18 Şubat 2016 Perşembe

Artı yüzdoksanyedinci gün

Bugün daha iyicesin. Yani öyleymişsin, ben seni yine ayık göremedim, bugün de geç geldim. Gelirken de ayak bileğimi burktum, şimdi korku içinde sarılı ve dikili ayağımla bu satırları yazıyorum. Daha kötüleşmesinden endişe ediyorum, daha önce kötüleşmişliği var, bu defa inşallah olmaz.

Baban tatlı bir insan Kurabiye, böyle beni idare edip, çekip çevirmesi sanırım çok hoşuma gidiyor. Yani sokaktan geliyorum bilek davul, hiç vir vir etmiyor, buz alıp ayağımı ovuyor, sonra merhem sürüp sarıyor, şimdi de buzluktan rica ettiğim mozaik pastayı alıp ağzım tatlansın diye bana kesiyor. İyi huylarını ondan, gezip tozan, eğlenip çoşan yanlarını benden alıcan unutma. Bunun tersi tam bir felaket, onları almanı katiyen istemiyoruz. Yani babanın asosyalliğini ve annenin cadılığını alırsan, evlere ve tüm kaplarına zarar bir adam olup çıkarsın, kimse seni sevmez, sevmediği gibi herhangi bir yerde cimciklemek için sürekli fırsat kollayabilir, sakın unutma.

Bugün naptın peki bana bakmadın da diyeceksin belki, anlatayım birazcık. Fiziken yanıbaşında olmasam da, ruhen öyleydim. Tabi sen bunları okuyup okuyup, görürsün sen madem öyle, diyecek olabilirsin. Bak annecik, ben fiziken yanında olmasam da ruhen dibindeyim ama Avustralya'da yaşayacağım bundan sonra, diyebilirsin. O zaman omuzlarımı düşürmek kalır sanırım bana, ama yok belki de yapmazsın.

Neyse konuya dönelim. Birbirini tanımayan on kişinin bir abla etrafında pat diye konuşmalarına şahit oldum bu akşam. Ben de konuştum, ama hepimizin bunca kolay çözülmesi beni çok etkiledi bir şekilde. Ben işten güçten gelmişim, herkes kimbilir nerelerden gelmiş, neler getirmiş yanında. Ama herkes, kendini de öyle uzun uzun tanıtmadan ortasından girdi konuya. Ben ölüm hakkında şöyle düşünüyorum, böyle düşünüyorum. Şundan korkuyorum, şunu istiyorum, dedi. Ya çok susamışız konuşmaya, anlatmaya, birbirimizi duymaya, ya da ne diyeceğini, ne istediğini gerçekten bilip, içinde hissetiğinde bu denli kolay eyleme geçmek. İkincisi daha iyi geldi bana. Tabi tüm bunları düşünürken bileğimi burkup, minicik dünyamı aniden acıyla kararttım ama, yine de güzel bir geceydi.

Sonra dediler ki, beş yaşından öncesini hatırlamıyorlarmış. Sen geldin tabi aklıma, seninle onlarca anım var şimdiden, çoğu çok eğlenceli, seninle eğlenmek çok güzel bir kere. Ama sen bunların hiçbirini hatırlamayacak mısın sahi? O zaman iyi ki yazıyorum gerçekten, dedim. Belki bir gün merak eder, döner okur satır satır dedim. O okumasa ben okurum, hatırlarım dedim.

Bu akşam bir abla, hayatı nasıl geldiği gibi kabul ettiğini, öyle yaşadığını anlattı,hayat bana ne sunuyorsa onun şeklini alıyorum, onu olduğu gibi kabul ediyorum, dedi. Direnmiyorum, dedi. Sevdiğim adamla birlikte olmam gerekmiyor sevmem için, dedi. Hatta hiçbir sevdiğim insanla birlikte olmadım, dedi. Ölüm de böyle benim için, dedi. Ölümden korkmuyorum, ölüm fikrinden korkmuyorum, dedi. An'da yaşamasını biliyorum, dedi. Prag'da tavşanıyla yaşayan bu abla, sabahları saati çalmadığında, onu yıllar önce kaybettiği anneannesinin dürterek uyandırdığını anlattı. Onu görmediğini ama duyduğunu ve hissettiğini anlattı. Belki de haklıdır Kurabiye, zaman ve mekan dediğimiz kavramlar, sandığımız kadar da hakimi olduğumuz, kontrol edebildiğimiz alanlar değildir. Ben bunları an'da yazarken, ileride tarih olması ve aslında bir yerde gelecekte okunup tekrar yaşanması, en azından anılması için yazıyor olabilirim.

Özetle, seni seviyorum annecim. Yanakların tombikliği ve gülen yüzün hiç bozulmasın....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder