4 Mart 2016 Cuma

Artı ikiyüzonuncu gün

Bugün sana yazmak istedim çünkü bir kitap okuyorum. Aslında kitabı şimdi ikinci kez okuyorum. Bu bir yazı yazdırma kitabı. Yani yazarı, kitabın tüm hikayesini, kadının onca yıldan damıtıp yazdığı kitabı böyle özetlediğimi duysa içinde bir yerler ezilir, büzülür eminim. Ama senin için en hap özeti bu.

Uzun süredir yapmak istediğim, ama elimin geri durduğu bir şeyi yaptıracak kitap bana. Bir kalem ve kağıt aldırdı. Kitap boyunca birçok alıştırma var, her birini benim de yapıp yazmam gerekecek. Ve bunun hepsinin sonunda şifalandırmayı vaadediyor ve aslında şifayı bulunca hiçbir şey olmuyor diyor. Bu bir yolculuk, diyor. Her yolculuk bir değişim içerir, diyor. İçe doğru olan bir yolculukta, şifalı bir yer bulma ihtimalini barındırıyor yani vaadediyor kitap.

Peki bunlardan bana ne diyeceksin, hemen geliyorum. Geçen gün senin kısa bir filmini çektim, video yani. Orada sen yaklaşık 12 kilosun ve ben sana sanırım 2 kiloluk sıvı el sabununu banyoya taşıtıyorum. Hem çok komik göründüğün için, hem de davranışlarını, seçişlerini görmek için yapıyorum bunu. Ben sana taşı, deyince, sen bunu önce çok doğal bir şey gibi karşılıyorsun. Omuzlarına yüklediğim yükü, vardır bir hikmeti, benim omuzlarıma, hele de anam koyduysa vardır bir bildiği diyorsun. Ama nasıl denir kazın ayağı öyle olmuyor, taşıyamıyorsun. İki adım atsan ağır geliyor, suratının rengi şekli bir atıyor. Bu ne, diyorsun. Ben hiç alttan almıyorum, gülmüyorum, yardım etmiyorum, saymaya devam ediyorum. Hadi taşı, hadi getir, diyorum. Yeniden davranıyorsun, iki adım atıyorsun, tökezliyorsun, olmuyor. Ben hala yapmanı beklediğim için başka yollar deniyorsun, sabunu yere koyup iterek getirmeye çalışıyorsun, iki adım da öyle gidiyor. Yine yüzünde o kayıp bakış, olmuyor bu? hali... Zorlamıyorum daha fazla-yani aslında sabunu açıp halıyı batırmak üzeresin, o yüzden elinden alıyorum.

Bu video neden bugün aklıma geldi? Bunca yazdırmalı, içe döndürmeli bir kitabı yeniden okumaya cesaret ettiğim bir gün neden aklıma geldi? Onu da biraz anlatacağım ve hikayenin bugünkü kısmı tamamlanmış olacak.

Dayın uzak kuzey diyarlarında bu ara sürekli hasta oluyor. Yani vücudu takatsiz kalıyor, zayıf düşüyor. Yıllardır grip olmayan adam-yani olsa da yılda bir kere olan adam- bu ara sürekli hasta oluyor yatak döşek. Son anlatışında farkettim ki, hali iki kilo sabun altında ezilen sana benziyor. O minicik omuzlara, kaldırabileceğinden fazla yükü koymaktan oluyor belki de her şey. Belki de kendimize çoğu zaman-yani biz büyükler- biraz fazla yükleniyoruz. Her şey bizim elimizdeymiş gibi, her şeyi bir çırpıda değiştirebilirmişiz gibi, beni heyecanla uyandıran rüyamdaki gibi, camiden ayrılan minareleri elimizle tutabilir ve felaketleri -neyse artık felaketimiz- tek başımıza durdurabilirmişiz gibi.

Dedenin ara ara dediği gibi, "yağmuru durdurabilir misin?" Kurabiye. Cevabı basit aslında, durduramazsın. Her şeyi koyverelim demek de değil aslında bu. Kendimize bazen aşırı yüklenmeyi, ona haksızlık etmeyi bi bırakmalıyız demek. On iki kiloluk bir bebek-hoş ben sana bebek demiyorum genelde, soran eden olursa diyorum, bir de kıyafetlerini ortada bulup kendim giymeye çalıştığımda farkediyorum, çünkü bana olmuyor, aslında hırkanın kolu dirseğime kadar oluyor ve bu hal beni çok rahatlatıyor bu kısmı geçiyorum- iki kiloluk sabunu taşıyamaz. Bu durum, onu ne güçsüz, ne beceriksiz, ne asabi ne de kırık hayalli yapar. İki kilo sabunu verirsen eline, çocuk taşıyamaz. Taşıyamayınca ağlar, oynamıyorum ben, der, çeker gider ya da kucak ister. Çocukluktan çıktığımızı sanıp abla, kardeş, ana, baba, karı, koca, sevgili, arkadaş, dost olunca da bunu unutmamız lazım.

Taşıyamayacağımız, boyumuzu aşan yükler, sular, dalgalar üzerimize geldiğinde, bazen olanı olduğu gibi kabul etmesini bilmek gerek belki de. Akıntıya yüzmektense, hayatın bazen -ama bazen- bizi alt etmesine izin vermek lazım belki.

Belki sadece gündelik şeyler vermeli bazen hayat, bazense çok daha mühimlerini...

https://www.youtube.com/watch?v=pxu_lAXmMVY

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder