10 Nisan 2015 Cuma

İkiyüzellinci gün

Benim için güzel günlerden biriydi Kurabiye. Güneş vardı bir kere, sen Hayat abla'yla pek keyifliydin üzerine, ne verirse yedin sildin süpürdün, gördüm. Pazara gittim sonra seni bırakıp. Eski pazardaki limoncumun bu pazarda da olduğunu gördüm, aa siz dedim, kendimin haftada beş gün 8-5 çalışmasını anlamıştım da, pazarcı amcanın perşembe-cuma çalışmasını anlamamıştım. Olsun, şaşkın benim lakaplarımdan biri dayılarından birinin taktığı, hakkını vermem gerek zaman zaman.

Güzel saçlı teyzeyle sohbet ettik sonra biraz, sana mini mini bir hediye almışlar yeni eve taşındık diye, bu yeni evin en güzel köşesi madem Kurabiye'nin odası, biz de oraya kondururuz hediyemizi, demişler.

Sonra haytalığa devam ettim ben, Kadıköy'e gittim, neler neler varmış oralarda halbuki, bakmasını bilmek lazımmış. Eve gelince babana gösterdim, hani sarhoş babalar gecenin bir vakti eve gelip, minik yavrularına aldıkları sus payı tadındaki arabayı gösterirler ya, ben de öyle senin yedek otribebelerini gösterdim gülümseyerek. Kendimi tutamayarak, sana yine bir müzik aleti aldım sonra. Adı Calimero olan bir tahta oyuncakçı buldum sonra, tahta oyuncakları benim kadar sevmezsen diye düşündüm üzerine yüksek sesle. Yoksa neler neler var sana alabileceğimiz, zorlarsak yapabileceğimiz...

Masalcı ablaya gittim akşamına da. Masalın yazılsın, dedi bana. Ben de senin o çok sevdiğin mavi koalanın masalını yazmaya karar verdim. Çok zor olacak, ama deneyeceğim. Kırmızı kulaklarını, mavi gövdesini, tüylerini bir bir anlamamız, dinlememiz gerekecek seninle.

Ama şimdi, gözlerimden uyku akıyor Kurabiye, aylar sonra gelen bu haytalık, ağır geldi bünyeme, bahar gibi çarptı dört yanımı. Ama sen uyu, büyü Kurabiye...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder