29 Şubat 2016 Pazartesi

Artı ikiyüzyedinci gün


Bu foturaf olmasaydı bugün yazmayacaktım sana. Aslında böyle deyince, önce bir adım sonra çok adım geri gitmem gerekecek.

Günün birinde illa ki Avustralya'ya gidecek olan ve ananaslı kek yapabilen abi bu foturafı o gün çekip, bugün bana göndermeseydi, ben bunları yazmayacaktım.

"Her şey bir sebep için olur" gibi bir söz var şu günlerde sevilen. "Her işte bir hayır vardır" da denilebilir ya da ne bileyim, "vardır bir hikmeti" denilebilir. Hem sever, hem sevmez idim bu lafı. Sevmenin anlamı olmayacağına dair çok anlamlı bir yazı okumuştum misal yakın zamanda. Her şey bir hayır için olmaz, diyordu yazıda. Bazı acıları, başka bir hiçbir sebebe, ona buna bağlamadan, geldiği gibi ve ağırlığınca yaşamak gerekir, belki de asıl aşılması gereken eşik budur, diyordu özetle.

Bizim hikayemiz bu kadar uzun boylu değil evet, ama bugün bu foturafı gördüğümde, içimdeki birçok minik adam ve kadın -onlar sana bazen bahsettiğim orman cinleri oluyor, hani minik boylu, kırmızı yanaklı ve kırmızı huni şapkalı- aynı şeyi söyledi. İşte olan her şey, tam da bu gece, kimse için değilse bile senin için kadın senin için, küçük çaplı bir tarih yazmak için olmuş, dedi. Anlatıyorum şimdi dilim döndüğünce.

Üzerindeki kırmızı yeleği, Almanya'da yepyeni bir hayata gözlerini açmaya niyet eden ve çok konuşup çok gülen bir abla hediye etti sana. Elindeki kırmızı toplu davulu ise ben sana, bu şehirdeki en sevdiğim parktan aldım. Yanımda sen vardın aldığım gün, ama ne aldığımı anlayabilecek, anlamayı bırak, elinde tutabilecek kadar bile büyük değildin. Yanılmıyorsam senli ilk uzak gezmelerimizden birisiydi ve şansa bak ki, şehrin en sevdiğim parkında o gün şenlik vardı, havada bir bayram havası. Bu oyuncakları da, tüm biricik oyuncakları kendi yapan bir abiden aldım ikimiz için. Ve zamanı gelince, eline aldın çok sevdin onu. O gün arabada o minik davulu yeniden bulmasaydın, bu foturafta olmayacaktı.

Mimozalar, buralarda vakit mimoza vakti. Benim ayağım sakat. Ayağım sakatlanmasaydı, foturafın çekildiği yere bir hafta önce gidecektik. Bir hafta önce gitseydik, henüz mimozalar çıkmamış olacaktı ya da en azından ben mimozaları almak için görememiş olacaktım. Çünkü bu hafta, ayağım sakat olduğu için evdeydim ve mimozaları satan çiçekçi ablaları görebildim. Ama bununla da bitmiyor tabi...

Kıvırcık saçlı olup, kum gibi, tuz gibi bir şey olan bir abi, üzerinde çalıştığı ilk kitabını bana okumam için vermemiş olsaydı, ben sakat olduğum hafta o kitabı okumak için kahveye gitmeyecektim. Ve dolayısıyla kitabı kahvede bitirip, türlü duygu ile sonrasında yolda yürüyor olmayacaktım. O türlü duygu bana köşedeki çiçekçiden, ederinin iki katına iki demet mimoza aldırmayacaktı belki.

Ve hatta üstüne, eve vakitli gelebilseydim o akşam, mimozaların birini sana bu kadar iyi baktığı için şükranlarımın bir parçası olarak Hayat Abla'ya verebilecektim. Birini ona verince, belki diğerini bana saklayacaktım ve ertesi günkü kahvaltı ziyaretine götürmeyecektim.

İşte eğer her şey böyle olsaydı, o zaman bu bendeki muhteşem foturaf karesi hiç olmayacaktı.

Ve bu yazı hiç yazılmayacaktı.

Ama sen hep büyü Kurabiye. Devler ve cüceler ülkesinde yerimiz değişene kadar büyü, uzun yolun boyunca.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder