28 Ocak 2016 Perşembe

Artı yüzyetmişaltıncı gün

Anne geldi Kurabiye... Yazamamışım yine, elim gitmemiş kaleme klavyeye. Hemen bakalım olana bitene.

Sen büyüyorsun yani büyüdün, yani öyle böyle değil. Ellerin büyüdü bir kere, önceden avuç içime sığarken şimdi sığmıyor, böyle bildiğin erkek eli oldu, alışamadım henüz bu duruma, şaşkınım. Kurabiye nasıl, diyene elleri büyüdü diyorum.

Sen bugün ilk defa kaşıkla çorba içmeyi denedin, ortaya çıkan tabloya çorba içen ya da çorba içmeye niyetlenen insan halleri pek diyemeyiz ama tüm üstünü başını ve benim üstümü başımı ve masayı ve tabakları, su bardağını çorbaya bularken son derece ciddi bir iş üstünde gibiydin. Kaşığı önce çorbaya, sonra benim tabağıma, sonra bardağa daldırıp, aynı şeyi bir on kez tekrarladın. O esnada ben seni sarıp, kulağına seni çok sevdiğimi fısıldadım. Yepyeni bir şey yapmanın heyecanını kalbinin ucunda duydum aslında ben.

Sonra senin oyunu zararsız şekilde çokladık babanla. Plastik bardakların ve plastik kaşıklarınla kandırdık yani seni, içine de çorba yerine yer elmaları oturttuk.

Sonra senin artık minik ayı kulakları olan bir bornozun var. Büyüdün diyorum ya sana, gerçekten büyüdün yani anlayacağın.

Birazcık burnun akıyor, ama sümüğün de çok tatlı senin tahmin edeceğin gibi. Ve hatta bluzlerim sümük olmaya başlamış artık, ananen gördü güldü geçen akşam. Evet ananen buralardaydı, seni gördü, sevdi, öptü, sardı. Sana kocaman öpücük atmayı öğretti. Sen artık elini ağzına götürüp muak diye öpebiliyorsun canının istediğini. Evet en önemli kısmı burası aslında, canının istediğini öpüyorsun. Hep öyle ol annem, emi. Kafana göre takıl. Nerede varsa tadına varılacak gün batımları, orada dur azıcık, burada inelim, de. Burası göğe bakma durağı...

Öptüm seni banyolu ayak uçlarından...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder