30 Ekim 2016 Pazar

Lunapark trenleri aşkına

Bugün ilk defa lunaparkımsı bir şey gördün ve ben duyardım başka ana babalardan. Disneyland'e gidenlerden falan, ne iş anlayamazdım, neden giderler onca saat sırf çocuk eğlensin diye diye. Bugün biraz anladım, hepsi bencilliğimizdenmiş annem, onu anladım. Anlatacağım.

Beş liraya binilebilen oyuncaklar vardı. Trene hasta oldun, her bir vagonu başka bir masala açılan trene. Gemili, arabalı, harbi trenli olanına. Ben iki yaşında çocuğu olan anne kontenjanından ötürü binebildim. Benim gibi birkaç anne baba daha vardı. Vagona sığmayan bacaklarımızı çapraz tutuyorduk. Siz vagonların hakimi, biz ise tuhaf gözetleyiciler gibiydik. Aynı trene üç defa binince ve her bir biniş beş tur sürünce bir şeyleri daha iyi anladım. İşte onu anlatacağım.

Aslında ne anlatacağımı şimdi daha iyi bildiğim için, tüm yazıyı da baştan yazıyorum. Bu süre zarfında hemencicik okuyan ilk beş okurumdan da peşinden özür diliyorum, daha sonra n'olur yeniden okuyunuz diyorum.

O trenin içinde ben kendi minikliğimle karşılaştım bir şekilde, senin sayende. Senin etrafa bakan gözlerinde, sakinliğinde, dinginliğinde ve en çok da naptığını gayet iyi bilen halinde. O halin bana bir şekilde güven verdi ve içimde bir yol açıldı gibi hissettim- tam burada, son birkaç gündür izlemekte olduğumuz paralel evrenli tuhaf dizinin de hiç payı yok diyemeyeceğim bu durumda, konuyu çok dağıtmamamak için, bu gereksiz detayı bu kadarla kesiyorum.

Sana göz kulak oluyor gibi görünsem de, ben o trende, lunaparka giden kendi minik kız çocuğu eşimle karşılaştım, onu hatırladım, onu hissettim. Sanki çok uzun zamandır bu kadar yakından görmüyordum onu, duymuyordum. Onun zihninde gezindim, lunaparkta o trene tek başıma binerken aklımdan nelerin geçtiğini hatırlamaya çalıştım. Düşünceleri atıp duyguyu bulmaya çalıştım-masal gecelerinde çokca bize nasihat ettikleri gibi, duyguyu bulmaya çalıştım. Duygu hafiflikti güzelim.  Tüy kadar hafif ama bir o kadar da kendini, nerde olduğunu, ne istediğini, ne istemediğini bilen bir hafiflikti. An'da kalabilen ve o yüzden havada asılı durabilen, olanı olduğu gibi kabul edebilen, ne geriye ne ileriye yerinen hafiflikti.

Tüm gizimiz o gibi geldi o an. İçim tuhaf şekilde ürperirken, tren belki onikinci turunu atarken, sana baktım çaresizce. Benim zar zor görebildiğimi, farkedebildiğimi görebiliyor musun diye. Sen kendinden o kadar memnun şekilde direksiyon çeviriyordun ki, arada bir müzik için düğmeye basarken ve etraftaki tüm kalabalığa bakarken. O an anladım, sen zaten oradaydın. O yaşlarda olmanın en güzel yanı buydu belki de. Tam o anda, orada olabilmek, her istediğinde.

Benim kız çocuğu halim otururken yanında, seni gördü. Seni ve hayata karşı duruşunu, tercihlerini. Atlı karıncayı hiç sevmeyişini misal, ya da sallanan helikopterleri, dönmedolapları. Ama trenleri, arabaları, arabaları tamir edenleri, kedileri, köpekleri, salyangozları ve kuşları sevişini. Benden, babandan ayrı yanlarını, sırf sana özel, sana dönük renklerini. Var oluşunu.

Bugün, bugün çok keyif aldım yine ben. Beni neyin mutlu ettiğini buldum sanırım. Sırf sana bakarak sebeplenip mutlu olabilen yanlarımın bana ne dediğini, senin bana ne dediğini, neyin ışığını yaydığını buldum.

Anlatmam zor ama buldum kendimce. Lunaparktaki trenin payı büyük bu yolculukta. Ondan, selam olsun ona, onu oraya koyan ellere, bizi oraya biraz zorla da olsa götüren babana, orda lunapark için ısrar eden babaannene, benim seninle beraber trene binmeme izin veren biletçi abiye, orda olmamıza yardım eden güneşe.

Rüyaların örtüsü içini sıcak tutsun güzelim. İyi uykular.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder