5 Mart 2015 Perşembe

İkiyüzondördüncü gün

Ev bulduk Kurabiye, senin dolanman, hayırlısıyla koşturman için ev bulduk. Bulamadığımız o iki hafta öyle uzundu ki, bir ömür gibiydi. Sanki hiçbir zaman ev bulamayacağız gibiydi. Biz içindeyken yıkacak halleri yok ya bu evi, diyordum kendi kendimi rahatlatmak için. Neyse bulduk sonunda da kapandı mevzuu.

Senin belki de farkında olacağın ilk anıların o evde olacak ne enteresan, değil mi. Yav anne, bunun nesi enteresan, diyebilirsin. Oradan bakınca enteresan değil, şimdi ve buradan bakınca enteresan. Ya da yorgunluk, şaşkınlık ediyor yine bana bişiler.

Yorgunluk demişken, dün gece sen ve haliyle ben bir ara üç saat deliksiz uyudun, uyudum, uyuduk. Bu bana ne kadar iyi geldi anlatamam sana. Temizlikçi abla baktı bana bugün, sen bugün bayağıdır olmadığın kadar iyisin, iyi misin? dedi. İyiyim, uyudum ondan oldu sanırım, dedim. Ev bulmak rahatlattı belki, dedi. O bile anladı halimden.

Sonra sen çorbadaki kabakla ve yulaflı sütteki pekmezle tanıştın. Biz de sayende bir kaşığın ağzın içine iki elle nasıl itilip, yalanıp yutulduktan sonra da geri al bunu, doldur getir, denilerek nasıl geri çıkarıldığını gördük. Annen ve dayın gibi kabak ve dolayıslen mücver sevecek bir delikanlı yetişiyor, nasıl mesudum bilemezsin. Yoksa ben bunları bir yerde demiş miydim, yoksa demeyi mi düşünmüştüm. Neyse Kurabiyecim, artık benim seninle karşılıklı şöyle leziz mi leziz bir mücveri sarımsaklı yoğurtla ve sıcak sıcak ve tıka basa yeme hayalim var. Kıskananlar, ıyy diyenler çatlasın, patlasın...

Öptük seni minik Buddha ayaklarından, topuklarından...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder