6 Haziran 2015 Cumartesi

Üçyüzaltıncı gün

Kolumda ağladın bugün. Öyle öncekiler gibi değildi bu, ağlamak istediğin için en çok, ağladın. Anladım bir şekilde, avutmaya çalışmadım seni. Ağlamana izin verdim, ağla annecim dedim. Bir kitapta okumuştum sayfalarca. Bebekler bazen, sırf ağlamaya ihtiyaçları olduğu için ağlarlar, uzun uzun ağlayıp rahatlarlar, diyordu. Saçma bulmuştum. Çocuk ağlıyorsa bir derdi vardır, demiştim. Açtır, susuzdur, kakası vardır, gazı vardır, demiştim. Hep de susturmuştuk bir şekilde seni, demek ki kitap yanlış ve biz doğruyuz, demiştik. Bu sefer farklıydı Kurabiye.

Bu sefer anladım, ağlamak istiyordun. Yazarken ben de ağlıyorum ama onu birazcık kenara koyalım. Bugün ipsiz sapsız çok doldu gözüm. Bir kitap okuyordum ara ara, bugün uçakta bitirdim kitabı. Takım elbiseme, ceketime bakmadan, iniş takımları yere değmişken tutamadım gözyaşlarımı. Sorsan ağlanacak bir hikaye var mıydı, inandıramayabilirim seni. Bir kelimesiyle ağlatıp, bir diğeriyle güldürebilen bir yazarın kalemine tutulmuştum. Kahramana "beni anlatamadın" dedirtti son cümlede, ve ben gülerken ağladım, katıla katıla ağlamakla, kahkaha atarken ağlamak arasında bir haldi. Sahip çıktım ağlamama, hemen silmedim gözlerimi.

Toplantıya gittim geldim, İstanbul'a indim, hava dolmuş, yağmış boşalmış, sonra yine yüklenmiş haldeydi. Onun da ağlamaya ihtiyacı vardı belki.

Sonra bir kitap okudum, rastgele bir sayfasındaki masalı okumalı bir kitap. Masal diyordu ki, bazen acı çekenin sadece yanında olmanız yeterlidir, merhem olamam ona, diyerek kenara çekilmeden, yanında olmak, tanık olmak, elinden tutmak en değerli şeydir bazen, diyordu. Sen ondan sonra mı ağladın, önce mi ağladın, bilmiyorum. Ama ben, senden sonra yine biraz ağlamış oldum Kurabiye.

Öyle huzurlu uyuyorsun ki şimdi, kendinle halleşmiş gibi, rahatlamış gibi. Benim sığ kafam, senin hala kakadan, gazdan, sütten ibaret olduğunu sanırken, içinde bilmediğin denizler açılıyor belki de. Belki de benim arada kızaran gözlerim malum oldu sana, ben neysem sana yansıyor belki.

Çok sevdiğim bir söz var, ben de sana demek istiyorum. Bir gün yolunu kaybeder, kendini çaresiz hissedersen, en iyi bildiğin yoldan en iyi bildiğin yere dön, olur mu. Mesela çocukluğuna, mesela bize. Ben demiyorum, Şebnem İşigüzel'e babası öyle diyor, ben de sana duyuruyorum.

Öptüm seni üstüste koyduğun ayak parmaklarından...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder