13 Ocak 2015 Salı

Yüzaltmışbeşinci gün

Aradan koca bir hafta üzerine bir gün geçmiş, iyi mi Kurabiye. Olan biten en belirgin şey, senin birazcık daha büyümen olsa gerek. Heybeye biraz daha ağır geliyorsun, tuhaf yerlerimiz ağrıyor seni taşırken. Bazı çok sevdiğim-gönül bağı kurmak nedense artık- kıyafetlerine giremiyorsun, garip bir hüzün kaplıyor içimi. Artık Kurabiye bunları giyemeyecek diyorum. Saçma, değil mi, oluyor işte saçma şeyler.

Arada ne oldu, Amerika'daki teyzen geldi buralara, seni gördü, kucağına aldı, sardı. Onun upuzun saçları olduğu için, sen ilk defa saç çektin, ki bu önemli bir aşama imiş.

Arada ağladın bölündük tabi, neyse babana verdim seni. Annelerin oluşturduğu gruplar var, seninle ilgili de aklıma takılan bir iki ufak tefek şey var. Okuyorum gruplarda yazılanları, öyle yerlere çekiyorlar ki konuları, hızlı hızlı okusam da afakanlar basıyor yine de. Yok artık, desem de yoksa öyle olabilir mi, sorusu geliyor arkadan. Siz minik bebekler, ciddi panik konususunuz ve çok serin kanlı olmak gerekiyor aslında. Bakalım, forumları okumak yerine sağlam bir doktor bulup onu dinlemek lazım sadece. En iyisi o olacak sanırım.

Bugün yastığında bıraktığın minik oyuğu gördüm yine. O an, yani sen kucağımda süt emerken, öyle minik minik cümleler kurdum kendi kendime. Sonra da ağladım minik minik. Yastıktaki oyuğun fotoğrafını çekip, yıllar sonrası için sana saklamalıyım. Minicik kafan, yer yapıyor yastıkta. Ben varım, yaşıyorum, hatta az önce buradaydım, sıcaklığım hala duruyor diyorsun.

Sonra, ananen sana şarkı yapmış, onu okumuş göndermiş bu sabah. Duygulandırdı beni bazı yerleri, onu da duygulandırmış belli ses tonundan. Sana dinlettim, onun neşeli olduğu yerlerde keyiflendin, gülümsedin. Onun sesinin titrediği yerlerde yüzünün tüm ifadesi değişti, anladın, hüzünlendin birazcık. Yapma ananecik, dedin, anladım. Ben de dedim ona,  Yapmayacak.

Sen bizi dönüştürmeye devam et Kurabiye...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder