16 Ocak 2015 Cuma

Yüzaltmışsekizinci gün

Bugün seni yeni bir doktora götürdük. Ve normal olduğunu duyup sevindik yine. Normal olduğunu duymak icin, doktor doktor gezip sonra mutlu oluyoruz Kurabiye. Sen son derece normal olsan bile, biz olmayabiliriz anlayacağın.

Gözünden yaş gelerek ağlıyorsun, arada bunu daha inandırıcı ve etkileyici olmak için mi yapıyorsun bilmiyorum ama, bu konuda anlaştığımızı sanıyordum. Gerçekten canını sıkan, büyük meseleler olmadıkça-yani kaka, süt, gaz gibi aramızda kolaylıkla halledebileceğimiz meseleler dışında meseleler- yaşlı ağlamayacaktın. Sen derin nefes alıp, adeta gerinip yaşlı ağlamaya başlayınca içli içli, benim asabım pek bozuluyor ve bu sabah olduğu gibi, seni kucaklamışken ben de ağlamaya başlıyorum. Senin bir gün büyüyüp, yanımda yiğitliğe bişi sürdürmeyip, benle adam gibi konuşmayıp bırak ağlamayı, gözünü dizini kaçırıp duracağın aklıma geldikçe tuhaflaşıyorum. Önce seni büyütüyorum sonra kendimi yaşlandırıyorum ve zamanlarımız bir şekilde hiç kesişmeyecek gibi geliyor. Alkolsüzlük başıma vurduğu için sapıtıyor da olabilirim bu noktadan sonra, sen yaşıma, post lohusalığıma verirsin.

Seni neden yaptığımızı hiç bilmeyeceksin misal, hiçbirimiz bilmedik çünkü, ya da bunu hiç sormadık, sorgulamadık. Ya da şu anki hallerini hiç hatırlamayacaksın, memede bulduğun huzuru, bir yerin yırtılıyor gibi ağlamanı ve bazen bizim bundan hiçbir şey anlamamamızı. Bugün trafikte kalmışken, bas bas bağırmanı- yeter inmek istiyorum, dedin belki- ve seni bir türlü susturamamızı ama sana hiç kızmadığımızı, gelip geçen arabalara, gelip geçemeyen arabalara küfür salladığımızı bilmeyeceksin.

Bazen seni koluma alıp aynada bakıyorum, bu benim oğlum yani ben bir anneyim, diyorum. Yaklaşık yüz gündür en çok senin yüzünü görüp, hemen her gece rüyamda seni gördüğüm halde- ek gıdaya geçmen yakın olduğu için dün sana kazara zeytin yedirdiğimi gördüm misal, sonra tüh dedim, nasıl yesin bu çocuk zeytin, neden verdin ki, kakasından kimbilir neler çıkacak dedim- aynadaki hale ve kendime dediğime yine de şaşırıyorum çoğu zaman. Selvi Boylum Al Yazmalım filminde dediği gibi, "sevgi neydi, sevgi emekti" dediği gibi, "annelik neydi, bu muydu, bu neydi" diyorum garip garip kendime. Annem de böyle miydi diyorum, kısa saçlarım, siyah bluzum, kendimce afacan bakışlarım, genelde arka fonda çalan sakin bir müzik ile, sen bir çocuktan çok, okunan bir kitap, bir nevi hobi gibi duruyorsun gibi geliyor elimde. Garipsiyorum. Çok mu saçmalıyorum bilmiyorum.

Babana gelelim sonra, akşam işten gelip seni kucaklıyor oğlum deyip. Oğlusun onun, o gelince gülümsüyorsun genelde zaten. Uçak yapıyor seni, bayılıyorsun. Ayakları geriyorsun arkaya, daha uzun süre uçabilmek için, tüm odalara, dolaplara, tabaklara yukarıdan bakıyorsun. Aşağıdan el sallıyorum sana ben de.

Ne mi saçmaladı annen, o da emin değil. Annelerimize, babalarımıza bakıp, sonra da dönüp bize bakıyorum. Baban hapşırdı bugün kalabalık bir yerde, annesi tuttu mendil çıkardı çantasından ona verdi burnunu silsin diye, ki bunu hep yapıyor, çoğu zaman ben de yapıyorum öğrediğim için. Ama o kadın, bunu yıllardır yapıyor, belki de içgüdüsel olarak. Annelik neydi Kurabiye, emek miydi, seni neden yaptık Kurabiye. Bencilce bir arzu ile mi, bir çocuk daha bu dünyaya gelsin diye mi, bir anne bir çocuğu neden yapar Kurabiye, birileri onu çok sevsin diye mi, o birilerini çok sevsin diye mi. Aylar önceki taksicinin dediği gibi, hayatına bir anlam katılsın diye mi yoksa.

Sen ağladıkça daha çok düşünüyorum bunları nedense, bir şeylerden memnun değilsen, bunun en temelden, ta en başından sorumlusu benmişim gibi hissediyorum sanırım özünde. Belki de buralarda olmayı da hiç istemedi ki, zaten ne bilsin ki mercimek kadar beyni fındık kadar kalbi var çocuğun, diyorum. Annelik neydi Kurabiye, babalık neydi...

Gözyaşlı ağlamaya devam edersen, daha neler yumurtlarım bilmiyorum, kendine çeki düzen ver, olur mu Kurabiye...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder