24 Ağustos 2014 Pazar

Yirmiüçüncü gün

Bugün, kurabiye çocuğun hayatımıza katılışının, ya da kendi hesabını başlatışının yirmiüçüncü günü. Düşününce hiç de yirmiüç geçmiş gibi gelmiyor kendi açımdan.

Erken doğan bir bebek kurabiye çocuk. Hastanede yoğun bakımda, benzeri birçok kurabiyenin bu süreci başarı ile atlattığını biliyoruz. O yüzden iyi örneklere tutunup, çok da kurcalamıyoruz. Süt diye büyülü bir şey var, deniyor ki moralden ve yorgunluktan çok etkileniyormuş. O yüzden annelerin hiç üzülmemesi, hiç yorulmaması gerekiyormuş. Pratikte her iki durum da hemen hemen imkansız olsa da, böyle denildiği için, buna tutunarak gülümsüyorsunuz sanırım. İşe de yarıyor sanki.

Hikayemi çok trajikmiş gibi koyulaştırmak istemiyorum, çok daha büyük acılarla, imtihanlarla sınanan nice insan var eminim. Bizimki de bize ağır geldi, geliyor. Her gün değişen bir ruh hali içindeyim. Hem anne gibiyim, hem değil gibiyim. Memelerimden süt geliyor ve bu beni pekala bir anne yapıyor, ve deniyor ki süt en çok sudan olurmuş. İçilen su; ter, çiş ve sütle dışarı çıkarmış. Bu tuhaf bilgileri birleştirince, her sağma seansı sırasında, garip şekilde kendimi arınıyor gibi hissediyorum. İçimden çekilen, süzülen şey beni temizliyor, belki de hayatımda ilk kez gerçekten iyi ve somut bir amaç için üretiyorum diyorum.

Yine ukalalık olabilir, sadece yirmiküsür günlük bir dönemden bahsediyoruz.

Olayların başladığı güne dönersek, "Lunchbox" filmini izliyorduk, benim uykum geldiği için filmi yarım bırakmıştık ki, gecenin yarısında çok başka sebeple uyanıp takip eden yirmiiki saat uykusuz kalmamız gerekti,. Sabaha kalmasını arzu ettiğimiz doğuma sabaha karşı girerken, narkoz verecekleri an uyuyacağım için bir parça rahatladığımı hatırlıyorum. Ameliyathanedeki titreme nöbetlerimde, kollarımı bağlamalarını çünkü kontrol edemediğimi söylemiştim. Doktor, içinde bulunduğum psikoloji yüzünden bu durumun normal olduğunu anlatıyordu, kendimden korkmuştum. Nasıl bir psikoloji ki bu, hayatımda ilk kez zangır zangır titretiyordu beni, demek ki her yaşta öğrenilecek, şaşılacak bir şeyler çıkıyordu ve belki de hayatı en çekilir yapan yanı buydu. Şaşırmak..

Filme dönersek, evet filmi tamamlamak hiç istemiyor canım. Ve adını nerede duysam, o geceyi hatırlayacağım sanırım ömür boyu.

Kurabiye çocuğu ilk gördüğüm an ve takip eden en az bir hafta en yoğun hissettiğim duygu, koca bir suçluluktu. Öncesindeki yirmiküsür haftada ya da otuzküsür yılda yaptığım tüm büyük eşeklikleri, adilikleri düşünüp duruyordum. Hangisinin diyetiydi ki bu ve ben, parmak kadar bir çocuğu onca alete bağlı ve pancar gibi kırmızı halde bir odada yaşamaya tutunmaya zorluyordum. Nasıl bir azaptı, bazılarının kolaylıkla sahip olduğu bir güzelliğe, ben onca farklı duygu ile biraz biraz yaklaşıyordum.

Hala yazmak, rahatsız edici geliyor. Çünkü halen sonunun neye varacağını bilmediğimiz bir süreçteyiz. Sonra deneyimli anne bir arkadaşımın dedikleri aklıma geliyor. Çocuk sahibi olmanın en belirgin halinin "sürekli bir tedirginlik" olduğunu anlatıyordu bana. Her doktor kontrolünün bir kaygı demeti olduğunu, kayıtsız bir mutluluğun, bir çocukla asla mümkün olmadığını, o dünyanın artık geride kaldığını söylüyordu. Haklı olsun istemezdim ama belki de haklı.

Her yazı bu kadar uzun olmayacak, yazılar daha çok gün gün gidecek, o gün olan yeni şeyler, duygu değişiklikleri, öğrenilen pratik bilgiler aktarılacak.

Bugüne kadarki pratik bilgileri düşünelim bir çırpıda;

  • Günde 2-3 Humana çayı, 3 lt su, 1-2 rezene&anason çayı, 2-3 hurma, dut kurusu ve kuru meyve hoşafı, bulgur, mercimek, dereotu ve her türlü yeşilik süt yapıyor.
  • Evet, anne en çok ve en başta süt yapıyor. Anne = süt
  • Sütün miktarı kadar kalitesi önemli -sütü çok gelip beslemeyen anneler, sütler olabiliyor, ya da doktorlar mamalar için bizleri yiyor ama yenilmeyecek gibi değil, inanıyorsunuz.
  • Kimse sütü az çok demiyor, süt değerli savaş ganimeti gibi,  güzelliği hakkında az konuşulup, herkesin herkesten sakındığı bir mücevher gibi. "Açken sen, sen değilsin" reklam repliği geliyor aklıma sık sık, süt az gelirse koca bir sıfırsın, çok gelirse dünyalar senin, her şey kolay, çorap söküğü ya da terayağından kıl çekmek kadar basit.
  • Süt, yorgunluktan ve moralden çok etkileniyor. Yorulmayacaksın. Üzülmeyeceksin.
    • Üzülmeyi açmak gerek, tecrübeyle sabit ki ağlamak üzülmekten sayılmıyor. Ağlarken sağdığım sütler fena miktarlarda olmadı. Demek ki  neymiş, ağlamak-sebebi ne olursa olsun, bizi rahatlatan, temizleyen, temize çeken şeylerden biri.
    • Hamileliğimde ve sonrasında son yıllarda ağlamadığım kadar ağladım, ne kadar rahatlatıcı bir şey olduğunu unutmak üzereymişim. Çelikten değiliz, üzülüyoruz, etkileniyoruz, bunları yok sayıp, olanı içeri atıp içeriyi nasırlaştırmamak lazım. Bebekler, sıkıntıyı içlerinde tutmamak için ağlıyorlarmış en çok, öğreneceğimiz çok şey olabilir onlardan.
  • Emzirme sütyeni, düğmeli gecelik ve göğüs pedi, yeni anneler için mucize icatlar. Benim gibi anneliği aniden geliveren kadınlar çok acemice yakalanabiliyor duruma. Hastanenin olmazsa olmazı bu üç silahşör olmalı. Doğum ertesi birieri size acilen hurma, ceviz ve Humana getirmeli. Getirmiyorlarsa getirtin, hastane listeninizi/çantanızı oldukça erken hazırlayın.
  • Moralinizin yüksek olması için, size en iyi gelen insanları görmeniz, en mutlu olduğunuz zamanları hatırlamanız, düşünmeniz yeterli olabiliyor. Moral dediğimiz şeyin ne kadar pamuk ipliğine bağlı olduğunu görüyorsunuz yine. Baktınız süt arttı - ya da bu benim yeni yetme manyaklığım da olabilir- "a bu olan şey bana çok iyi gelmiş demek ki!" dediğim zamanlar oluyor. Süt bir nevi dilsiz rehber gibi oluyor bana, kendimi daha iyi okumam için.
  • Ve annelerin anneleri, anneniz, ablanız, teyzeniz sağ ise, hangisi en yakınınızsa, doğum ertesi bağırıp çağırmak için yakınınızda bulundurun onları. Nazınız geçsin, siz bağırınca o duvar olsun, sonra kapıyı çalıp elinde hoşafla gelsin "biraz içer misin?" desin. Unutmayın, süt mühim. Süt için bağırıp çağırmanız, ağlamanız, gülmeniz ve tüm bunlar olurken alttan alınmanız gerek ve anneler, ablalar, teyzeler en çok bunun için varlar, sağolsunlar, var olsunlar.
  • Yine bir başka arkadaşımın dediği değerli başka bir bilgiyi de paylaşmak istiyorum. Lohusalığın yirminci günlerinde yarı normalliyorsunuz, kırklarınızda tüm hormonlar normale dönüyor. Olan bitenin geçmesi, sizin ve vücudunuzun yeni düzene uyum sağlaması için izin vermek gerek. Ayaklar yanacak, baş dönecek, hemen yorulunulacak, öksürürken karın tutulacak, göz kararacak. Ama emin olun geçecek.
Kurabiyenin bugün itibariyle durumundan bahsetmemişim, okusa kafama fırlatabilir eline geçirdiği ilk şeyi. Bana mı yazıyorsun kendime mi yazıyorsun ne biçim şeysin sen, diyerek. Ama dedim ya, yarı anne yarı eski ben gibiyim, yeniyetmeliğim bundan olabilir kurabiye, alışacağım.

Evet, kurabiyenin haftaya göz ve TSH muayeneleri var. Her günü ayrı bir heyecan olan bir süreç, bir maraton. Doktorlar hep temkinli, iyi bir haberi ağızlarından zorla alıyorsunuz, bunda belki bizim onlar konuşurken ağızlarının içine kaygı ve sevinçle bakan gözlerimizin de etkisi vardır. Kötü bir haber verecekleri zaman da garip bir rahatlama oluyor sanki yüzlerinde, ya da bana öyle geliyor. "Bu tip bebeklerde bu durumlar çok olası..." diyerek, bugüne kadar görüp geçirdikleri türlü vakayı bir çırpıda gözlerin önünden film şeridi ediyorlar, size de susmak düşüyor.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder