25 Şubat 2016 Perşembe

Artı ikiyüzdördüncü gün

Canımın içi,

Sana bu satırları yazana dek bile hup diye aklımdan yazdım bitirdim ben bu yazıyı. Şimdi sakinleşip, tane tane sana da anlatabilmem lazım.

Çeşitli açılardan renkli günler geçiriyorum. Ama sana haksızlık etmeyerek, senli benli kısımları anlatacağım.

Bugün yine bir hareketinle afallattın beni. Yatağa doğru hoplayıp zıplarken, elini sıkıştırdın, canın yandı, yüzün ekşidi. Elini bana uzattın, öpmemi istedin. Öptüm ve geçti. Öpiyim geçsin dememe gerek kalmamıştı, geçen aylarda okuduğum ve kalpten benimsediğim bilimsel yazı kendini doğrulamıştı. Öpmek geçiriyordu ve sen bunu çoktan öğrenmiştin, öptüm ve geçti ve sustun. Bu insanlık için küçük, benim için büyük hareket beni pek afallattı. Allahım, dedim, bu çocuk ona neyin iyi geleceğini biliyor, kendi kendine yeten-en azından ne istediğini bilen- bir çocuk olacak. Şaşkın ve artık hafif mavi saçlı bir annenin saçmalamaları olarak da alabilirsin tabi.

Bu aralar, seni gözlem işini daha bir ciddiye aldım. Hm, bunu şöyle yapıyor, demek ki şöyle olacak, diyorum. Ve kafamda hop bir kırk yıl sonraya gidiyorum, yok kırk çok oldu, kırk olsa ben o hayal ettiğim cümleleri düzgün şekilde kuramam muhtemelen, çok yaşlı olurum. Otuz yıl diyelim en iyisi. Bir otuz yıl sonra, yani sen otuzbir bense altmış küsür yaşımdayken "küçükken de böyleydin sen" diyebileceğim şeyleri biriktirmeye başlayabilir miyim, heyecanındayım yani. Allahım ne kötü ve uzun cümleli bir tarif oldu ucunda olduğum şeyi anlatmak için.

Yani aslında, sen canın yanınca, canın yanan yeri öpmem için bana uzatıyorsun, ve öpüyorum ve geçiyor. Olağan üstü, değil mi? Öpeyim geçsin. Öpelim ve hepsi puff geçsin. Mümkün mü? Neden olmasın? İstedikten, inandıktan sonra, neden olmasın? Senin minik yüzündeki buruşmuş ifadeyi, gülümsemeye dönüştürebiliyorsa, neden başka şeyleri de dönüştüremesin?

Tabi buradan, senin halı sahadaki beyaz direkleri öpmeye çalışmana geçmek istemiyorum, ama belki sen de onları iyi etmek istiyorsundur. Ama bunu pek yapmanı istemiyoruz, hastalanmandan ve sana deli demelerinden endişe ediyoruz.

Mavi saçlar demiştim, bak ben böyle bir şey oldum, aslında bu kadar mavi değilim, yani sen aslında hiç sallamadın bendeki değişikliği, ama olsun, belki zamanla daha bir alıcı gözle bakarsın, hm güzel olmuş dersin. Şimdilik, öpücüğümün gizli gücündeyiz ki bu da bana yeter artar.

Benim bu pek değerli mecradaki yazılarımı derleyip bir kitap yapma hayalim vardı, hayalim kabına sığmadı, tuttum dedim bir yayınevine. Kibarca reddettiler beni, baban dedi ki her usta sanatçı ilk başlarda defalarca reddedilmiş, yenilme vazgeçme, en kötü neyse parası bastırır, çıkartırız kitabını, sıkma tatlı canını, dedi. Öte yandan kim napsın benim üç kişilik dünyam etrafında dolanan uçurtma tozu kılığındaki not düşmelerimi. Ama başka bir yandan öyle anneler var ki güzelim, kadın ne yazsa altında üçbin kişi "çok beğendim!" yazıyor. Durmasını bil çekirge, diyorum şimdilik kendime, üç kişi beş kişi senin harcın, sus otur ve yazmaya devam et diyorum.

Sonra bugün babanın çocukluk fotoğrafını gösterdi babaannen. Artık reddemeyeceğim kadar çok benziyorsunuz birbirinize. Ne bekliyordum ki, diyorum sonra. Armut dibine düştü işte. Babaanne kimbilir ne hissediyor diyorum bazen. Oğluna bu denli benzeyen bir oğlan doğurmuş bu kadın için. Gelin sınıfına giriyor, ama esse de gürlese al işte oğluşunun tıpkısının aynısını doğuruyor.

Artık klasikleşen temennimiz ile bitirelim bu mektubumuzu da o zaman tombik yanaklım. İyi huyluluğunu, huzuru babandan; gezen tozan, yiyen, içen yanlarını anandan alasın....

Öptüm seni mimimimi diyen dudaklarından...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder