22 Ağustos 2015 Cumartesi

Artıyirminci gün

Bugün parka indik seninle. Seni beğenen abiler oldu, sen ne tatlı şeysin, dediler. Ellerindeki aletlerle senin foturaflarını çektiler. Halbuki ben de aylardır ve hatta iki yıldır elime almadığım makinemi almıştım. Seni çekecektim boy boy. Ama benim makinemin mevsimi geçmiş bile Kurabiye. Işığı ayarlasam, saniyeyi ayarlayamadım.

Çocuk kadar hareketli bir şeyi, manual ayarlı makine kadar hassas ve bi yerde yanlış şeyle çekmeye kalkmamak gerekiyormuş. Geldi o kendine abi dediğimiz velet, ay sen ne şekersin du bir çekeyim seni, dedi. Açtı ipad'ini, çot çot çekti seni ben netliktir, ışıktır, saniyedir derken. Dur bir de selfie yapalım birlikte, dedi, ikinizi çekti sana da gösterip koca ekranda... Ben göstersem ne göstercem el kadar makinede, sense koca kafanı gördün ipadde.

Hey gidi Kurabiye annesi seni, dedim. Zamanında bu makineyi alırken de, eski manual makinenden ayrılamamış, filmdir banyodur tutturmuştun, dedim. Şimdi de senin bu yarı profesyonel yandan çarklıyı yandan sollayıvermişler, dedim. Ipad mi o, bize de lazım demek ki dedim, yazdım deftere. Ki bu ipad denen şey, ileride, benim şimdi romantik bir bağ ile tutunduğumu minik not defterleri gibi bir şey olacak sizler için. Kendime maksimum on sene tanıyorum ve diyorum ki, o ve ben bu hızla gidersek şayet, teknoloji beni on sene içinde alt edecek. Ve sana yalvaracağım, gel beni şunlan şurda konuştur, görüştür diye.

Öyle yani annecim, ama bir on yıl en azından, sen benim her şeyi en iyi, en çok ve en doğru bileceğimi sanacaksın. Öyle de olacak yani.

O zaman, nice on yıllara paytak ve iki yarımdan çok, bir yarımdan az ve bir de yarımdan çok çok az dişli çocuk seni...

Yeniyetmelerin,

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder