12 Ocak 2016 Salı

Artı yüzaltmışıncı gün

Ben bugün bir oyuna gittim Kurabiye. Aslında arada derede yine bir sürü şey oldu, yılı devirdik hiçbir şey olmasa. Ama ben sana bugün biraz oyundan bahsedeceğim.

Oyunda, bir anne her gece sesini duymak için uzaklardaki oğlunu arıyordu. Birlikte yaşadığı bir kardeşi ve uzaklardaki bir oğlu vardı annenin. "Nasılsın oğlum?" demek için her gece arıyordu, "sesini duymak istedim, anlat bişiler n'olur" diyordu. Koca günün içinde, anne zoruyla bir beş dakikaydı görüşmeleri.

İçim eziliyor bazen düşününce, adam olup bana cevap vereceğin ya da o annenin korktuğu gibi, telefonda adımı görünce konuşmamak için açmayacağın günleri.

Ama şimdi kucak diye yırtınan sen'in, bir gün "üff anne" diyeceğin, daha sonra "off anne" ve ondan da sonra "ne var anne" diyeceğin ihtimali taş gibi oturuyor içime.

Oyunun sonunda, annenin kardeşi ölüyor ve annenin oğlu arıyor uzaklardan, anne telefonu açmak istemiyor ilkin, sonra açıyor tereddütle. Başsağlığı dileğini alıyor, "sağol" diyor. Şaşırıyor sonra, "ne, öyle mi, peki tamam" diyor, telefonu kapatıyor. Oğlu onu görmeye gelecekmiş, haftaya. Anne de ağladı, ben de ağladım orada. Anne olan Serra Yılmaz selam verirken hala ağlıyordu bana sorarsan.

Ondan, oğlu başka memlekette, kızı başka şehirde olan annem duymasın ama, sen yakınımda ol benim, olur mu. Ölümlerle birleşmesin yolumuz, görüşmek kolay olsun.

Öptüm seni ağlayan dudaklarından.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder