25 Ağustos 2014 Pazartesi

Yirmidördüncü gün

Bugünden kalan en belirgin anı, yoğun bakım hemşiresinin "yavaş büyüyor bu çocuk" deyişi oldu benim için. Süt sağmalarda çınladı kulaklarımda. Halbuki ben her gün camın ardından onu yarım saat için görürken, nasılsa her gün büyüyor, devleşiyor sanıyordum. Kendine dokunuşu, gerinişi, ayak parmaklarını tek tek kıvırışı, sol elini sol göğsü üzerinde dinlendirişi ve ağzına giren süt borusunu kurcalayışı bana her gün onu çok büyütüyor gibi geliyordu. Ama, yavaş büyüyormuş işte, bağırsaklar henüz tam kapasite çalışmıyormuş, zamanla olurmuş.

Sonra düşünüyorum, annesi oldukça büyük, ya da büyüyor belki halen. Ben de mi yavaş büyüyorum acaba? Ha bir de nöbetçi yoğun bakım doktorunun tabiri var. "Merhaba, ben Kurabiye'nin annesiyim" diyorum, "Kurabiye mii, hmmm, haaa, küçük bebekkkk" Ya evet, öyle de denebilir belki. İsimlerle aklında tutmak zor olabilir haklı tabi. Bizim kurabiyenin adı, doktor için "küçük bebek", hemşire içinse "yavaş büyüyen çocuk" kalmış. Halbuki adam olup oradan çıktığında hepsinden soracak hesabını. Nereden mi biliyorum, o minicik kutudaki gerinişinden, gözünü kısıp açıp "bugün kimler gelmiş bakalım" bakışından. İki ayağını kaldırıp, poposunu vücudundaki tek sabit nokta haline getirmesinden. Neredeyse eminim hatta.

Pratik bilgi;

  • Bebekler her gün kilo verip kilo alabiliyorlamış. Tabi bizim durumumuzda bu gram oluyor da, ben sürekli alıyorlar sanıyorum ilk kilo/gram verişten sonra, ancak sürekli olarak -ya da bizim kurabiye benzeri durumlarda, emin değilim, kurcalamayacağım da- alış veriş sözkonusu olabiliyormuş. Yani, panik yok. Yol uzun, hem dikenli hem gökkuşaklı. Tadını çıkarmak gerek.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder