2 Mayıs 2015 Cumartesi

İkiyüzyetmişikinci gün

Bugün su içtin Kurabiye. Hayatında kocaman bir şey oluyormuş ve bunu kimse görmüyormuş ve sen bunu tüm dünyaya duyurmak istiyormuşsun gibiydin. Ağzına aldığın her şeyin tadını merak ettiğini, bir tarttığını biliyorduk, ama bugünkü kadar keyiflendiğini, mümkün olsa çığlık atacağını, kocaman gülümsediğini görmemiştik. Biraz suçlu hissettim yedi aydır sana su vermediğimiz için, evet annecim biz bundan her gün içiyoruz dedim başımı eğip. Çatalımı daldırdığım salataya diktin gözünü sonra; düşünsene, zeytinyağlı, soğanlı, rokalı, domatesli bişi, kimbilir ne enfestir. Hepsine gelecek sıra annem. Dünyanın tüm tatları önünde sıraya dizilecek inşallah.

Bugün seni götürmeyi çok arzu ettiğim bir parka gittik seninle. Ben seninle konuştukça, kafalar garip garip baktı yine bana. Ama sen beni dinledikten, sen bana gülümsedikten sonra kime ne, değil mi. Hele puseti, sarhoş adamlar gibi sağa sola sürdüğümde gülerek cevap verdikten sonra sen, kim karışır bana. Öyle bir güncüktü. Park o kadar güzeldi ki, sen her ne kadar anlat bana anne ne görüyorsan, desen de; ben tuttum çevirdim seni de, gör diye dışarısını kendin. Bir oyuncak aldık sana, tam beş liraya. O kadarcık ki para, sen bunu okuduğunda nasıl küçükse bugün bile küçük öyle düşün. Ama bayıldın bayıldın sen, üzerinde salyangoz olan minik bir davul kendisi. Beş liraya mutluluk, ötesi var mı, yok. Nokta...

Sonra bir çay bahçesine gittik babanı da alıp, mest oldun orada da sen. Uyudun, uyandın, konuştun, emdin, çoraplarını çıkardık, salladın ayaklarını sandalyeye vurup vurup. Sonra masaya oturdun, sağa sola baktın, bir sen bir ben vardık, ötesi yoktu.

Çocuk, büyük zenginlikmiş annecim. Biliyoruz çekip gidicen de, şu an sevdanım ben senin, kolyemin ucu, mememin kokusu, bir gülümsemem yetiyor seni senden almaya. Babana bile demedim henüz ama, hiçbir erkek sen gibi bakıp gülümsemedi bana daha önce. Karşında dün deli deli dans ederken eğlen diye, hayran hayran da bakmadı bana. Bir daha bir daha diye çırpmadı ellerini. Duygularımı da sen gibi anlamadı hiçbiri şıp diye, kötüysem hiç iyi olmadın sen şu yedi ayda evde. Sen kötü olduğunda, huysuzlandığında önce seni anlamaya çalıştım her defasında, hep sonra aklıma geldi kendim. Salak kadın, dedim; sen iyi misin ki o iyi olsun, anlamadın mı onca ayda. Çabuk savur aklındaki kötü düşüncelerini, bul iç huzur mudur nedir, bak oğlanın gözlerine, yapıştır dudaklarını yanaklarına, sev gövdesini, durul, çünkü göreceksin, sen durulduğunda dinecek fırtına, kuş sesleri kesecek ortalığı, bir de yunus şıpırtıları. Bu çocuk, sen ne duyarsan hissediyor, unutmayacaksın, dedim.

Mamma demeye başladın bir de sen. Hem de bunu süt değil ek gıda saatlerinde diyorsun, hem de İtalyanların mammamiaaa dediği şekilde, göz göze gelip bizlerle ve üzerine bastıra bastıra. Dilimizi biliyor musunuz siz? Ben var acıkmak, artık saatine göre yoğurttur, elmadır, çorbadır, yapın bir şekil, anladınız? diyorsun.

Su aksın, yolunu bulsun olur mu annem, sen hep güzel kal, hep kendine yakın, hep canı ne isterse, canı istediği zaman onu yapan, gülümseyen bir çocuk kal. Bir de on aylık ol n'olur, geçen akşam gelen sarıkafalı abi gibi, canın isteyince otur, isteyince sırala, isteyince yuvarlan. On aylık ol, emi annem...

Öptüm seni kulaklarından bu gece...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder