en çok hayal kurmayı diliyorum güzelim. Elini yüreğine koyup, deniz kabuklarını dinler gibi içinin sesini dinlemeni diliyorum. Etraf kuru gürültü, etraf teneke vızıltısıyken senin içindeki sana özel müziği duyabilmeni diliyorum. Elden ayaktan geldiğince destekleyeceğim, destekleyeceğiz seni, sen istedikten sonra, sana onlarca yol açacağız yara yara.

"Kaybetmeyi anlatma bana, bilmiyorsun, bilmiyorsun" diyor bir şarkı arka fonda. Kaybetme korkusu, başaramama korkusu sarmasın her yanını, kaybetmeyi bilmesini bil annecim, Yazılar öncesinde dediğim gibi, düşmesini bil en çok, ben tutacağım elinden senin, yaralarını sileceğim, üfleyeceğim onlara. Sen düşmesini bil, neden biliyor musun, aynı şarkı "düştüm evet düştüm" diyor şimdi çünkü. Yazım, elim, kulağım, içim her şey birbirine karışıyor çünkü. Tesadüf diyoruz bazen adına, bazen iç ses, bazen masal. Sen düşmesini, sen kaybetmesini bil, bil ki hayallerin olsun. Annen hayallerini duymuyor çoğu zaman, bale yapamayan anneler gibi, senin hayal kurabilmelerini diliyor tüm kalbiyle ondan.

Ben seni tutacacağım Kurabiye, ve şarkı "bir şarkı tut" diyor şimdi. Sevgiyle Kurabiye, sevgiyle...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder