16 Şubat 2015 Pazartesi

Yüzdoksanyedinci gün

Birikmiş olan bitenler. Bebek adımıyla yavaş iki günken, Kurabiye adımıyla olmuş mühim şeyler var, not düşmek gerek geç de olsa.

Kurabiye bu hafta sonu ilk defa çorba ile tanıştı, tabi anne heyecandan çorbayı ilk gün bildiğin beton kıvamında yaptığından, Kurabiye çok istese de, bana inansa güvense de, bu iyi bir şey olsa gerek, yenilse içilse gerek, dese de içemedi, yiyemedi, tabi anne yine de tıkıştırdı. Panikle doktora ağladı, sulandırın, alışır, cevabını aldı. Nelere alışmıyoruz ki Kurabiye. Yoksa hayatın boyunca patates ve havuçtan nefret edecek olsan, dalga geçtiğimiz babandan daha da zor olur yemek seçimlerin, aç kalırsın sokaklarda vallahi...

Neyse, ikinci gün her şey daha güzeldi, çorba çorba gibiydi, Kurabiye de saygı ve sevgiyle karşılık verdi duruma, bir ileri iki geri şeklinde de olsa içti çorbasını. Anne geliştirdi kendini, ağızdan geri çıkan, süzülen çorbayı dökmeden kaşığa geri alıp hop ağzına sokabiliyor artık, yani neredeyse artık. Olsundu, önlükler, bezler bir tur yıkanabilirdi, yeter ki şu tatsız tuzsuz çorba bi içilsin, sevilsin ki gerisi gelsin. Ne diyor ananen hep, aza tamah etmeyen çoğu bulamaz. Anan tamah etti mi aza, açıkcası hemen hiç etmedi. Hep daha istedi, üzüldü, aklı kaldı, canı yandı, ama hiç tamah etmedi. İyi mi dersen bilemem, çorbadan nerelere geldim Allahım. Bir de bilsen, yazabilmek için aklımdan geçenleri elediğimi, uçuşan deli deli fikirlerden seçim yaptığımı. Benim de işim zor Kurabiye. Fonda dayının uzaklardan yolladığı Portolu Fado müzikleri çalarken, ocakta akşam için yemek pişerken, sen içeride tilki uykusu uyurken, her an uyanabilir derken, yazmak, yazmaya çalışmak.

Neden mi yazıyorum o zaman, yazmak iyi ediyor beni. Bilsen daha neler yazıyorum, ama en düzenli, en özenli seni yazıyorum Kurabiye.

Ne diyorduk, çorba. Evet çorba. Sonra yarım elmadan tam elmaya terfi ettin dün bugün. İştahını annenden aldığını düşünüyoruz, baban yemekle benim arama giremeyeceğini söylüyor zaman zaman, ya da şu meşhur açken sen sen değilsin reklamının benim için yapıldığını düşünüyoruz bazen. Hani sen de bazen o hesap oluyorsun. Bir biz kahvaltı yaparken içimizi eziyorsun. Seni sofraya getiriyoruz paşa koltuğunla. Biz gününe göre peynirler, ballar, reçeller, yumurtalar, pastırmalar götürürken, sen son derece ciddiyetle çatala, kaşığa, ağzımıza sokuşumuza ve suratımıza yerleşen huzura bakıyorsun. Senin sadece süt içip durmanda bir terslik olduğunu düşünüyorsun, ama söyleyemiyorsun. Ben kendimi temize çekmeye çalışıyorum sana, "sana süt olsun diye yiyorum annecim" diyorum, sanırım yemiyorsun.

Laf çok uzamış yine, diğer mühim gelişme, dün akşam ilk defa seninle yemeğe gitmemiz oldu Kurabiye. Annen çok özlediği mezelerden yedi. Sen bu zorlu sınavda heyecanımızı aldın, sakin sakin bekledin bizi.

A bir gelişmemiz daha var, annen hafta sonu ilk şarabını içti, e içsin artık değil mi. Korku içindeydim tabi sana nolacak diye, en kötü çok uyur dedik, ama sen sarhoş oldun sanırsak Kurabiye. Gecenin çeşitli saatlerinde, sabaha karşılarında, naralar atarak seslendin bize, uykuda çıkan o kontrolsüz sesinle. Bir daha yok bir damla bile alkol sana bana. Zaten hep derim, alkol tüm kötülüklerin anası.

Öptüm seni öğle uykundan Kurabiye...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder