30 Ağustos 2015 Pazar

Artıyirmisekizinci gün

Aslında dün yazacaktım, ne çok aslında diyorum sana. Al sana yine devrik. Kafa bile yordum bunun üzerine ben, bir deli bir kuyuya taş attı, ben oturdum baktım ardından, neden neden, dedim. Şöyle karar verdim, tam olarak neyi nasıl diyeceğimi, ne dersem ne olacağını, daha cümleye başlamadan, ağzımı açmadan kestiremiyorum. İşyerinde çok sık tecrübe ettiğimiz ve hastası olduğum "kervan yolda düzülür" tabirinin kelimelere dökülmüş hali, benim devrik cümlelerim oluyor. Bak cümle devrik olmadığı zaman, bu kadar uzun oluyor, ne gerek var. Varsın devrilsin be Kurabiye.

Konumuza dönelim, aslında dün yazacaktım. Çünkü dün çok güzel, çok özel bir gündü. Bugün de çok güzel oldu üstüne, ama yine de dünden başlayacağım.

Dün bizim evlilik yıldönümümüzdü Kurabiye. Sen bu eve hancı olmadan önce geçen dokuz yılın kapanışıydı, güzel tesadüfler çok güzel bir güne yol verdiler üçümüz için. Evlendiğimiz otelde kaldık bir kere, ki ben çok seviyorum orayı. ilk gördüğümden beri hastasıyım da denebilir. Ve bize, evlendiğimizde kaldığımız odayı vermişler; minik bir farkla, içeride mini mini bir bebek yatağı var bu defa. Onlarca şey düşündüm odaya girince, aynılığını farkedince. Babanın, şaraptan sağlam bir yudum alıp "Allah utandırmasın" diyerek alnımdan öpüp, elimi sıkı sıkı tutup bizi salona indirişi var o geceden mesela.

Düğünün olduğu salona indik sonra sabah, sen uyuyordun, dürtmek istedim, yapamadım. Bir daha gideceğiz mecburen. Gözlerim doldu salonda, kadın işte, ağlasın dursun. Aslında çok mütevazı bir otelde, küçük bile sayılabilecek bir salonda olan biten her şey bana on numara görünmüştü o gece. Orası kocaman, o düğün de her düğünden daha güzel gibi, pasta niyetine gelen dondurmalı helva her şeyden daha tatlı gibi. Ben en güzel gelin, baban en güzel damat, dayın en tatlı dayı gibi. Tüm makyajım "evet" derken akmamış gibi, "hayatta akmaz" dedikleri rimel gözümün içine girmemiş gibi. Düğünün çok güzel olduğunu, konukların hiçbirinin kapanışa kadar, biz onlara "hadi artık" diyene kadar gitmemesinden biliyorum. Oradan rahatlayabiliriz.

Halbuki neler oldu sonraki dokuz yılda dedim kendi kendime, ne kavgalar ettik durduk babanla. Ben birazcık hırçınım, o da hafif inatçı. Ama sen bu minimini huylarımızı alma emi tatlım. Ölümler oldu sonra, terasta otuturken geldi gözümün önüne. Terasta kol kola çektirdiğimiz foturaflar. Gelin halimi gören ama anne halimi göremeyen ananem, babaannem, dedem geldi aklıma.

Neyse Kurabiye, ben böyle duygusal şeyler düşünürken, sen hep uyuyordun işte annem. Neden mi, gece yine uyumadın çünkü, yer yadırgadın, bize de yadırgattın gül gibi gelin damat odamızı. Neyse, yazdık deftere, alacaklıyız senden.

Ertesi gün çok güzel gezdik, Eminönü gördük, Sultanahmet gördük, Köprü altında bira içtik, köprüyü geçtik senlen, Karaköy gördük. Her yerlerde gezdik, dolandık. Bizim pestilimiz çıktı, sen "yine yapalım, yine yapalım" deyip duruyordun. Senin şu henüz yürümemen, tahtında gidip gelmen, yorulmana mani, malesef anlamam zaman aldı benim. Bir de cici bohça aldım sana, tam falcı bacı oluyorum bohçama seni taktığımda. Kah bohçada, kah arabanda, kah vapur koltuğunda, kah baba kucağında, takıldın da takıldın Kurabiye. Eminönü'yü ben çok seviyorum, sanırım sen de çok sevdin. E baban da sevecek artık n'apsın.

Bir de sakızcı amca var bilmen gereken, arkadaşlarının kırkbeş kağıda sattığı arap bacı sakızlarını onsekiz paraya satan. O amcayı iyi belleyip, her bayram gitmen lazım senin. Biz elden ayaktan kesilirsek, tüm sakızlarımızı, çikolatalarımızı oradan almalısın bize.

Öptüm seni çığlık atan minik boynundan...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder