21 Nisan 2015 Salı

İkiyüzaltmışbirinci gün

Bugün ben doğdum Kurabiye. Bugünden en çok bunu bilmen, hatırlaman gerek, seninle çok yakından ilgisi var çünkü. Bugün sabah servisi kaçırdım işe gitmek için, bilerek isteyerek oldu biraz.

Dün akşam felekten bir gece çaldım, seni babana emanet ettim, yemekleri yedirir babası, sonra da uyutur dedim. Ben gezdim, dolaştım, eğlendim. Sen yememişsin halbuki, uyumamışsın da saatlerce. Baban da aramamış beni, kırk yılda bir haytalığım tuttu diye. O meme gelecek buraya, demişsin, bayrak dikmişsin tam oraya. Babanın kolunu morartmışsın, sonra uyuyakalmışsın.

İşte bu sabah da erken kalktın benden hesap sormak için, neredeydin bütün gece, demek için. Hakkındı, bağırıp çağıracağına gülümsedin yine tüm yüzünle, eridim ben de. Servisi yakalamak mı, beş dakikayı ellerin beni kavramaya çalışır, gözlerin kocaman gülerken geçirmek mi, dedim. Kaçsın nereye kadar kaçacaksa, dedim. Sardım, sevdim seni. Sonra dualarla Hayat abla'ya emanet ettim.

Yokuş aşağı yürüdüm hafif esintide, düşündüm, otuzbeşimi. Babanın dün akşam mumlar diktiği pastayı, bana aldığı hediyeleri-en sevdiğim kitabın en güzel baskısını almış, sana not yazıp saklamam için-, altımdaki kotu, ayağımdaki spor ayakkabıyı, vermedikleri müdürlüğümü, boynumdaki şalı ve perçem olup önüme düşen, gözüme giren beyazlamış buklelerimi düşündüm, fırında durdum, sen sıcak bir açmayı hakettin, dedim. Ağır geldi biraz otuzbeşim, ama dedim, daha güçlü, daha kalabalık, daha dayanıklı hissediyorum dedim. İlk defa kendimden çok, biri için, bir şey için yaşıyorum, dedim. Kalabalık hissettim Kurabiye, "nice yıllara" dediklerinde iki ses olup teşekkür edecekmiş gibi. Sarılıp öpseler, iki yanak uzatacakmışız gibi, kalabalık yaptın Kurabiye beni. Rüzgarlar esse oradan buradan, pek de kolay yıkılmaz yaptın sanki. Aylar önceki taksicinin dediği gibi, bir anlamı mı var yoksa hayatın artık birazcık daha, ben her şeyin yanında, her şeyin üzerine bir de anne miyim bir Kurabiye için. Beyazlayan saçlarıma daha mı bir yakışıyor bu hal?

Kaideleri olan bir Kurabiye annesi miyim ben, ben gelmeden yemek yemeyen, bacak kadar boyuyla dağ kadar güçlü, rüzgar bükücü kadar efsunlu bir Kurabiye annesi miyim ben. Bugün de babaanneye bıraktık azıcık seni, onun da elinden içmemişsin çorbayı, ve mosmor etmişsin kolunu. Bana mı tüm kızgınlığın, biliyor musun karşında un ufak olduğumu, senden korktuğumu biliyor musun Kurabiye. Yaş almam, hep sana daha çok tutunabilmek için mi, sen korktuğunda yanında korkmadan durabilmek için mi, akşamları seni yanımda istiyorum diye bas bas bağırdığında, o zaman orada olacağım, demem için mi hepsi? Açlıktan sızacağımı bilsem yemeyeceğim, o memeyi bana getireceksin deyişindeki kaide için mi yaş alıyorum ben, bu kadar mı hayranım sana ve bu kadar mı un ufağım karşında. Otuzbeş mi dokundu, senli ilk yaşım mı dokundu. Senden önce ve senden sonra diye mi bölünüyor yolum, yoksa otuzbeşten önce ve sonra diye mi.

Babaannen adını işletmiş bir çanta üzerine, adın yazılı kurabiyeler yaptırmış senin için. Bilmiş Kurabiye çocuk olduğunu, annesinin kurabiyesi diye seviyorsun onu sen, dedi bana. Çantanın içine sığıyorsun şu an sen, sardım sarmaladım içinde seni. Zaman dursun istedim sen oradayken.

Büyüyüp çekip gideceksin Kurabiye, her birimiz gibi. Ben seninle bir kat daha büyüdüğümle kalacağım, şaşırdığımla, seni sardığımla. Otuzbeşim bana, ilk yaşın sana yakışssın annem. Sen ömür boyu neyi istiyorsan en çok, onu sana vermemiz, önüne sermemiz nasip olsun...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder