21 Şubat 2016 Pazar

Artı ikiyüzüncü gün

Bugün cemre düşmüş Kurabiye, önümüz bahar. Hani bugünün halinden pek öyle gelmese de insana, cemreler yalan söylemez, bilmez ki söylesin. Demek ki bahar yakın. Ama ben sana başka şeyler anlatacağım.

Benim ayağımı alçıya aldılar annecim, aslında şöyle güzel bir foturafımız olsun istiyorum şu halde birlikte. Geçecek gidecek, sonra hangi ayağım olduğunu bile unutacağım, ki daha önce de olmuştu, ve hatırlamıyorum. Yok canım, benim şaşkınlığımdan değildir, yoksa ondan mıdır?

Sen o kadar akıllı ve tatlısın ki, değneği elime alıp "bana yardım et, yürüyemiyorum" dediğimde, elindeki işi bırakıp, gelip elimden tutuyorsun. Beni istediğin bir yerlere götürüyorsun, hatta bir keresinde bu yolculuğu daha eğlenceli hale getirmek için ucunda kurdela olan büyük arabanı da tuttun elinle, o da geldi bizimle. Sen ne zaman değnekle beni görsen, elindeki işi bırakıp koştun yanıma. Birbuçuk yıllık, yok karnımdaki kısmı da sayalım değil mi, iki yıllık tanışlığımızın en gönül dolduran anlarından oldu bunlar. Kendimi çok daha yaşlı hayal ettim, hani gerçekten yürüyemezken, Belki dedim, o zamanlarda da bayramlarda gelir Kurabiye el öpmeye, el öptürmeye onun miniklere. O zaman da tutar belki elimden, kolumdan, dedim. Pek keyiflendim. Hani seni sırf bundan yapmadım ama pek keyiflendim, ne yalan diyeyim.

Sonra sen yine bugün kendince bir devrim yarattın içimde benim. Türlü sebeple canım sıkkındı tüm gün. Bu adam gibi yürüyememe hali de sıkıyor canımı, ben evlere kapanacak kadın mıyım diyorum, sonra sus otur, Allah daha büyük dert bela vermesin, diyorum. Ama darlanıyorum işte napıyım. Yatakta seni uyutmak için yaklaşık bir saat debelendikten sonra, vazgeçmiştik bu uğraştan. Baban bizi yalnız bırakmıştı odada, ben duvarlara bakıp kendi meşhur anlamsızlıklarımı düşünüyordum ki, sen çıkageldin. Göbeğin sarkan çizgili body'in ve dar gelen pantolonunla, ucu sopalı helikopterini, sopanın ucundaki koca kırmızı yuvarlağını ağzına alıp geri geri çekmeye başladın. O kadar ama o kadar komik ve komik olduğunun farkında görünüyordun ki, kahkahalarla güldüm sana. Ben güldükçe keyiflendin, daha da çok yaptın. Ağzına nasıl sığdığını anlamadığım, hani ne bileyim belki zarar verebilecek, dudaklarını boyayabilecek kocaman yuvarlak kırmızı tahta topu ağzına alıp, kollarını iki yanda sallayıp, helikopteri ağzınla çektin bir ileri, bir geri. Ben güldükçe, ne dertleniyon aney, dedin. He be oğlum, dedim. Senin kadar komik bişi varken buralarda, dertlenmek de neyime.

Sonra baban geldi gördü seni, o da kahkalarla güldü haline, halimize. Yani canımcım, senin aslında sırf sen olan yanların, yetti günü kurtarmaya. İyi ki varsın güzel tombik yanak ve koca göbek. Bana bazı şeylerin ne kadar da güzel olduğunu anımsattığın için şükran sana.

Kakaların ve dansların hep bugünkü kadar çok olsun güzel çocuk. Seni seviyoruz.

NOT: Sen dün ilk çiğköfteni yedin, acıdan yüzün gözün kızardı birazcık, ama daha çok verin, istiyorum, dedin. Babanın yiyemediği çiğ köfteyi sen yedin annecim. O zaman emin oldum benim oğlum olduğuna. Gelsin ziyafet sofraları, acılı şalgam suları, gurme turları...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder