17 Şubat 2016 Çarşamba

Artı yüzdoksanaltıncı gün

Hiç yazmak istemiyorum aslında. Ama bir yandan da şimdi yazıp, ileride okumak istiyorum. Olan biten geçip gittikten sonra.

Hasta oldun sen. Çok mühim bir şey değil aslında çok şükür. Ama sanırım ilk defa böyle hasta oluyorsun. Arada olan ishal ve burun akmaları böyle etkilememişti beni. Yoğun bakım sürecindeki garip çaresizlik ve koca bir taşı yutmuşluk hissi bir ara yokladı beni, garip bir duygu. Karanlık bir mağarada, duvara dönük ve yalnız hissetmek gibi kendini. Bağırsan da, sussan da kimsenin duymadığı cinsten, garip bir tek başınalık.

Hayat abla aradı, gel dedi, gel doktora götür bu çocuğu. Güzel saçlı bir ablayla kahve içiyordum o sırada, panikle ona da söyledim, ağlayacağım sanırım ben, dedim. Çocuk bu olacak, dedi, Alışmalısın, dedi. Eve geldiğimde nasıl mahzun olduğunu gördüm. Çok halsizsin sen, dedim yüzüne karşı. Hayat abla kızdı, deme öyle yüzüne çocuğun, dedi.

Babanla seni aldık, doktora götürdük. Nedenini tam da anlamadıkları kızarıkların için şurup verdi, geçer birkaç güne, dedi. Uyku yapabilir şurup, endişe etmeyin, dedi.

Ve sen beş saattir uyuyorsun. Seni sokan böcekse ocakta közlemek istiyorum onu, yok o giydiğin pantolonsa şayet suçlu, makasla lime lime etmek istiyorum. Etrafta yıkılıp dökülen evlerden kalkan toz topraksa seni hakkatten ormana kaçırmak istiyorum, ama ormanda böcek var, ya asıl suçlu böcekse, o zaman ne olacak? Birkaç gün evden çıkmasın dedi doktor, doktorluğundan şüphe ettim adamın, ama elim kolum bağlandı. Açık hava iyi demez miydik hepimize, çocuk sokakta büyür, demez miydik.

İyileş Kurabiye, iyileş utandır beni, kaldır midemdeki kafam kadar taşı annem. Hele bu hastalıklar bir daha n'olur, benim içip içip eve geç geldiğim akşamların sabahlarında olmasın. Baban bir şey demese de, ben suçluyorum kendimi. Kan aldırırken adam gibi direnmedin bile bugün, böcekse bunu yapan, göçsün bu dünyadan nolur, kendi hesabını kendi görsün, beni bulaştırmasın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder