5 Ocak 2015 Pazartesi

Yüzelliyedinci gün

Düşünelim bakalım bugün neler oldu. Dayın burada söylemiştim sanırım. Fotoğraflarını çekti yine, nereden nereye videosu yapıyor bize senin için. Üzülme ama bak, diyor bana. Ne üzüleceğim, diyorum. İlk eve geldiğindeki fotoğraflarda bile minicik geliyorsun şimdi bakınca, hastanedeki yetmiş küsür günü bırak. Ama olaylar sıcak sıcak olurken, insan sandığından, bildiğinden çok daha dirayetli oluyor sanırım. 

Hatırlamaya çalışayım nerelerde ağladım ben; pancar gibi ayaklarını, ayak diye sallanan iki et parçasını ellemem için, dikişli karnımla iki büklüm girdiğim yoğun bakımda; evde ağlamadan süt sağmaya çalışırken, baban o gün çıkarttırdığı nüfus cüzdanının fotoğrafını gönderdiğinde. Hele o an, bağıra bağıra, katıla katıla ağlamıştım, ananen yanıma gelmişti, deden bağırıyordu içeriden kötü bir haber mi geldi, hastaneden, diye. Nüfus cüzdan çıkartmamıza gerek olup olmadığında bile tereddüt ediyorduk yani Kurabiye. Şimdi ağlamanı dert edince, kendimi odunla dövmek istediğim oluyor evet. Aslında, geçtiğimiz yolları kendime hatırlatmak, sana zaman zaman kızgınlaşan, çirkinleşen halimi dizginlemek için de yazıyor olabilirim en çok.

Sonra, bunları hiç yaşamayan -ne güzel ki onlara- anneler, anne adayları var, yirmisekiz haftayı sağlıkla atlatan, bu kabusa uyanmayan nice anneler var. Sonra benim yoğun bakım annesi arkadaşlarım var, uyku apnesiyle uğraşan, gelişme geriliğiyle uğraşan. Anlatabilir misin, anlatamazsın. Yaşamayana anlatamazsın. Onun için, birbirimizi anlıyormuş gibi yapmamız da pek doğru değil çoğu zaman aslında. Birbirimizi anlamıyoruz genelde, anlamak için aynı olmamız gerek. Aynı olmadıkça anlamıyoruz.

Nerelerden geldik buraya, dayının süpriz diye hazırladığı videonun minik bir parçasını görmem üzerine çıktı sanırım hepsi. Her gelişinde bir video çekse, kimbilir daha nelere gebe oluruz hepimiz.

Gelişim notlarına gelirsek, sende bir haller var. Başparmağını keşfettin, buna sevinmeli üzülmeli miyiz emin olamıyorum. Parmağından şapır şupur ses geldiğinde biraz huylanıyorum, meme yerine ona sarılıyorsun, başka tatlar keşfediyorsun gibi geliyor. Biraz okuduk ettik, çok tehlikeli bir şey değil, olabilir, üzerine gitmeyin, diyor. Ama bir kere görülen şeylerin aslında hiç unutulmaması gibi, bir kere olan şeyler de geriye yürümüyor. Yani, baş parmağını keşfettin bir kere, unutacağını pek sanmıyorum. Bakalım neler olacak üstüne.

Geçen gün iki lokma bira içtim dayınla, babanla. İki lokma gerçekten iki lokma aslında ama nefesimi tuttum genişce tabi lokmalar büyüsün diye. Sonra, babaannenin tabiriyle duyduğum suçlulukla sonraki birçok şeyi buna yordum. Gece emmiyorsun gibi geldi, popon bira kokuyor gibi geldi, memelerim bira mayası kokuyor gibi geldi. Yani, yeniden içmem biraz zor olur sanırım.

Bilgisayarı düşürdüğüm için zihnim dağıldı Kurabiye. Ben seni düşürmekten de çok korkuyordum, dayın onu seviyor olacaksın, ondan düşürmeyeceksin merak etme, diye sakinleştirmişti beni. Yoksa çok telefon kırmışlığım ve bilgisayar düşürmüşlüğüm, bardak kırmışlığım var. Ha baban da diyor ki, Kurabiye kucaktayken düşeceksen, sırtüstü düş. Oldu, diyorum ben de. Ayarlarım kesin, taşları, topları berime kor, ona göre düşerim.

Sen kendine iyi bak emi Kurabiye. Öptük seni banyolu kokundan...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder